Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '14

 
Kategori
Psikoloji
 

Psikolojinin Farkında Mısın?

Psikolojinin Farkında Mısın?
 

‘İnsanların anlaşılmaya ihtiyaçları var, ne olduklarının anlatılmasına değil’

Büyük ve güçlü, yüksek ve derin, hassas ve özel yanımız çoğu zaman yüzeysel, sığ ve zayıf yanımıza yenilir! Ne ironi değil mi! En büyük problemlerin kaynağı çok basit nedenlerdir çoğu zaman. Bütünlüğümüzde yolunda gitmeyen küçücük bir sızıntı bile işleri yoldan çıkarabilir. Hissiyat, zamanın bir yerinde, bir yerlerde takılıp kalmış olabilir ve hala şimdiki hayatı yönlendiriyor olabilir. Ve fakat bu tehlike her insan için her zaman vardı. Her insan depresyonun kollarında bulunmuştur. Kafa karışıklığı ve karmaşa yaşamıştır. Coşkunun yükseklerinde gezinmiştir, korkunun labirentlerinde kaybolmuştur ve kaygının boğucu karanlığında acı çekmiştir.

Gergin yaşamların içinde fazlaca kalmış, kendi istek ve eğilimlerinin dışında olmak zorunda bırakılmış olmak insanın kendi kendisiyle çatışma ve çelişki yaşamasına neden olur ve psikolojiyi bozar. Toplumsal yapının baskıcı ve yeniliğe kapalı geleneksel tavrı kimi çatışmaya sürüklememiş ki! Bilinci hastalanmış bir toplumda yaşıyor olmanın farkındalığı kendi hastalanmış taraflarımızla yüzleşmeden bizi iyileştirmeyecek. Korkulan odur ki, insan psikolojisi uğradığı zararı kabul etmedikçe nesilden nesile bu hastalıklı aktarım da devam edecek!

Fiziksel olarak hastalandığımızda yani ‘fiziksel semptomlar nedeniyle hasta olduğumuzu anladığımızda’ doktora gideriz de neden psikolojimiz hastalandığında bir psikiyatriste veya psikoloğa görünmeyiz. Çünkü, şartlanmış zihinlerimiz bize hep toplumsal inanç kalıbı ile hareket etmemizi söyler ve psikolojiyi baskılar. Pek çok doktorun ve halktan insanın psikiyatriye karşı ön yargısının altında korku yatar. Kendi zihinsel çatışmalarının fark edilmesini önlemek için psikiyatristlerden kaçınır veya onlara saldırırlar.

Bu bana hep tuhaf gelmiştir. Zira çocukluğumdan bu yana kendi psikolojim başta olmak üzere insanların psikolojisini izlemek hep içten içe izini sürdüğüm bir doğruya götürdü beni. Tamam, zihin, beden ve psikoloji hep birbirini etkileyen bir sarmalda hareket ediyor ancak bana göre insan, en önce psikolojisine yenilir, onu yenemezse eğer!  Hangi yollardan gitmiş olursa olsun, kendisi ile arasına ne kadar mesafe koymuş olursa olsun psikolojisi, onu hissettiği yere geri getirir. Dünyanın öbür ucuna da gitse bulacağı şey yine kendisidir; kendi hakkında hissettikleridir. Ve bu hissedişler onu zincire de vurabilir başka bir noktaya da taşıyabilir. Gidişat tamamen hissedişlere bağlıdır.

İnsan, psikolojisini baskılar ise tepkisel hareketlerde bulunur. Bu çok açık. Kendini anlayabilen, anlaşıldığını düşünen insan ise kendisi gibi davranır. Bu da açık. Öyleyse bizi hasta ya da sağlıklı yapan ne? Elbette psikolojimiz… Ve bazen kendimizi anlamadığımız, anlayamadığımız zamanlar olması da çok doğaldır. O zaman birinin bizi anlamasını isteriz. Ve bu bir psikolog ya da bir psikiyatrist neden olmasın? 

Haberlerde sıkça rastlarız. Her an sağlıksız toplumsal yapı içinde şiddet dolu eylemlerin bir şekilde tanığı oluyoruz. Çocuğunu öldüren anne, karısını döven adam, boşandığı karısını bıçaklayan adam, çocuk kaçırıp tecavüz edip sonra da öldüren katiller, binlerce insanın ölümünden, ağaçların ölümünden, hayvanların ölümünden, bitkilerin, suyun, toprağın ölümünden sorumlu devlet büyükleri, hırsızlığın, yalanın, ikiyüzlülüğün, ihanetin bin bir türlüsü paçalarından akan politikacılar, çocuğunu okula göndermeyen ve küçük yaşta evlendiren baba, kıskançlık içinde, haset içinde, saldırgan, ikiyüzlülük ve riya içinde davranan, benliği çarpılmış, ilikleri boşalmış, çürümekte olan patolojik insanlar…  Bu insanlar neden tuhaf geliyorlar bize? Bunların nedeni çok basit. Toplum olarak psikolojimiz bozuk. Bu insanların psikolojileri bozuk. Tepkisel olarak hareket ediyorlar. Bilinçleri hastalanmış. Algıları çarpıtılmış.  Kayıplar. Şaşılacak şey şu ki bu insanların psikolojilerinin bozuk olduğuna inanmıyor ve neden böyle davrandıklarına şaşırıyoruz?

