Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Aralık '09

 
Kategori
Deneme
 

Rakının mezesi, felsefesi ve hikmet-i mucizesi…

Rakının mezesi, felsefesi ve hikmet-i mucizesi…
 

Rakı işte canım, alt tarafı bir içki... Koyarsın bardağı, dikersin başına... Hayır olmaz! Rakı içmenin de, rakı sofrasının da kendisine özgü bir adabı, bir terbiyesi ve bir kültürü mevcut. Bardağının biçimi, kadeh tokuşturmanın bir usulü, muhabbetinin bir geleneği vardır. Nasıl mı? Duyup, görüp, yaşayıp, öğrendiğimize göre, aşağıdaki satırlardaki gibi... + + + "Dağ başındasın; Derdin, günün hasretlik. Akşam olmuş, güneş batmış İçmeyip de ne halt edeceksin?.." demiş Veli'nin oğlu... İçmeyip, hiçbir halt edememek var, doğru. Ancak bir de içip; bir daha, bir daha içip ve içmeyi bilmeden ve bilemeden ve bilememekten... doğan illetler de var; zillet de var; (ve) bir "hikmet" de var... Bu yüzden babadan oğula, dededen toruna bir gelenek oluşturmuş bu millet. Bir rakı “adab-ı muaşereti" oluşturmuş... Yıllar yılı sürmüş bu adap ve her gün yeniden eklenmiş birbirine, masalar ve kadehler boyu... Kısacası "rakı adabı", denen bir töresi var rakının. Kendine özgü mezeleri var. Sohbeti, muhabbeti, gündemi ve erdemi var. Şişede durduğu gibi durması öğütlenen terbiyesi var. Ülkenin kurtarılması, kırgınlıkların kırılması, aşkın ve dostlukların ısıtılması ve kanın kaynatılması gibi yan etkileri var. Rakı kadehi, hiçbir içkinin kadehine benzemez. İnce uzun belli, berrak cam kesmesi, özellikle pürüzsüz, yekpare ve saydam olmalıdır rakı kadehi: Olmazsa, olmaz! Bardağın yarısından azı, rakı şişesinin ağzı kendi etrafından yavaşça döndürülerek, usulcana doldurulmalıdır. Rakının üzerine [ehlikeyif tercihi ölçüsünde] soğuk su [ve bir o kadar da az ölçek] buz ilave edilerekten, kadeh tepelenmelidir. Kimileri bir maydanoz dalı atar kadehin içine Cevat Şakir misali... Kimileri susuz içer rakıyı. Nazmiye Hanım örneği... Ama kimileri de [ki sayıları oldukça fazladır] bu tür ayrıntılara meydan vermeden yudumlayıverirler rakılarını. Kıssadan hisse: rakı yudumlanarak içilir; kimileri gibi ayran bardağını diker gibi değil. Tamam, bütün bu ayrıntıları ıska geçerek de içebilirsiniz rakıyı. Ve sonuç olarak, siz de rakı içmiş olursunuz… Ancaaak!.. Ancak, bir rakı içmesini bile becerememiş olursunuz yastığınıza başınızı koyarken, hepsi bu... Esasen, "rakı içmesini bile beceremeyen" o mutsuz azınlığın, bu yazıyı okumaya da ihtiyaçları yoktur [netekim!..] “İçmesini bilene Zevk-u sefadır rakı İçmeyi bilmeyene Cevr-ü cefadır rakı... “ Ve işte görüldüğü üzere, sonunda, bu "çok-kültürlü" ermiş "dem şairi"ne hak verdirirsiniz cümle âlemi. Bu derin kültürlü ermiş vezin ustası için, rakıyı, ruhun cilası ve manevi lezzetlerin vasıtası kılan nedir? Sahi nedir? Rakı, merkezi sinir sistemini geçici olarak gevşetir, teskin eder. Damarlarımızdaki kanın daha hızlı devinmesini sağlar. Gönlümüzü hoş eder, bilinç/altımızın "altını üstüne" çevirir ve hatta dışarı sızmasına bile neden olabilir. Geçici rahatlama, geçici cesaretlenme, geçici olarak toplum baskısını hafifletme gibi ruh hallerinin bir resmigeçidine tanık olmamıza ve hatta bu resmigeçidin baş aktörü olmamıza neden olur. “Al kadehi eline, Dokun gönül teline Muhabbet alemine Bir merhabadır rakı.” Muhabbete merhaba... Gönül teline selam... Ayıkken yapmadıklarımıza, yapamadıklarımıza geçici süreli bir serbest geçiş hakkı... Peki niçin ayıkken değil? İşte her bireyin kendi başına yanıtlaması gereken bir sorudur