Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Rakınrol yapamayan parmaklar

Rakınrol yapamayan parmaklar
 

Uzun zamandır kafanızda gezinir durur; yanıtı araştırıp  bulmak yerine; akla takılanı: Beynin arka bahçelerinde otlatırsınız.

Mühim değildir, acil hiç değildir. Beynin arka bahçesindeki ağaçlardan birinin gövdesinde bağlıdır.

  Kısacık urganla ya da paslı zincirle bir köşede tutsak edilenler gibi…

Düşünceler vardır, bir işe yaramaz lâkin yer işgal ederler.

Benim o işe yaramazlardan bir tanesi; geçenlerde tesadüfen açıklığa kavuştu.

 (Biliyoz biliyoz İlhami tesadüf diye bi şi yoktur)

Bir zamanlar kasası, kırık beyaz bir daktilom oldu şu anda emekliliğin keyfini çıkarıyor.

Kırık beyazım on parmağımı hiç tanımadı en fazla iki üç parmak; acelem olduğunda daha da az; şimdilerde de durum pek farklı değil.

Yani klavyede parmaklar –rakınrol-yapamadı yapamıyor.

 Harfleri eskiden olduğu kadar aramıyorum; yine de

Dizüstünün klavyesi bana bıyık altından gülümsüyor, ben de umursamıyormuş gibi davranıyorum.

 Her türlü klavyede karmakarışık serpiştirilmiştir harfler…

 “Neden alfabetik sıraya göre dizilmemişler de bozguna uğramış ordunun askerleri gibi karman çorman olmuşlar” Sorusu: Kafamı, yumuşakça didikler dururdu.

Nihayet karmakarışık serpiştirmenin nedenini öğrenebildim.

1874 Yılında Matbaacı  Christopher Latham Sholes daktilo tuşlarının(uzunca saplarının) birbirine sıkça takılmasından fena halde sıkılmış  ve nedenini araştırdığında; sıkça kullanılan harflerin yan yana yer almasından kaynaklandığını fark etmiş.

Ve çareyi onları birbirinden uzaklaştırmakta bulmuş.

Q bir yana X bir yana gitmiş.

Farklı dillere göre biraz farklı serpiştirme sistemi kullanılsa da

Matbaacının 1874 de düşündüğü geliştirdiği harf düzenlemesi ve yerleştirme tarzına (tuşlar saplarını kaybetmiş olsalar da) sadık kalınmış.
Christopfer’den sonra bu konuda yenilik getirmek isteyenler  olmuş.

1932 Yılında Prof. Dr. August Dvorak: Çok daha kolay rahat, seri bir düzenleme sunmuş olmasına rağmen, keşfi; kimse tarafından kabul görmemiş, hayata geçirilmemiş unutulmuş.

Eski köye: Faydalı; elzem, hayati boyutları olan

İyilik fışkıran yenilikler getirmek öyle kolay olmuyor işte.

Keçi önce otu koklayacak, yapraklarını yalayacak; birazcık tadına bakacak işte tam o sırada; hava muhalefeti yüzünden karnına bir ağrı saplanırsa;

Otun şansı yaver mi gitmiş olacak?

  Keçi tanımadığı otu yemeyecek.
Peki bu muhafazakar keçi: Yemek listesine tanımadığı otları dahil etmezse ne olur?

Ona bi şeycik olmaz çünkü repertuarı oldukça geniş, tabiat bilgisi yıldızlı on Yüce onu donanımlı yaratmış.

Ayrıca insanoğlunu örnek almayı şimdiye kadar hiç düşünmemiş.

İnatla keçiyi örnek alan insan; önce bilhassa kız çocuklarını sünnet ettirmekten vazgeçecek sonra hemcinsinden söz ederken “çişli” sözcüğünü ağzına almayacak.

Ağızda çiş olmuyor yani…

 Karşı cins de eksik eteğin; bir moda akımı; maksi eteğin zıt kardeşi mini olduğunu kabullenecek.

İnsanlık: Erkekle kadını kıyas etmekten vazgeçecek.

Kadının dünyası; sapına kadar erkekleşmeyecek.

Aksi halde bebelerin geleceğini tüpler bile garanti altına alamayacaklar.

Tabii ki bu durum hiçbir keçinin umurunda olmaz.
Simsiyahız yastayız diyoruz ya…

Hayır, öyle değiliz.
Korkular içindeyiz.
 Korktuğumuz için “el alem ne der” tohumunu içimizden atamıyoruz. Beslediğimiz için yazımızı güzelleştiremiyoruz.

“Güç olmasın da geç olsun”

Güç olmadan olmaz.

Olsa olsa çok geç olur.

Pespembe ufuklara doğru yol almak isteyen; karalardan karalamalardan simsiyah olmaktan kurtulmalıdır.

Alev Meisel/Berlin

20.Şubat 2015 Cuma

        
 

       

 

      

 
Toplam blog
: 584
: 853
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi! Nasıl YAZAN oldum. 'Yalnız doğar, yalnız göçer' eskile..