Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Nisan '21

 
Kategori
İnançlar
 

Ramazan Ayına Girerken

ŞUUR

Hatırlamayla ilgili Arabi’nin çok güzel bir yaklaşımı var. Diyor ki: Fatiha suresini insan ezberlemiyor, nasıl hatırladığını da bilmiyor. Aslında insanda hatırlama diye bir şey söz konusu değil. İnsan kendinde olduğu sürece, insanoğlu açılımlar yapıp gen boyutuna karışmadığı sürece, sonuç olarak hiçbir şey hatırlamaz durumundadır. Her çıkışı birbiriyle bağlantılıdır. Şuurlu olduğu için, insanda mevcut olan şuur hatırlama özelliğini de gerçekleştiriyor, bünyesine katıyor. Ve buna biz hatırlama demiyoruz. 
 
Bir yerden bir yere gittiğin zaman şurada şöyle binalar vardı; şunları şunları hatırladım filan falan...Evet burasıydı diyebiliyoruz. 
Ama Allah’ta öyle bir şey yok. Allah’taki konuşma hatırlamaya dayanan bir konuşma değil. Dolayısıyla Allah soru sormaz. Allah kullarına soru sormaz. Kullarının da kendisine soru sormasını istemez. Bu anlamda, bu manada...
“Yaptığından sual olmaz” diye bahsedilen ayet, “O, soru sorulmaktan münezzehtir” anlamına gelebilir. 
Birtakım şeylerden münezzeh olmasının sebebi sorulardan beri olmasıyla alakalıdır. İkinci bir varlık yok ki ona soru sorulabilsin. Veya da o bir varlığa soru sorsun, kendisine soru yönelten bir varlığa cevap versin. 
Tabi bu bizim gündelik hayatımızda aynen anılar gibi, aynen şahadet olayı gibi, şahit olayı gibi, soru-cevap şeklinde gerçekleşen testler gibi, yazılı veya sözlü ortamlarda ortaya çıkan...
Bilinmeyen bir şeye ait olan bir özelliği ortaya çıkartmak için insansıların zaaflarını ortaya çıkarmak için yapılan yaklaşımlar. 
Okula gittiği halde, elinde doküman olduğu halde yine soruyor. Orada şunlarla bunlarla tanıştın mı filan falan. 
Bir şeyler bulup o sorularla ortamı hiddetlendirmek, onu biraz agresif hale getirmek, yani o ortamlarda neler yapabileceğini düşünmek açısından o sorular sorulabiliyor. 
Keza her alanda böyledir; ekonomik alanlar, siyasal alanlar...
Epifiz, hipokampus, hipothalamus...Beynimizde tüm bu sistemlerin input-output-process yani beyne bir geliş, değerlendiriş ondan sonra bir çıkış vardır. Ben o process’e giriş sırasında, process edilen boyut itibariyle söylüyorum, o noktadaki cevapta soru-cevap şeklindeki algılamanın sonucu verilen bir cevap değil. Öyle bir anlam böyle bir mana ifade ediyor. Ama o manayı ifade ettiği zaman o anlamı değerlendiren, şuurlu olarak o boyutla ilgili cevaplar veriyor. Biz buna cevap 6 saniye sonra beyinde oluşuyor şeklinde bir yaklaşımda bulunuyoruz. 
Dolayısıyla varlığın bölünüp parçalanması münkün olmadığı dikkate alındığında soru sorulması diye bir şey; yani Allah’ın soru sorması aslında bir metafor. Yani bir beklenti değil ama bir mecaz gibi gözüküyor. 
Senin hiçbir şey düşünmediğin anda aklına bir sure geliyorsa ve bu aklına gelen sure de “Ya Rabbi bana eşyanın hakikatini göster” gibi anlamlı bir şey etrafında dolaşıyorsa; burada, bu sözde aslında bir soru yok. 
Aslında Kuran’a talim edilmesi de bizim bildiğimiz gibi değil. Hz.Muhammed bir taraftan ayetleri okurken öbür taraftan da Cebrail ona karşılık veriyor. Cebrail’in karşılık verdiği noktalarda Hz.Muhammed ona bazı ayetler okuyor. Ve dolayısıyla karşılıklı olarak Efendimizin hayatının son bulacağı Ramazanda Kuran’ı iki kez Cebrail’le talim ediyor. 
Tabii Cebrail kendi özelliği olduğu için, kendi özelliğinden gelen birtakım bilgilerin test edilmesi şeklinde düşünebiliriz. Veya da bir açılım olarak da düşünebiliriz. 
Yani o noktada şöyle söylenmiştir, şöyle söylenen şeyi daha ziyadeleştirmek için farklı bir şey söyleyeyim anlamında. Farklı bir düşünce de değil. Farklı bir fikir de değil. Farklı bir düşünce ve fikirle alakalı bir boyut da değil. Bunu böyle bildiğimiz takdirde, yani Allah’ın soru sorması diye bahsedilen olayın aslında (tabi burada benim anlayaşıma göre ifade edeceğim) metafor olduğu ortaya çıkıyor. 