bu... Hatta sorudan ziyade bir sorun ve belki de bir sorunsaldır. Her insan, kendi içinde, toplumsal baskıların tortusunu gözden geçirerek… Rakının kendi benliği içinde marşına bastığı dinamoyu keşfetme sorumluluğu ile karşı karşıyadır; göğüs göğsedir… İnsanı, aydın olmaya götüren sorular, sorunlar, sorunsallar bu noktalardan başlar. Meselenin genişliği yanında oldukça fodul kalan bu yazının sınırlı koordinatları içinde rakı-birey ilişkisine ancak bu kadar bir yer ayırabiliyoruz. Gelelim rakının bilimsel tanımına: Rakı, yalnızca suma (veya tarımsal kökenli etil alkol ile karıştırılmış suma)'nın, beş bin litre ya da daha küçük hacimli geleneksel bakır imbiklerde, anason tohumu ile ikinci kez distile edilmesi ile üretilen alkollü içkidir. Peki rakı adı nereden geliyor? Rakı adı, bir görüşe göre razaki cinsi üzümden; başka bir görüşe göre ise, yakın doğu ülkelerinde hurma kökünden elde edilen araktan gelmektedir. Aslan sütü unvanının ise, eski rakı fıçıları üzerindeki aslan kabartması nedeni ile verildiği düşünülmektedir. Rakının üretilmesi ise şöyle: Yaş ve kuru üzümlerin su ile karıştırılması ile elde edilen şıra içine saf maya katılarak fermantasyon sağlanıyor. Daha sonra bu sıvı damıtılarak suma adı verilen üzüm aromalı içki alkolü elde ediliyor. Bu sumanın, anason tohumları ile ikinci kez damıtılmasıyla da rakı elde ediliyor. Bu şekilde üretilen rakı, meşe fıçılarda 20 ila 120 gün arası dinlendirildikten sonra satışa sunuluyor. Peki rakı çeşitleri arasındaki kalite farkı nereden kaynaklanıyor? Örneğin, Altınbaş ve Kulüp rakılarında kullanılan alkoldeki suma oranı %100 olmasına rağmen, Yeni Rakı da bu oran % 70... Yeni rakıda geri kalan kısım şeker pancarı alkolü ile tamamlanıyor. Tekirdağ rakısının farkının ise, yapımında kullanılan Çorlu'daki özel artezyenden gelen su olduğu söyleniyor. Tabi dinlendirme süresi ve üretimde gösterilen özen de burada çok büyük önem taşıyor. Bu noktada rakıyı buzlu içenlere önemli bir uyarıda bulunmamız gerekiyor: Rakı kadehine buzu, su ilave ettikten sonra koymanız gerekiyor... Çünkü buzu, rakı ile suyu karıştırmadan koyarsanız, rakı ile buzun ani teması, üzüm ve anason aromasını veren maddelerin kristalleşmesi sonucunu doğurur... Bu da rakının tadının, bir daha düzeltilemeyecek ölçüde bozulmasına neden olur. Rakı, meze ile yavaş yavaş ve sindire sindire içilen toplumsal yönü ağır basan bir içki türüdür. Kişiler çoğunlukla anlatır ve nadiren dinler... Çünkü rakı, kişiye anlatma, kendini ifade etme isteği verir. İç dünyaların açıldığı, toplum içinde beşeri münasebetlerin kamçılandığı ve bazen de fazla kamçı yüzünden hoyratlaştığı ince bir çizgiyi izler rakı muhabbeti... Özellikle ikinci kadeh rakıların tokuşturulmasından sonra ortaya çıkan ve birer monolog biçiminde süre-giden ve genellikle de, anti-demokratik bir yöntem izleyen "duygusal" tonlu konuşmalar, muhabbeti oluşturan bireylerce zaman zaman ilgi, sabırsızlık, merak ve kızgınlıkla izlenir. Rakının damarların içine girerek tüm vücuda yayılmasında da bir adaletsizlik mevcuttur... Rakı, damarlarımız yolu ile bedenimizin her köşesine yayılır; ancak, bir yandan da damarların daralması nedeniyle, beyne giden kan miktarı azalır. Beyne az kan gitmesi ise, insanın daha az ve isabetsiz düşüncelere dalmasına neden olur. Açıkçası, rakı ruhu coşturur; aklı söndürür. Akıl ile ruhun bu biçimde ters orantılı bir eylem zincirini izlemesinin sorumluluğunu üstlenmek, ayık olarak katlanılacak bir edim değildir. İşte kronik