Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Puşkin ile kendi evinde söyleşi

Puşkin ile kendi evinde söyleşi
 

2005 yılının Eylül ayında Ukrayna’nın Odessa kentindeki Primorskaya Bulvarı’nda gezinirken kendimi bir büstün önünde buldum. Suların aktığı kaidesinin üstünde A. C. Puşkin yazılıydı. Bir anda tarihin derinliklerine daldım.

Kafkasların bir sözü aklıma geldi: "Bizi Rus orduları değil, Puşkin ve Puşkin'le gelen Rus kültürü yendi".

Dostoyevski "Puşkin, bize gelecekten haber veren bir peygamberimizdir" diye haykırıyordu. Hansaray ve çeşmesinin hikayesinden çok etkilenerek yazdığı ve Çarlık Rusya'sı ile Avrupa'da meşhur olan Bahçesaray Çeşmesi adlı eseri aklıma geldi. Gözlerimi ayıramıyordum Aleksandr Puşkin üstadın üzerinden. Büstünün önünde durakaldım. Çevremde rehberler İngilizce, Fransızca, Rusça konuşuyordu. Bense yanlış ya da doğru aklımda kaldığı kadarıyla ondan bir dörtlük okumaya çalışıyordum:

"Yalnız yaşa yolunda, yalnız yürü,

Yürü hür vicdanının seni çektiği yere doğru,

Olgunlaştır sevgili meyveyi, tefekkürü,

Hizmetine karşılık hiçbir ödül bekleme."

Bir sigara yaktım. Anıtın önüne oturarak kalabalığın dağılmasını beklemeye başladım. Soylu bir ailenin üyesi olan anne ve babasının eğitim için onu yabancı hocalara emanet ettiğini ve Puşkin’in daha sekiz yaşındayken, Fransızca’yı Rusça kadar iyi konuştuğunu bildiğim için onunla Fransızca konuşmaya başladım. Bana "Bugün çok yorgunum, yarın öğleden sonra Puşkinskaya caddesi 13 numaradaki evime gel" dedi.

Ertesi gün sürgün yıllarında yaşadığı evine gittim. Giriş kapısının solunda tunçtan bir heykeli vardı. Bir fotoğraf çektirmek istedim. "Çıkışta" dedi. İçeri girdik. Mutfağa gitti ve iki likör bardağı ve üzerinde Nemiroff yazılı bir şişe ile geri döndü. Bardaklara içki koydu ve "Bir dikişte bitireceksin, usul böyle" dedi. Bardağını alarak karşıma oturdu.

- Biraz ailenden bahseder misin, üstadım?

- Babam, Sergey Lvoviç, soylu bir ailenin çocuğu. Annem, Nadejda Osipovna Hannibal, 1696-1781 yılları arasında yaşamış Abraham Petroviç Hannibal’in torunu. Büyük dedem, İbrahim adıyla 8 yaşına kadar Kamerun’da yaşamış daha sonra İstanbul’a getirilmiş zenci bir köledir. Türkiye’deki Rus büyükelçicisi tarafından satın alınmış ve siyahi bir çocuk arayan Rus Çarı I. Petro’ya evlatlık verilmiş. Müslüman olan İbrahim dedem, Ortodoks usulüne göre vaftiz edilmiş ve kendisine Petro adı verilmiş. Petro adını kullanmak istemediği için, Abraham Petroviç adını tercih etmiş. Paris’e gitmiş ve Harp Okulu’nda okumuş. Fransız ordusunda yüzbaşılık rütbesine terfi olmuş hatta İspanya Savaşı’na katılmış. 1723 yılında Petersburg’a dönmüş. Çariçe Elizabet döneminde Rus İmparatorluğunun önemli şahsiyetlerinden biri olmuş. Çar I. Petro’nun ölümünden sonra da 1730 yılına kadar sürgüne gönderilmiş. Bu tarihte Hannibal soyadını almış. İmparatoriçe Anna Yoanovna onu Perno Kalesine komutan olarak atamış. Orada evlenmiş ama bir başka kadına aşık olmuş. Karısını boşamak istemiş. Kabul etmediği için de onu hapse attırmış ve ona sürekli işkence yapmış. Karısından boşanmadan metresi ile evlenmiş. Bu evlilikten 11 çocuğu olmuş. İlk karısı ise çok evliliği nedeniyle onu mahkum ettirmeye çalışmış ve ömrünün sonuna kadar hapishanede kalmış. Çevresine terör estiren dedem, 1762’de emekliye ayrılmış ve çok cimri olduğu için ailesine çok sıkıntı çektirmiş. 1781 yılında da ölmüş.

