Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '10

 
Kategori
Dünya
 

Rafine Batı barbarlığı

Rafine Batı barbarlığı
 

Yıl 2009. Aylardan Şubat. Bu yazıyı yayımladıktan hemen sonra kötü bir düş gördüm. Düş müydü gerçekten? Bilemiyorum. Düşümde barbarların saldırısına uğruyordum!

Bu barbarlar tek hareket etmezler, oldukça organizedir bunlar. Birden ortaya çıkarlar, yakıp yıkarlar, birden yok olurlar. Gözdağı vermekte üstlerine yoktur. Teker teker gölge gibi yaklaştıkları, arama tarama yaptıkları, aradıklarını bulamayınca, sessizce ya da korku filmlerini aratmayan esrarengiz izler bırakarak kayboldukları da olur.

Bazen öyle acılar yaşar ki insan, barbarların saldırıları, bu acıların yanında yanında solda sıfır kalır. Mücadele edemez olursunuz, herşey bir anda anlamını yitiriverir. Toparlanmanız zaman alır. Ama hiç bir yenilgi, sonsuza kadar sürmez! Yeniden doğrulursunuz.

Bu yazıyı yazdıktan sonra nice köprülerin altından nice sular aktı. Hızla akan sular, nice maskeleri düşürdü birer, ikişer! Maskeler düştü de ne oldu! Alt maskeler duruyor yerinde. Her şeyin sahtesini yapan kapitalist, uşaklarına taktığı maskeyi de deri taklidi yapmış.

Maskeler katmanlardan oluşuyor.

İyi insan maskesi; sevecen, saygılı, ölçülü, görgülü, duygulu... Saldırgan insan maskesi; aksi, hoyrat, saygısız, ölçüsüz... tehditkar... Uyanık insan maskesi; sırtında şerbetçi güğümü, her nabza, ayrı bir şerbet...

Berbat bir sistemde çoğunluğun akıllı olması, eşyanın tabiatına aykırıdır! Çünkü yaşama ilişkin herşeyi sistem belirlediğine göre, zekanın kullanımını, yani aklı da sistem belirler! Yıllardır süregelen bir tartışmaya bir açıklık getirmek gerek. Sevgideğer Aziz Nesin, çoğunluğun aptal olduğunu söylerken, kötülediği İNSAN değil, SİSTEM'di! Tıpkı Cervantes'in Don Kişot karakteriyle ortaçağ insanının dumura uğratılmış karakterini tanımlaması gibi, Aziz Nesin de evrensel bir doğruya dikkat çekiyordu. Geri bırakılmış bütün halklar için geçerlidir bu durum.

Devam edelim: Akıllı insan maskesi; sistem ideologlarının takındığı ve de savunduğu bir maskedir! MFÖ'nün "Sen neymişsin be abi!" şarkıları eşliğinde şovlarını yapar, alkışlarını alır, seyirciye ARKALARINI DÖNEREK sahneyi terk ederler! Çünkü onların asıl seyircileri de kendileri gibi yeraltı dünyasında yaşarlar. O nedenle YERYÜZÜ'nde yaşayanlara müthiş bir kin ve garezleri vardır. Bunu kusmak için epeyce sabrederler ama kustukları zaman da batırmadıkları yer kalmaz! Bu tür kişilerden uzak durmak da yeterli değildir, çünkü onlar her yerdedir! Onlar, "rafine batı barbarlığı"nın yarattığı kuklalardır! Onlar, özellikle de "emek düşmanı" olarak tanınırlar.

Emek verilmiş bir yazıyı arşivimde saklamaya gönlüm razı olmadı, yeniden yayına alıyorum.

Çağdaş Batı’nın davranışlarını yeri geldikçe ölçüp biçiyoruz. Eski çağlardan.. kölelerin haraç mezat alınıp satıldığı o dönemlerden ne farkı var son çağda gördüğümüz barbarlıkların? Belki biraz rafine edilmiş, yakasına bir tutam insan haklarından iliştirilmiş, biraz uygarlık parfümü sıkılmış, böylece XVI. Louis’den kalma “pislik” kokularının parfümle ört bas edilme geleneğine uyulmuş, el altından köle alıp çalıştıran, işine gelmedi mi kapı dışarı eden bir barbarlık işte!