alkolizmin kaynaklarından birisi de, bu ağır sorumluluğu yüklenmeye dayanamamak nedeniyle bir kadeh daha içmekten geçmektedir. Rakı sofrası, minimal bir toplum modelidir. Kişisel saygınlığın önemli ölçeklerinden birisidir. Üçüncü, beşinci kadehlerden sonra da bu saygınlığı koruyabilen bir birey, önemli hasletlere sahip demektir. Bir başka deyişle, rakı sofrası, toplum içindeki kimliğimizi test edebileceğimiz küçük ölçekli bir deneme alanıdır. Rakı nasıl içilir? Bu soruya her düzeyden insan, aynı basit yanıtı verir: - Rakı adam gibi içilir! Peki, rakı kadehi tokuşturmanın töresi, nedir ve nasıldır? Masada yaşça en büyük kişi rakı kadehini tokuşturmak için kaldırmadan rakı kadehleri masadan kalkmaz. Bu kural, birinci kadehler içindir. İkinci kadehlerde ise, mesele biraz daha derinleşir. Kural olarak rakı kadehi tokuşturması, sadece ilk kadeh bakımından benimsenen bir tutumdur. Ancak, muhabbetin daha sonraki aşamalarındaki kadeh tokuşturmaları, çoğunlukla herkesin kendi rakı içme ritmini bozan bir zorlama haline gelebilir. Her rakı erbabı, kendi balans ayarını bilmek ve bu ritmi, muhabbetin sonuna dek korumakla sorumludur. Sık sık kadeh tokuşturma eylemi ise, titizlikle korunması gereken bu kişisel nitelikli ritmi zorlayıp, bozabilir. Ancak yürüyen muhabbetin neşe damarı, coşku patlamaları ya da yükselerek ağırlaşan keder misyonu, muhabbete katılanları birlikte bir tepki vermeye ya da hep/birlikte kahkaha atmaya veya sevgi bağlamlarını coşturmaya yöneltebilir... Ve işte o anda "hep birlikte" bir şeyler yapmak; örneğin kadeh tokuşturmak gibi bir şey, gönüllerden bir anda ve [yine] hep birlikte geçebilir... Evet, işte o anda, [örneğin] - Haydin bre dostlar, şerefe, denebilir. Peki… İşte bu süreçte, kim edecektir bu sözü? Kim çekecektir başı? Ve ilkin kim kaldıracaktır kadehini? Bu mesele önemlidir. Rakı töresi bu konuyu şöyle çözmüştür: - Az içen çok içene kadeh kaldıramaz! Bu kural, kesin bir terbiye, usul ve adap meselesidir. Ve bu kuralın içinde, geleneksel kültür mirasımızdan süzülen çok ince bir çizgi vardır... Az içen, çok içeni, daha da fazla içmeye teşvik etmemelidir. O'nu çok içme yönünde yüreklendirmemelidir... Rakı sofrasında ne konuşulur? Bu sorunun yanıtı, içinde yaşanılan toplumun ve hayatın gündemi, rakı muhabbetinin çevresinde yer alan kişilerin kültürel düzeyi ve bu kişilerin birbirleri olan yakınlıkları ile doğrudan ve sıkı sıkıya ilişkilidir. 1960 sonrası Türkiye'sinin rakı sofralarında çoğunlukla ülkenin sorunları konuşulurdu. Ülke 80'lere yaklaştığında, terör ve enflasyon, gündemi tümü ile işgal etti. 1980 sonrası rakı sofralarına yavaş yavaş köşe kapmaca, köşeyi dönme, köşeden tüyme, köşeyi atlama… ve benzeri konular ağırlıklarını koymaya başladı. Sonraları ise, Tarkanlar, mankenler, markalar, SMS'ler, araba markaları, tv dizilerindeki „tip"ler, Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar işgal etti rakı muhabbetinin gündemini. Bir vakitler Nazım'dan şiirler okunan masalarda müstehcen fıkralar, seçkin yerlerini, yeniden geri aldılar. Komşudan, patrondan, sevgiliden, karıdan ve kocadan yakınmalar, "ben demiştimler", ağzının payını vermeler, "ardımdan baka-kaldılar", "dağıtırım ulanlar" ve benzeri tüm kontrolsüz ego-semtromları işgal etti rakı masalarını... Rakı sofranız, ülkenin toplumsal ve siyasal ortamından, bir birey olarak sizin kültürel, moral ve kişisel hayatınıza sızan ve ona şeklini veren bir unsur ve hal-i pür melalinizi yansıtan bir aynadır. Örneğin, sigara