- Bir zenci soyundan gelmiş olmak seni rahatsız etti mi?

- Okuldayken arkadaşlarım, Afrikalı tipimden dolayı bana “Maymun” adını takmışlardı. Ben bundan hiç rahatsız olmadım. Tam tersine babam ve annem tarafından olan kökenimden, bir başka deyişle Rus ve Afrikalı olmaktan hep gurur duydum. “Çar I. Petro’nun Zencisi” adlı romanımda da bu konuya değindim.

- Teşekkür ederim. Biraz da okul hayatından söz eder misin?

- Mükemmel bir ev eğitimi gördüm. Kendini iyi yetiştirmiş ve tanınmış bir şair olan amcam sayesinde Fransız edebiyatını yakından tanıdım ve hemen hemen tüm klasikleri okudum. 1811'de zengin çocukları için Rus Çarı I. Aleksandr’ın Tsarskoye Selo’da açtırdığı okula yazıldım ve burada altı yıl öğrenim gördüm. Çar Köyü Lisesi'nde ilk defa şair olduğumun farkına vardım. 15 yaşındayken ilk metnim yayınlandı ve iki yıl sonra resmi siparişler almaya başladım. 1815 yılında bir salonda Çar Köyü Anıları adlı şiirimi okuduğum zaman, salonda bulunan şair Deryavin, benim büyük bir şair olacağımı söylemiş. Bu yıllardan itibaren büyük şairler ben lise talebesini meslektaşları olarak görmeye başladılar.

- Liseyi bitirince ne yaptın? Ne türden şiirler yazıyordun?

- Dışişleri Bakanlığı’nda çalışmaya başladım. Yazdığım ve bir çoğunun yasaklandığı özgürlükçü şiirlerim ve taşlamalarım dilden dile dolaşmaya başladı. Bu yıllarda kaleme aldığım ilk toplumcu şiirler basılmadığı halde, kopyaları elden ele geçiyordu. 1820 yılında yazdığım isyankar şiirlerinden dolayı Çar I. Alexandr tarafından sürgüne yollandım. “Kafkas Esiri” ve “Bahçesaray” adlı destanlarımı bu dönemde yazdım. 1820-1824 yılları arasında Odessa’da iç sürgüne tabi tutuldum ve bu evde yaşadım. O zaman bu ev iki katlıydı. Burada çok kitap okudum ve yazdım. Odessada’ki yoğun ve düzensiz yaşamım, bir arkadaşıma yazdığım ve ateizme yatkın olduğumu bildirdiğim mektubum gizli polisin eline geçti. Dilimi tutamadım, Prens Vorontsov ile bozuştum ve beni şikayet etti. Bunun üzerine dört yıl süreyle başkente girmem yasaklandı ve ailemin sahip olduğu Mihaylovskoye köyünde göz altında tutuldum. Bu yıllarda Çar I. Alexandr’ın ölümünün ardından girişilen ve derhal bastırılan darbe sonrası arkadaşlarının çoğunun tutuklanıp sorgulanması beni telaşlandırdı ve yazdıklarımın büyük bir kısmını yaktım.Yeni Çar I. Nikolay beni Moskova’ya çağırdı. Bundan sonra yazacaklarım Çar’ın sansüründen geçecekti. Polis baskınları, soruşturmalar, yasaklamalar yaşamımın ayrılmaz parçaları oldu. Tüm bu olumsuzlara rağmen yazmaya devam ettim.

- Sürgüne geldiğin zaman evli miydin?

- Hayır.

- Peki, Natalya Gonçarova ile nasıl tanıştın?

- Onunla bir baloda karşılaştık. Yüksek rütbeli bir memurun kızıydı. Natalya büyüleyici güzellikte bir genç kız idi. Evlenme teklif ettim. Olmadı. Ben de Moskova’dan uzaklaşmak istedim ve 1829’da, gözlemci olarak Rus ordusuna katıldım ve Osmanlı topraklarına gittim. Dönüşte 18 Şubat 1831'de evlendim Natalya ile.

- Nasıl birisiydi, eşin? Şu düello meselesi nedir?