Spartacus ayaklanması, ezilenin ezene karşı başlattığı, kendiliğinden gelişen, toplumu özünden değiştirecek alt yapıdan yoksun olduğu için de başarısızlıkla sonuçlanan bir mücadeleydi.

Köleliği ortadan kaldırmak için böylesi bir kitle ayaklanması yeterli değildi. Öncelikle köleliği yaratan ekonomik nedenlerin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bunu yapmak ise o yürekli Spartacus’ün ve köle ordusunun harcı değildi. Tıpkı bugün de olduğu gibi.. Bir sınıfsal dayanışma kültürü olmadan, bireysel yardımlaşmayla aylarca ücretini alamayan emekçimizin, aylarca iş arayan ve iş bulamayan işsizimizin sorunlarını çözebiliyor muyuz?
Durum böyleyken, kim söyleyebilir köleliğin ortadan kalktığını? Kim söyleyebilir büyük kitlelerin bir lokma ekmek uğruna onurlarını rehine vermediğini! Dünyalığını elde etmiş üç beş kapitalist mi? Dünya nüfusuyla orantısına bakıldığında evet.. üç beş kapitalist demek doğru oluyor!

Almanya’da 1990 öncesi halktan kişilerin solculara, Doğu Almanya’yı kastederek “Geh nach drüben!” (Öte tarafa git) dediklerini okumuştum yıllar önce. Sistemden yana olanların kendileri gibi düşünmeyenlere yol göstermelerine sıkça rastlarız günlük yaşamda. Gençliğimde “Komünistler Moskova’ya” sözlerini duymaktan öyle bir gına gelmişti ki bana, bir sokak gösterisinde ben de “Mollalar İran’a!” diye bağırmış, sonra kendim de şaşmıştım bu sözü söylediğime.. Neden gidiyorlardı Mollalar İran’a? İran’da Molla sıkıntısı mı vardı ki?

Bu dünya kimsenin değil! Kimsenin de olmamalı. Ey Alman! Ey Fransız! Ey İngiliz! Ben senin pislettiğin tuvaleti temizliyorsam, bana teşekkür edeceksin! Çünkü ben işçiyim! Sen pislettiğin yeri temizlemek istemediğin için ben temizliyorum. Benim ve üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan kardeşlerimin o işe ihtiyacımız olmasaydı, sen b..kun içinde oturacak, Fransız Kralı XVI. Louis gibi şişelerce parfüm harcayarak b..k kokmaktan kurtulacaktın!

Almanya’daki yabancı düşmanlığına karşı Alman Sosyal Demokratları bir broşür hazırlamış. Yabancı düşmanları diyorlar ki: Yabancı işçiler gitsin ki işsiz Almanlar’a çalışma olanağı doğsun. Demokratların yanıtına bakın: “Yabancılar döküm, madencilik, otelcilik, temizlik, plastik sanayii gibi yıpratıcı işlerde çalışıyorlar. Almanlar’ın büyük çoğunluğu bu işleri yapmak istemiyor. Yabancılar giderse ekonomimiz durur.”

Fransa için de durum aynı, diğer batılı emperyalist ülkeler için de.. En pis işleri yapanlar Türkler, Kürtler, Faslılar, Cezayirliler, Pakistanlılar.. vb.

14.07.2008’de milliyetblog’da “Trakyalı Spartacus” başlığıyla bir yazı yazmıştım. Halikarnas Balıkçısı “Hey Koca Yurt” adlı yapıtında Spartalılar’ın köleleri nasıl işlerde çalıştırdıklarını anlatmış. Ben de söz konusu yazımda yer vermiştim bu alıntıya. Bir kez daha vurgulamam gerekti şimdi:

“(…) Hellenistan’da Spartalılar Hellen sayılırdı: Bunlar, savaşta yendikleri Messenia halkının hepsini de köle saydılar. Onları en murdar, en alçaltıcı işlerde kullandılar. Üstelik, köle olarak yaşayıp öleceklerini unutmasınlar diye sık sık kamçıyla döverlerdi onları. “Helot” denilen bu köleler çoğalıp da başkaldırmasınlar diye, iki üç yılda bir, sürüler halinde öldürülürlerdi. (…) Köle alım satımlarının merkezi Atina idi. Orada haraç mezat satılan, her ulustan kölelerin kaça satıldığını gösteren listeler bulunmuştur. Aynı yaşta ve güzellikteki erkek ya da dişi Anadolulu, İonyalı, Karialı ve Suriyelilerle Filistinliler, başka uluslardan olan kölelere göre daha pahalıya satılıyorlardı.(…) Sparta emperyalizmi ile Atina Emperyalizmi arasında Peloponessos savaşı çıkınca, kimi Anadolulular, Atina’ya isyan ediyorlar; isyan bastırılınca da bu Anadolulular köle olarak Atina’da satılıyorlardı. (…)”

Barbarlık! O günün vahşi barbarlığı ile bugünün rafine barbarlığı arasında pek de bir fark yok gibi geliyor bana. En düşük ücretlerle en pis işlerde çalıştırmak bugün de var.. Fransızlar’ın Cezayirlilere yaptığı işkenceleri anımsayın. Anımsayamayanlar için kaynak da vereyim. [Yeryüzünün Lanetlileri, Frantz Fanon] Kitap Mayıs 1994’te Sosyalist Yayınlar’dan çıkmış ilkin. Kasım 2007’de yeni baskısı Versus Kitap’tan çıktı.



Metin Gür. Almanya’da yaşıyor. Yurt dışına kaçak işçi götüren şebekeleri araştıran bir kitap yazmış. Kaçışın Öyküsü. O kitap önümde duruyor şimdi: Yazarın bir insan kaçakçısıyla yaptığı söyleşiyi aynen aktarmak istiyorum:

(...)
“Şimdiye kadar kaç koyun elinden geçti?”

“Ağabey, ne deyim; belki on bin, yirmi bin olabilir.”

“Ortalama ne kadar ücret alıyorsun? Fiyatı nasıl belirliyorsun?”

“Adamla konuşmama bağlı. İnsanı insana satıyoruz. Buradan alıp Yugoslavya’ya, Romanya’ya götürüyor, orada başkasına satıyoruz. Fiyat adamına göre 200, 300 marktan başlar. Grup çok olur ucuz düşer, az olur, pahalı gider.”

“Şebeke olarak kendi aranızda ne diyorsunuz?”

“Koyun parası. Koyun sattık, para aldık, diyoruz.”
(...)
“Burada daha çok dikkatimi çeken “koyun” ve “çoban” kelimeleri. Çoban siz; koyun, götürdüğünüz insanlar oluyor. Neden böyle diyorsunuz?”

“Koyuna çoban gerekir. Çoban olmazsa nerede otlanacağını bilmez. Koyun melerse, meleme diyemezsin. Çünkü anlamaz. Örneğin adamı götürürken, en tehlikeli yerlerden sürünerek geçerken yanındakine: “Almanya’da işçi olup Mersedes alırız.” diyor. Koyun gibi adamlar bunlar.”



Koyun diye anılan bu insanların sırtından para kazananların zincir halkalarını izlersek, yolumuz ucuz işçi çalıştırarak zenginliğine zenginlik katan emperyalist Batı ülkelerine çıkar. “Soylu ruhları ırkçı” Batı’ya..

Rafine barbarlığının içinde barındırdığı ve bir türlü bastıramadığı şiddet ve nefret duygularıyla Batı ve onun kuklası olan devletler, köleleştirdikleri halkların içinde günden güne çoğalan “yeni insan”a ne tuzaklar hazırlarlar, onu bilemem. Ancak, şunu iyi biliyorum: Avcılar, özellikle de sürek avlarında, ilk çağlardan bu yana her türden tuzak hazırlamaya devam ediyorlar. Dahası, mevsimsiz avlanmalarla doğanın o güzelim dengesini bozmaya da devam ediyorlar.

O acımasız avcılara rağmen, kuşlar da yüz yıllardır, maviliklerde kanat çırpmaya devam ediyor. Tabi.. şairin deyişiyle.. göğün kapısını aramaya da.. Bir gün o kapıyı bulmaları umuduyla..

Zelin Artuğ, Şubat 2009, Yeryüzü

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..