küllüğüne zeytin çekirdeği ve sıkılmış limon kabuğu koyuyor ve içilen kahve fincanının tabağında sigara söndürüyorsanız, durumunuz, "na(!) - hoş"tur... Rakı sofrasında yer alan mezelerde başı zeytinyağlılar çekmelidir Çünkü öncelikle, zeytinyağlılarla başlayan rakı içiciliğinin, midenin bir ölçüde de olsa korunması sonucunu doğurduğu rivayet olunmaktadır. Rakı'nın en büyük özelliklerinden birisi, kendi dilinden anlayan kişilere, kendilerini ne zaman sarhoş edeceğini önceden haber vermesidir... Bu dili bilen ve kendi oto-kontrol mekanizmalarının kullanım kılavuzunu [hiç değilse] okuyabilen kişiler, bu uyarıyı “zamanında" alabilirler. Rakı, “geliyorum" diyen bir içkidir. Usulca sokulup, amansızca vuran bir içki değil! Ancak bu işin sırrı, bu erken uyarı sistemini süzebilme yeteneğinizle doğru orantılıdır… Şair şöyle anlatıyor bu önemli özelliği: “Bu yol kendini yenmişlerin yoludur, Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye…” Bir de rakı masasından ayrılmanın adabı vardır: Çünkü masadan bazen kalkmak ayıptır; bazen de kakmamak... Sohbet iyi, muhabbet koyu, konular saçak gibi derin, sıcak ve yakıcı… İnsanların yüzleri gülüyor, dikkatleri gerilmiş, seslerde coşku, yürüklerde ısı gezinip dururken... Siz böylesi bir ortamın tam ortasında; - Bana müsaade dostlar, diyorsunuz; sebepli - sebepsiz! Olmaz! Bu çıkış hiç bir şeye, hele rakı masasının geniş, gevşemiş, sevecen ortamına hiçbir biçimde sığmaz... Eliniz kanda olsa, çekip gitmeyeceksiniz bu ortamdan… Masanın keyfine [asla] “püf" demeyeceksiniz!.. Ayrıca rakı sofrasının bir “tüzel kişiliği" vardır. Ve işin garip tarafı, çoğu rakı içicisinin bu farklı sanal kişilikten habersiz olmasıdır. Rakı masasını oluşturan tek tek kişilerden ayrı ve bağımsız, "nev-i şahsına münhasır" ayrı ve müstakil [tam bağımsız] bir kişiliktir bu... O'nu zedelemezsiniz, gücendiremezsiniz; soğutup, üşütemezsiniz. Ama bir de o güzelim masayı, yıkılırcasına terk etmek var... Bu ilim irfan müessesesini kabaca işgal etmek var… Sözün ilmik ilmik döküldüğü, kimliğin yerlerde süründüğü ve insani bir enkaz olarak kalkmak var rakı masasından… Ama bu konuya hiç girmeyeceğiz. Çünkü böyle bir durumun oluşması, rakı sofrasının ortadan tümü ile kalkmasına neden olmakta ve bu “fazilet” arenasını, alelade, basit, ruhsuz ve renksiz bir lümpen bir kültür atık maddesi haline dönüştürmektedir… Rakı sofrasının bir diğer türü ise, yalnız insanların oluşturduğu, tek başına sürdürülen bir şölen ortamı oluşturmasıdır… Yalnız insan, rakı sofrasında kalabalıklaşır. Biri, rakı kadehini kaldıran kişi, diğeri ise, “kendi”nin ötekisi olan kişi… Sonra sayısız, sınırsız ilgilerin, düşüncelerin, duyarlılıkların yarattığı cümbüşün ortasında zihinsel sevinçlerin belli belirsiz gülümsemesi... Islak olmayan; ama yumuşak ama acımasız bir içtenlik… Rakı kadehini kaldıran kişinin, diğerine, - Haydin şerefe, deyişi... Sonra dünyanın yeniden ve yeniden şekillenişi... ve - Bir de rakı şişesinde balık olsam, deyişi; ötekinin, berikine… Evet… İşte rakı sofrası böyle bir alem, böyle bir dünya ve böyle bir serüven... Sonra?.. Sonra, tam yağlı koyun peynirinin üzerine kırmızı pul biberle renklendirilmiş sarımsaklı zeytinyağı süslemesi... Ve turşu! Tabii algılayıp, hazmedebilirseniz... - Haydin, şerefe!.. http://www.soruyusormak.com/ http://www.dnm-ler.com/

 
Toplam blog
: 913
: 485
Kayıt tarihi
: 30.01.09
 
 

1942 yılının Şubat ayında Bursa'da (Mehmet Kemalettin'den olma, Emine İffet'ten doğma olarak) dün..