Ya sağlıksız toplumsal ve ailevi yapı içinde zarar görmüş olanlar yani aslında bizler, her birimiz. İlaveten her birimiz hem genetik olarak aktarılan bozuklukların hem de aileden aldığımız kopya davranışların hastalıklı tekrarlarının taşıyıcıyız. Hepimiz bir parça hastayız. Bununla yüzleşmek neden bu kadar zor!

Ki aslında şaşılacak bir şey de yok. Hastalık ve sağlık meselesi asıl mesele. Kişisel olarak insan, kendi algısını ve psikolojisini önce oluşturmalı sonra korumalı üstelik de toplumsal psikolojiden sakınmalıdır. Mesafeli bir ilgi ile kendisini sakınmalıdır. Ve fakat evvela tehlikeyi fark etmek lazım. İçinde yaşadığı toplumun psikolojisini sorgulaması, anlaması, algılaması ve kendi hayatında dönüştürmesi lazım. Kendi iradesi ile hareket edebilmesi lazım. Ki onun içinde kaybolmasın!

Ve insanın içine doğduğu toplumu anlaması için elbette işe önce aileden başlamak lazım. Doğrudur, bütün aileler karmaşıktır. Pek çok akıl hastalığı aileden kalıtımsal olarak geçebilir diyor psikiyatri bilimi. İster şizofreni, ister panik bozukluk, ister majör depresyon olsun karmaşık bazı genetik unsurlar keşfedilmiş ve bunun sorumlusunun genelde birden fazla gen olduğu sonucuna varılmış. Bazen kişiye akrabasından kalıtımla sadece hastalığa yatkınlık özelliği de geçebilir ve hastalık yaşam koşullarına bağlı olarak bazen ortaya çıkar bazen de çıkmaz. Örneğin panik bozukluğun aileden geldiği nettir. Hal böyle olunca aile meselesi sorunların esas kaynağı olarak merkezde yer alıyor olabilir. Duygusal olgunluğa erişmiş çocuğunun üzerine titizlikle eğilen ebeveyn, sevgisini onun büyümesine kendi başına hata yapmasına ve sonunda bağımsız hale gelmesine izin vererek ifade eder. Hem bağımsız hem de başkalarıyla uyum içinde yaşayan insan böyle bir temelden büyür.

Psikiyatri en basit olasılıkların asla göz ardı edilmemesi gerektiği, insanların psikolojik sorunlarının ana kaynağının çocukluklarında yattığını söyler. Bunu anlamak hiç de zor değil. İnsan ne kadar yükseklere çıkmaya çalışırsa çalışsın düşüşü de o kadar sert olur zira. Bundan kaçış yok. İnsanın kendinden kaçışı yok. Yol, her zaman içeriye doğru hep ve daimi olarak. Kendi karanlıklarında uğraşmadan, kendi sorunlarıyla yüzleşmeden, içindeki o çocuğu dinlemeden, anlamadan ne kadar ilerlemeye çalışırsa çalışsın aynı noktaya geri döner insan; psikolojisine…

Akıl ve kalbe giden yolun bağlantısını anlayan arifler şifahaneler yapmışlar zamanında… Sağaltım yerleri. İnsanın kendinden olmayanı atabileceği, içini boşaltabileceği, zihnini temizleyebileceği , kendini anlayabilmek için yavaşlayabildiği ve iç sessizliğe insanı davet eden mekânlar… Ki bu mekanlar zamanında hastalıkların öğretici yanına odaklanırmış, insanın kendinden utanacağı, kaçacağı sığınaklara değil! Günümüzde böyle mekânlar artık yok maalesef. Ama unutmayalım ki psikiyatri var. Ve psikiyatride önemli bir dipnot var; insanın psikiyatrik bir rahatsızlığı olması onun zayıf iradeli olduğu anlamına gelmez. İnsanın psikolojisi de kolu, bacağı gibi hastalanabilir. Kimi zaman depresyona girdiğinde altta yatan duygudurum bozukluğunun bir göstergesi olarak insan, fiziksel rahatsızlıklar yaşar. Hastalık ve sağlık bir madalyonun iki yüzüdür ve her ikisi de birbirinin içine nüfuz edebilir. 