- Moskova sosyetesinden çok güzel bir kadındı ve henüz 18 yaşındaydı. Bir anda kendimi sosyetenin arasında buldum. Karım çok güzel olduğu için, önüne gelen asılıyordu; sinirim bozuluyordu. Çıldırıyordum kıskançlıktan. Kinayeli sözlerden, dedikodulardan, entrikalardan bıkmaya başlamıştım. O günlerde yaşamımıza bir de d'Anthès adında bir Fransız subay girdi. Çariçenin koruma birliğinde görevliydi. Üvey babası da Rusya’nın Hollanda büyükelçisiydi. Eşime sürekli kur yapıyordu. Bir seferinde ona düello teklif ettim, cevabını henüz almamıştım ki, adam baldızımla evlendi. Bacanak olunca da teklifimi geri aldım. Daha sonra çevrede dedikodular ayyuka çıktı. Şerefsizlik ölümden daha da felaket bir şey. Derken düello kaçınılmaz oldu ve 8 Şubat 1837’de düello yaptık. O beni karnımdan ben de onu omzundan yaraladım ama o kurtuldu, ben öldüm.

-Devlet memuruydun ama gözde insanların, yüksek sosyetenin eğlencelerine, toplantılarına katılıyordun. Onlarla nasıl anlaşıyordun? Hiç parasal sıkıntı çekmedin mi?

- Ben onların kurallarına göre değil kendi kurallarıma göre davranırdım. Kural tanımazın biriydim. Sürekli sürtüşürdüm onlarla. Sözlü ya da yazılı olarak ettiğim küfürler, özgürlükçü düşüncelerim yüzünden çar yönetimiyle de başım dertten kurtulmazdı. 1835 yılında borç nedeniyle mahkum oldum. Parasal yönden huzursuzdum. Saray ve sosyete yaşamından da yorulmuştum. Çar I. Nikolay’dan ekonomik destek ve birkaç ay izin istedim. Bana altı ay izinle maaşımdan kesilmek üzere 30.000 ruble verdi. 4 Kasım 1836’da imzasız bir mektup aldım. Çar Nikolay’ın karıma olan ilgisinden dolayı bana bu iyiliği yaptığı ima ediliyordu.

-Evet anladım. Son bir soru daha. Sen modern Rus edebiyatının oluşmasına en çok katkıda bulunan yazın ve düşün adamısın. Rus yazın dilini arındırdın ve zenginleştirdin. Bu dile çağdaş ve ulusal bir yapı kazandırdın. Edebiyatınızı klasik batı kurallarından kurtararak ona yeni bir yön veren ve gerçekçilik akımını başlatan lidersin. 19. yüzyıl büyük Rus yazarlarının hepsi, seni Rus yazınının kurucusu olarak kabul etmiş ve senin yapıtlarınla beslenerek yetişmişlerdir. Ruslar sana olan vefa borçlarını ödediler mi?

- Sanırım evet. Bugün, Moskova’da adımı taşıyan bir enstitü ve bir de kahve açmışlar. Edebiyat severleri bir araya getiriyormuş. 1836-1837 yıllarında Petersburg’da yaşadığım ev müzeye dönüştürülmüş, otuzlu yıllardaki gibi döşenmiş, orada tüm şahsi eşya ve elbiselerim, bütün orijinal eserlerim, resimlerim ve el yazısı notlarım bulanmakta. Yine adıma bir edebiyat müzesi açılmış. Düello öncesi son kahvaltımı yaptığım ve evimin hemen yanında bulunan kahve, günümüzde de edebiyat kahvesi olarak hizmet vermekte ve en çok sevdiğim yemekler edebiyat düşkünlerine sunulmakta. Bana duyulan minnettarlığın bir göstergesi olarak da Hansaray’daki Gözyaşı Çeşmesi’nin yanı başında bir büstüm yer almaktadır. Odessa’daki durumumu ise sen gözlerinle gördün. Daha ne diyebilirim ki? Evet, sana çok zaman ayırdım. Şu anda dışarıda beni görmek ve benimle fotoğraf çektirmek isteyen ne kadar insan toplanmıştır, biliyor musun? Haydi çıkalım; fotoğraf için ilk sıra senin.

38 yaşında, saçma bir düello sonucu batan Rus şiirinin güneşi, özgürlükçü akımın Rusya’daki en seçkin temsilcisi ve yazarı Puşkin ile fotoğraf çektirdim ve onun “Tüm arzularımı yaşadım ben / Hayallerime de soğudum artık…” diyen dizeleri dilimde ilerlerken, bizde şair, yazar ve diğer sanatçılar için dikilen anıtlar, müzeye dönüştürülen evler var mı diye düşündüm. Belleğimi bir hayli zorladım ve aklıma sadece Tevfik Fikret, Ömer Seyfettin, Sait Faik geldi. Darısı diğerlerinin başına diyerek, Ayvazovski’nin tablolarını görmek üzere Güzel Sanatlar Müzesi’nin yolunu tuttum...

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..