Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '09

 
Kategori
Güncel
 

Putlar ve Türkiye

Putlar ve Türkiye
 

(İstanbul sel felaketi)

İslamiyet öncesi putlar vardı. Taş, toprak ve tahtadan yapılma. İnsanlar Tanrı diye bunlara tapıyordu. Oysa bunlar yağmurda eriyor, ateşte yanıyor, kırılıyor, dökülüyordu. Tanrı bu kadar güçsüz ve dayanıksız olamazdı. Ancak insanlar bütün bunları görmelerine, bilmelerine rağmen yine de bu taş, tahta ve topraktan yapılma şeylere tapıyorlardı. Daha sonra İslam’a inananlar bu putları kırmışlar ve uyanan insanlar putlara tapmayı bırakmışlardı.

Bu konuda kafa yoran bilim, din ve ilahiyat düşünürleri bu ilkel tapınmanın tek nedeninin cehalet olduğu fikrinde birleşmişlerdi. Ancak o devirde bile olsa insanların tamamının cahil olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Yani bunun cehaletten daha önemli bir nedeni vardı. Putların Tanrısal gücü hakkında insanların beyinlerinde ve yüreklerinde oluşmuş bir nevi inanç vardı. Bu, duygu ve düşüncenin ötesinde bir olgu olup karşı konulamaz ve değiştirilemez bir kabuldü. İnsanlar elbette aptal değillerdi. Yani bu kabulün önemli nedenleri vardı. Dedeleri, ataları yüzyıllardır bu yolda yürümüşlerdi. Putların şekilleri, yapılan ayin ve törenler insanların iç dünyasında bir inanç âlemi oluşturmuştu. Onlar mutlaka bütün bunlardan farklı duygu, düşünce ve sonuçlar çıkarıyorlardı. Beyinlerinde ve yüreklerinde oluşan bu kadar etkili gücün doğruluğunu ve haklılığını hiç sorgulama gereği duymuyorlardı.

Konumuz aslında putlar değil. Öncesi gün İstanbul’da 31 kişinin öldüğü bir sel felaketi yaşadık. Sonrasında başbakan geldi. Açıklamalarda bulundu. Bazı yetkililer konuyla ilgili konuştular. Başbakan da yetkili bakan da halkın suçlu olduğunu söylediler. Yani onlara göre ne devletin suçu vardı ne de yerel yönetimlerin. Hatta doğal afetlerin bazen karşı konulamaz olduğu bile dile getirilmiyordu. Daha önceki yönetimlerin ihmalleri de. Olayın suçlusu ölen 31 kişiydi. İnsanlar kendi hatalarının cezasını çekmişlerdi. Hatta genel havaya bakarak “İyi olmuş” bile diyebilirdik.

Ertesi gün insanların hepsi istisnasız başbakan gibi konuşuyordu. Yani bu işte hükümetin hiç suçu yoktu. Başbakanın basın toplantısında etrafındaki insanlar büyük bir saygıyla sanki hâşâ peygamber gelmiş gibi devletin bir görevlisinin önünde iki büklüm eğiliyorlardı. İnsanlar kendi hatalarından ölmüş ama başbakan yine de büyüklük göstererek ta buralara kadar kalkıp gelmişti.

Sevgili halkım! Bu olay bana putları hatırlattı. Hiç put haşa Tanrı olabilir miydi? Ama insanlar Tanrı diye bu şekillere yüzlerce sene tapmışlardı. Bunun nedeni putlara yüklenen “yalancı Tanrısal güç” tü. İşte aynı durum bugün ülkemizde yaşanıyordu. Bazı kimselere bulundukları yer ve mevkii nedeniyle yüklenen “büyüklük gücü” haksız bile olsalar, yanlış dahi konuşsalar onları daima haklı çıkarıyor, halk onları hep doğruyu konuşan kimse olarak görüyordu. Başbakanın haklı olması için doğru konuşması gerekli değildi, başbakan olması yeterliydi. Tıpkı putlara Tanrı denilmesi gibi. Tanrı olarak kabul edilmişler ve onlara inanılarak tapılmıştı bir kere. Üstelik bu “ bir nevi inanç” insanların ruhunun derinliklerine kadar işlemişti. Bu putların yağmurada erimesi, yanması, kırılıp dökülmesi yani bugüne uyarlarsak devletin önemli görevlerindeki kimselerin haksız olmaları, yanlış konuşmaları hiç önemli değildi. Değil mi ki onlar “kutsal putlar” dı yani başbakandılar, bakandılar.

Toplantıda sayın başbakanın yerinde ben olsam ve onun söylediği sözleri ben söyleseydim belki de sopa yerdim. Kendisi de bakanı da bu olayın suçlusu halktır diyor. Yani felakette hayatını kaybedenler. Ertesi gün sokaklara çıkıyorsun halk da böyle düşünüyor.