Etrafımızda, aramızda, arkamızda, önümüzde herkesi ve her şeyi kontrol etme ihtiyacı içinde olup yaşamı bir güç mücadelesine dönüştürenler, uzun süreli duygusal uyarımla kendisini acındıranlar, altta yatan öfkelerinin sabırsızlığında gezinenler, değişken ruh halleri sergileyenler, değişken duygudurum halleri yaşayanlar, sınırda kişilik bozukluğu olanlar, duygusal acının yerine fiziksel acıyı yerleştirenler, çok fazla incitildiklerine inandıkları için diğerlerini incitenler, özsaygı ve kimlik duygusu zedelenenler, özgüven eksikliği yaşayıp da hayatın içine tüm benlikleriyle katılamayanlar, ilk bakışta anlaşılamayan, karmaşık, tuhaf psikolojileri olanlar, psikotik ve paranoid bir duygudurumu olanlar, duygu zehirlenmelerine maruz kalanlar, kronik yalancılık, aldatma sergileyerek gerçeklerden kaçmaya çalışan sosyopatlar, gerginlik ve öfke içinde kendi içine çekilenler, davranışları kestirilemeyen ciddi anlamda rahatsız ve potansiyel olarak tehlikeli tipler, psikolojik kayıp yaşayanlar, beden algısı bozukluğu olanlar, vücut bütünlüğüne ilişkin kimlik bozukluğu yaşayanlar var.

Toplumsal yapının anlaşılamamış ve çözümlenememiş labirentlerinde yalnız, mutsuz ve huzursuz hisseden insanların belki de böylesine uç noktalara gitmelerinin nedenidir fiziksel olarak rahatsız olduklarını düşünüp psikolojilerinin ne durumda olduğunu görmeyen ve bunun bir nebze olsun farkına varmayanlar. Zira, hastaneler onlarla dolu. Üstelik de kendilerini görmeyip başkalarını eleştiren, ayıplayanlar onlar. Üstelik de iletişimde bulundukları yakın ya da uzak etkileşimlerle dünyayı kendilerine olduğu kadar diğerlerine de zehir ediyorlar ve yaşam kalitesi gün geçtikçe an geçtikçe daha düşüyor. Eğer bu insanlar bir nebze olsun kendilerine dönüp baksalardı; duygudurumlarına, kendi psikolojilerine eminim ki tablo şu anda çok daha başka olurdu!

Genellikle hatta genelden çok daha fazla bir yüzde ile insanlar psikiyatrik rahatsızlıkları hakkında utanç hissederler. Bu geleneksel bir yanılgı maalesef. Ayakları kırılıp yardıma ihtiyaç duyduklarında utanmazlar ama psikiyatrik tanı ve tedavi alanında kaydedilen muazzam gelişmelere rağmen pek çok kişi hala psikolojik rahatsızlıkların kişisel bir zayıflık, utanılacak bir şey olduğuna inanır.  Bu tavrın sonuçları son derece yıkıcı olabilir. Hastalıklarıyla yüzleşemedikleri, kendi kendilerinden şüphe ettikleri ve utandıkları için toplumdan uzaklaşırlar. Tedaviye yanıt verebilecek pek çok kişi hiçbir sorun yokmuş gibi davranarak yardımı reddeder.

İnsanlar pek çok nedenden dolayı gerçeklikle bağlarını bağlantılarını yitirebilirler diyor Psikiyatri.** Bazen şiddetli depresyon, stres ya da travma insanı uçlara itebilir, kişi başkalarının delilik gibi gördüğü çarpıtılmış bir zihinsel duruma kaçış yapabilir. Bazı insanlar psikotik bir hastalık, depresyon ya da birtakım kişisel sorunlar yüzünden diğer insanlara yaklaşamaz. Psikoz, depresyon ya da stresten daha derinde yatar.

Çözümlenmemiş psikolojik sorunlar, çatışmalı ilişkiler, kişinin gerçeklikten kaçmasına neden olan aşılamamış engeller kişinin insanlarla bağ kurmasına engel olur, ilişkilerden kaçar ve sosyal ortamlara giremez. Özsaygı ve kimlik duygusundaki zedelenmeler, çarpık bir benlik duygusu yaratabilir. Aslında pek çok tıbbi aciliyet kendini fiziksel semptomlarla gösterir; hezeyan, akıl karışıklığı, depresyon, kaygı, psikoz, panik atak, stres, travma, gerginlik, öfke, içine çekilme gibi…

