Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '18

 
Kategori
Alışveriş - Moda
 

Rakı'nın Berraklığında Aşk

Ah anason kokusu, burnumuzda… Günlerce süren aşkın etkisi… Nasılda acı tatlı anılar canlanır, hüzünlü neşeli… Kime, neye ve hangi yaraya içildiği belirsiz dubleler… Çakır keyfin en güzel halidir, rakının rengi…

Rakı ve Aşk

Kokusunda başlar bütün aşklar, acı tadından anlarsınız aslında ne kadar zorlu bir yol olduğunu… Tadında buruk bir hikaye saklar her zaman ve size anlatmak istediklerinin sonu gelmez. Mutlu da eder, mutsuz da…

Sevmek istersiniz, alışmak ama korkarsınız da onun yumuşaklığına ve sizi saracak olan kucağına alışmaya. Rakıdır bu, hiç bir şeye benzemez hali…

Buruk hikayelerin ya başlangıcı olur ya da sonu…

Karpuz, Kavun ve Beyaz Peynir…

Birbirleri olmadan sanki tatsız bir yemek edası olur. Buzsuz rakı, beyazsız peynir, renksiz karpuz, sert kavun gibi düşünün ve hayatın anlamını anlamaya çalışın. İmkansız değil mi? İşte, karpuz veya peynir olmadığı zaman rakı da aynen böyle ortada kalır. Ruhu ölür, dubleler kavuşmaz.

Soğuk karpuzun kokusunda, beyaz peynirin mayhoşluğundadır rakının acı tatlısı… Bir yuduma bir lokma denir her zaman. Hatta yanında suda istemez insan, kavunun o rakı kokan hali varken…

Ayrılamazlar, eksilmezler.

Rakı Masasına Meze Olmak ‘’ Denir ‘’

‘’ Çok içtik be, yine mezesi olduk masanın ‘’… Ne çok söylenir bu söz, sanki meze kötü bir şeymiş gibi. Mümkün değil ki meze olmayan masada rakının su olması… Balığın yanında mezesi, mezenin yanında rakısı, rakının yanında buzu. Aldığınız her dublede mezenin tadı daha hoş gelecektir, damağınızda bıraktığı tat dünya mutfağına bedel…

Ezmesi, patlıcanı, favası, zeytinyağlısı, börülcesi, kalamarı, karidesi… Bunlarsız rakının suyu yok demektir. Çatalınızın ucunda duran o muhteşem tatlara kavuşmak için rakınızdan bir yudum alın.

Nerede İçsek Bu Şişeyi?

Bir manzara lazım bu adama, etrafta ki sessiz sesi dinleyeceği ve keyifleneceği… Delikanlı ağabeylerin meyhaneleri gibi salaş ya da Egelilerin denizi gibi dingin. Ama mutlaka bir mekanı olmalı bu adamın efkarlanacağı ya da neşeye kaptıracağı kendini. Şişenin dibini görürken manzara da sevdiğini de göreceği bir manzarası olmalı, masada olmayan dostlarına kaldırır gibi kaldırmalı batan güne dublesini…

Öylesine sıcak, samimi bir manzarası olmalı hafif esintili ama yakan güneşli. Hayal kurabileceği ve ‘’ Ah be ‘’ dediğinde sesinin yankılanacağı bir manzara lazım bu adama… Rakının acısının boğazındaki düğümüne anlam katacak bir manzarası…

Masada Kalkmayan Duble Bizden Değildir

Dostlarınızla oturmuşsunuz, rakınız yaranıza kadar dolu ve önünüzde hakkını verecek eskiden kalma mezeler… Herkesin niyeti başka, kimine keder vurmuş kimine neşe… Şimdi ne yapmalı? Kaldırılmalı dubleler ve o tok ses duyulmalı… ‘’ Sağlığımıza demeli biri, diğeri en kötü günümüz böyle olsun derken ‘’…