Evet, sevgili halkım! Bazen böyle senle de karşı karşıya geliyoruz. Ben inatçı bir insanım. Bir kişi bile bana haklısın demediği halde sözümün arkasındayım. Sayın başbakan, bakanı ve sen Türkiye halkı Korkut’un burnunu yerlere sürteceksiniz. Ancak elbette ben davamı ve kendimi savunacağım. Tabi mahkeme yine sensin. İbre benden yana dönerse sizlerden Sayın başbakana ve bakanına haklı diyen, hükümetin bu işte suçu yok diyen bazıları hiç kusura bakmayın sanki hâşâ” putlara tapıyor” gibi olacaksınız. Elinizde Kuran olabilir. Alnınız secdede, dilinizde Allah nidaları olabilir. Bilmeden, belki farkında olmadan, gaflete düşerek putlara göz kırpıyor olacaksınız.

Allah kitabında ne diyor? Doğrudan ayrılmayacaksın. Yanlışı kabul etmeyeceksin. Sen ne yapıyorsun? Sayın başbakanı ve bakanı onaylıyorsun. Haklıysa elbette haklı diyeceksin. Diliyorum siz haklı çıkarsınız. Burnumu Çankaya’nın kaldırımlarına sürtmeye hazırım. Hakem de sensin üstelik.

Biz lafın gelişi koyun sürüsüyüz. Çobanımız kim? Sayın başbakan. Kendileri sürüyü iyi güdemediler ve koyunu kurda kaptırdılar. Kendi sözlerine göre suçlu kurda yem olan koyun.

Sayın başbakanın yerinde ülkenin başbakanı ben olsaydım o sel felaketinde değil 31, bir kişi bile ölmezdi.

Felaketin vurduğu yerlerde:

*****Önceki iktidarların hatası sonucu yanlış kentleşme olabilir

*****Felaket kolay kolay karşı konulamayacak bir boyutta olabilir

*****Sayın başbakanın dediği gibi bazı insanlarımız uyanık menfaatçi olup, gerçeği görerek dereleri ıslah etmek isteyen belediyeye karşı haksız yere direnmiş ve yapılacak doğru şeyleri engellemiş olabilirler.

Bütün bunlara rağmen ben başbakan olsaydım bir kişi bile ölmezdi.

Çünkü:

*****İnsanlar hata yapabilirler, suçlu olabilirler ancak sorumlu benim. Bana bağlı belediye, içişleri bakanı falan da değil direk benim.

*****Bu nedenle meteorolojiyle online çalışırdım. Kuvvetli yağış ile ilgili haberi aldığım anda nerede olacaksa oranın vali ve belediye başkanına aşağıdaki emirleri verirdim.

Sayın başbakan İstanbul’da senelerce belediye başkanlığı yaptı. Hiç kimse İstanbul’u onun kadar bilemez. Selden etkilenecek tüm yerlerde

-İnsanların yağmur sonrasına kadar tahliye edilmeleri(kendileri istemeseler bile)

-Gerekirse bir gün iki gün belediyede misafir edilmeleri

-Okulların ve işyerlerinin tatil edilmesi

- insanların sokağa çıkmamaları uyarısı

- Kurtarma tedbirleri falan filan… Ankara’da bile olsam bir kriz masası oluşturur yapılanları birebir anında takip ederdim.

İstanbul emniyetinde 16 bin polis var. Belediyenin binlerce görevlisi. Tüm araç gereçle birlikte hepsini seferber ederdim. Gerekirse askeriyeden de yardım alırdım.

Ama Allahın takdiriydi bu. Bırak ölsünlerdi. Hiç Allahın takdirine karışılır mıydı?

Korkut’u assalar doğru konuşur: 31 kişi devletin ihmali sonucu ölmüştür.

Olay olmuş bitmiş onlarca vatandaşımız hayatlarını kaybetmişler ve siz sayın başbakan kalkıp gidiyor ve insanlara başınız sağ olsun diyorsunuz. Bir devlet adamı görevli ve sorumlu bir kimse, ölen insanlara başın sağ olsun demek için gidemez. Onlar ölmeden önce orada olacaktınız. Siz gelemezseniz bile emirleriniz, tedbirleriniz gelecekti. Hatta hiç gelmeseniz de olurdu.

Vatandaşımızdan bir tanesi bu zinciri kırıp yüreklice”Sayın başbakanım biz ölürken yanımızda değildiniz. Artık bundan sonra hiç gelmeseniz de olurdu. Madem zahmet edip ta buralara kadar gelmişsiniz bari size bir kürek verelim de ölülerimizin üzerine iki kürek toprak atın” diyebilir miydi bilmiyorum.

İşte bu davranış sergilendiği gün ülkemiz kurtuldu demektir.

Bu ülkenin insanları, şu andaki nesil ve onu takip eden nesil 100 yıl uğraşarak imkânsızı başarıp bu ülkede, şu an için bir ham hayal durumundaki Mega Kentler yaklaşımını hayata geçirecekler ve değil sel, denizler taşsa yine bize bir şey olmayacak.

Neden bu kadar uzun süre diye soranlara Korkut’un cevabı açık ve net: Yüz yılda batan bir ülkeyi yüz günde kurtaramazsınız, değil mi?

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..