Aşırı hassas olma noktasına bizi götüren şey hassasiyet eşiğimizin fazlaca zarar görmesi olabilir mesela. Ki aşırı hassasiyet kan akışındaki akut düşüşün nedenidir. Kafa karışıklığı yaşadığımızda, düşüncelerimiz bulanıklaştığında ve sadece olumsuzlukları gördüğümüzde beynin biyokimyası bozulmuş olur. Beyindeki serotonin eksikliği kişinin moral yapısının beyindeki serotonin salgılamasını yavaşlatması ile aynı şeydir. Kimyasal bir iletici olan serotonin eksikliği ise panik bozukluğa neden olur. Nereden nereye... Rahatsızlıklarımızın büyük çoğunluğu birtakım olaylar ve anılar aracılığı ile birbirine bağlıdır. Ve insan pek normal olarak kendisine karşı mesafeli duramayıp içinde bulunduğu hal ve duruma saplanıp kalabilir. Şizofreni, klasik manik depresyon, psikoz, nevroz ve tüm diğer duygudurum rahatsızlıkları anlaşılması gereken, tıbbi yardıma gereksinimi olan, konuşulmadığı, dile getirilmediği, bastırıldığı sürece insanı kocaman bir evrende küçücük bir kutuya hapseden bir önemdedir. İnsan, iç dünyasının kapılarını herkese açamaz malum, açmamalı da. Tıbbi yardım, en doğru yardımdır bu yüzden. Kendisiyle ilgili kimi özel duygudurumlarını yanlış bir insanla paylaşma yanılgısına düşen insan, yüksek bir ihtimal ile sadece yargılamalarla dolu içi boş konuşmaların muhatabı olabilir. Zira, kendi iç dengesini henüz kuramamışken meseleyi içselleştirmediği halde sadece konuşma bazında ruhsal gelişime ilişkin birtakım laflar geveleyen insanlar potansiyel olarak tehlikeli bir sınırda bulunuyor olabilirler.

Hayatımız boyunca hemen hemen hepimiz duygusal çatışmalarla karşılaşırız. Bu çatışmalarla mücadelede savunma mekanizması olarak ister mizahı kullanalım ister inkârı, zihnimizin nasıl işlediğini durup düşünmek hiç şüphesiz bize hem içsel bir aydınlanma hem de rahatlama sağlayacaktır. Gerektiğinde terapiye başvurmak ise duygu ve davranış kaymalarının harici olay, durum, ilişkilerden çok insanın kendi düşünceleri ve bakış açısı olduğunu yeniden ve yeniden hatırlatması bakımından çok faydalıdır.  

Kendi kendimizle ya da başkalarıyla rahat olmamızın anahtarı, eksantrik yanlarımızı kabul etmemiz ve saplantıya dönüştürmeden onlardan keyif almamız mı! Evet, elbette. Ve evet, işlevsiz ilişki kalıpları ile çok fazla yorulmamışsa, tükenmemiş ise insan, hele ki tükenmiş bile olsa yapılacak bir tek şey var; gevşemek… Gerçeklere odaklanarak duygu yüklü bir durumu sadece ilginç bir problem olarak ele alabilir, duygularımızın çalkantılarına kapılmaktan kendimizi çekip çıkarabiliriz.  Bir olayla ilgili kaygı, üzüntü ya da diğer rahatsızlık verici duygularla fazlaca özdeşleşmek olayın mesajını, olaydaki rolümüzü ve ondan öğrenmemizi engeller. Her insan kendi kendisinin şifacısıdır. İlaveten insan bedenleri birbirinin eşi olmadığı gibi etrafını saran mikroplar karşısındaki çaresizlikleri de aynı değildir. 

Unutmamalı ki ne kadar hastalanmış olursak olalım sağlığın merkezi içimizde; o iç dengenin de rehberidir. Yaşlı bir kabile reisinin sözleri okuduğum andan bu yana hep hatırımdadır. ‘Bu zamanda, insanlara ulaşabilen bir düzensizlik yaratıldı. İnsan bir çiçektir, açması için sadece toprak, su ve güneşe ihtiyaç var. Diğer her şey yanıltıcı...’ Buna bütün kalbimle inanıyorum. Toplumdan öğrenmeye ihtiyacımız yok. Kendi aklımızı kullanmamız yeterlidir. Ve o akıl toprak, su ve güneşten beslenir. Suyun bilgisi, toprağın bilgisi, güneşin bilgisi ve evet gerçek bilgiden… Ve doğal bilgelik ardından gelir.

İnsan ufku gökyüzüne, kökleri yerin altına uzanan bir ağaçtır. Kökler ve dallar birbirinden ayrı düşünülebilir mi! Toprağa nüfuz etmeyen bir ağaç nasıl dal verebilir? Güneşi görmezse nasıl büyür? Su olmazsa yaşaması mümkün müdür?

Ezoterik bilgide ne güzel anlatır. Sembollerin dili nasıl şifadır insana. Güneş göğün bilgisidir. Su yaşamdır. Toprak yerin bilgisidir. Ve insan bir ağaç gibidir. Yer ve gök arasında...

 

* Psikoz; gerçeklikle ilişkiyi yitirme durumu.

** ‘Bir psikiyatristin gizli defteri’, Gary Small

 

 

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..