Arka fondan Zeki Müren ‘’ Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun ‘’ derken, sonra Müzeyyen Senar demeli ki ‘’ Kimseye Etmem Şikayet ‘’… Onların sesleri kulakların en güzel yerinde nağmelenirken bir kez daha kalkmalı dubleler, aşka…

Yaraya Kadar, Masada Olmayana…

Doldurun kadehlerini yaranıza kadar, vurun masanın en ortasına ‘’masada olmayanlara’’ diye… Adettendir, dubleler doldurulur önce masadakilere sonra olmayanlara, olupta olamayanlara, gönüllerdekilere içilir. Anılara hürmet edilir, kalpte kalan acılara…

Dublenin acısıdır masada olmayanlar ve her zaman surat ekşitir. Canlanan hatıralara inat her zaman yaraya kadar içilir, yarayana kadar değil. Tarifi yoktur masada olmayanların acısının, gelseler olmaz ve gelmeseler hep eksik.

Kaldırın dubleleri önce masaya, sonra ‘’masada olmayanlara için’’…

Efkarın En Yakın Dostudur Bu Adam

Rakının bir adabı vardır bu alemde, içmeyene laf edilmez de içeceksen de edebinle içeceksin der ağabeyler. E nedir bunun adabı da biz bu kadar zorlanıyoruz.

Dubleyi doldurursun ister sek ister tek, adabıdır önce karşındakine kaldırırsın sonra aklındakine… Kalktıysa o duble mutlaka içeceksin, ister acısını ister tatlısını. Boğazdan geçtiği gibi tadına bakacaksın peynirin. Ah o güzel adamlar, alımlı kadınlar hepsi efkardan başladı bu merete. Böyle kayboldu o güzel adamların akılları, o alımlı kadınlarda…

Efkar basarsa, doldurur meyhaneci…

Çalgısı Başka Çengisi Başka

Hep hüzünden mi içilir sanıyorsunuz, neşesi de başkadır rakının. Bir oynatır ki bilemezsiniz. Ne delikanlı ağabeyler, ne babalar düşmüştür onun tuzağına… Rakının dibinde balık olmak denir bizim orada buna… Edirne, Tekirdağ bunlar hiç duramaz yerinde çalgıyı duyduklarında , hele de ellerinde rakı dublesi varsa….

İstanbul çiftetellesi çaldığı zaman bütün kadınlar salınır, Çıksalın sokaklarında… O saz ekibinin marifetleri ne bir orkestra da ne de eğitimli müzisyende vardır. Sizi hem hüzünlendirir klarnet, hem oynatır darbuka… Ah çengisi de varsa daha ne olsun, bu sefer yaraya kadar değil, oynatana kadar içilir rakı…

Beyoğlu, Galata, Karaköy…

Ah o Beyoğlu’nun büyük ağabeyleri, Galata’nın köşe takımları, Karaköy’ün aşıkları… Hepsi rakı şişesinin dibini gördüğü halde sevdiğini göremeyenler… Aşkları en büyük yaraları olan insanlar, kabadayılıklarının son ayağında şişede balık olanları…

Eski İstanbul’un en güzel yerlerinde içeceksin içeceksen… Efkarı Galata’nın kulesinden uçuracak, Beyoğlu’nun kalabalığında bırakacak, Karaköy’ün Haliç’inde boğacaksın. Yarana meze basacak, boğazına rakı düğümleyeceksin.

Rakının Adıda Aşk, Tadı Da…

İster aşık ol ister yaralı ister mutlu… Hepsinin kapısı rakıya açılır. Bizim en büyük kültürlerimizden biridir bu adam… Hem şarkıları, hem mezesi hem de acısı bizdendir. Ciğerden gelir ‘’ ah ‘’…

İnsanlığın en güzel zamanıdır, dublenin sesi…

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 99
: 120
Kayıt tarihi
: 30.03.18
 
 

Merhaba :) Herkesin yazmaya olan isteği ve hayranlığı ile burada buluşabiliyor olmasından çok büy..