Yani dilediğini yapma özelliğini ortaya çıkartan, çıkaranın kendini seyri. Hiçbir şekilde ikinci bir varlık olmaksızın, bir terkibiyet olmaksızın, bu noktanın Allahça yaşanması diyebiliriz.
Zaten Allah’ın insanla insanca konuşmasının belli bir lisana bağlı değil, belli bir algılamaya bağlı değil, kayıtlı değil, kilitli değil. Ve yaşam olarak o insanın gündelik hayatına hitab eder şekilde ve bir üst boyuttan şeklinde düşünmek lazım. O şekilde meydana gelen bir hitabı insanın Allah’la konuşması şeklinde düşünmekte fayda yok. Aslında öyle bir şey söz konusu değil. Bu da epeyce bir analiz edilmesi, tetkik edilmesi, incelenmesi gereken bir konu. Allah benimle konuşuyor diyorsan zaten baştan şirktir. Allah şirki sevmez. 
Dolayısıyla şirki sevmediği bir noktada apaçık şirkin varlığından bahsetmek gerekmiyor diyebiliriz, mümkün de değil. 
Dolayısıyla birtakım yaklaşımlar bize göre, bizim anlayaşımıza göre gerçekleşirken ve böyle böyle ‘Allah, işte Musa’yla konuştu’, ‘Allah her an bizimle konuşuyor’ şeklindeki ifadelerde onun beynine(Örn: Musa) inerek o noktaları çözmekte yarar var. 
Yoksa söylendiği gibi, ifade edildiği gibi kabul edilse zaten hiçbir değeri olmayacak, hiçbir kutsal tarafı olmayacak. 
Bu bakımdan son zamanlarda yaptığımız güzel konuşmalardan, sohbetlerden bir tanesi olarak düşündüğümüz o yaklaşımı her halükarda benliğimize, hüvviyetimize katmamız şart. 
Yani ben orada hatta evliyalara bile gittiğiniz zaman sanki karşılıklı konuşurmuşçasına birtakım şeyler düşünmemiz...O anda insan öyle bir türbülansa giriyor ki sanki evliyayla konuşuyormuşsun gibi, sen soruyorsun o cevap veriyormuş gibi bir izlenime girsek bile böyle bir yaklaşım kesinlikle muhaldir. Sadece bir açığa çıkış vardır. Sen sesini kessen o açığa çıkış; konuşma şeklinden daha da ileri gidecek, daha da netleşecek, belki de olabilecek bazı olayları da dile getirecektir. 
Ama olabilecek olayları dile getirmektense ilmi gelişmeleri yani “Rabbim ilmimi arttır” şeklindeki bir yakınlaşmayı dilemek...Rabbim ilmimi arttır derken yani sen ve Rab şeklinde bu olayı değil, bir kuantum alan, kendini de bir kuantum alan olarak kabul ettiğinde, dinin bir kuantum alan olarak kabul edildiğini düşündüğün takdirde; onun gelişmesinin zaten her an için varolduğunu, sonsuz olanın genişlemesinin bir anlatım sadedinde kullanıldığını... 
Ve bu anlatım sadedinde kullanılırken, bizim kayıtlı ve kilitli beyin yapımızla bunları değerlendirilirken ve maalaesef bu şartlarda yaşarken; o şartların-koşulların da kayıtlı-kilitli olarak değerlendirildiği ön plana çıkıyor. 
Bu nedenle, Allah’ın soru sorması ve buna benzer birtakım konuşmalar geçtiğinde içten gelen sözde, şuurun bütünüyle açığa çıkması ve şuurun mana yönüyle insan beynine hitap etmesi konuşma şeklinde ve onları da algılama şekline dönüştürdüğünüz takdirde o kavramların simültane edilmiş şekliyle bizim beynimize geldiğini kabul ederiz. Ki biz simültane edilen bir lisan ve o lisanı sarfeden potansiyel bir gücü hayal edip oluştururuz. 
Bu hayallerimizde Resulullah ile konuşuruz. Hayallerimizde Allah’la konuşuruz. Ve ona cevap verir şeklinde mevzu bahis bir yaklaşımla, meczupsal bir yaklaşımla...Hani mezarcı diye bir abimiz var. Bu yollara girmiş. Dönüşü olmayan bu yollara girmiş. Yani o pozisyonun etrafında dolaşmak gibi bir kaydı ve kuydu yapmış oluruz ki...Burada ben kendi düşüncelerimin bu olduğunu söylüyorum. Hiçbir zaman bu noktaya gelmemiş, veya gelmek istemeyen insanlar için de zorlama diye bir şeyin konusu bile mevzu bahis olamaz. Zaten zorlamayla insan bir şey anlayamaz. Kitlenmiş bir beyni istediğin kadar zorla...”Dinde zorlama yoktur” derken kitlenmiş bir beyni zorlasan da bir şey elde edemezsin, bu anlamda. Kitlenmiş bir beyin, kilitlenmiş cevaplar verir ki o da yerli yerine oturacak cevaplar değildir manası var. Böyle düşünüyorum dolayısıyla simültane edilen olayın da bir yaklaşım bir model olduğunu kabul ediyorum. Her lisana göre simültane edilen bir ahenklilik deseni yok yani burada. 
Mesela bir futbol maçını düşünün. Bir futbol maçında herkes oyunun kurallarını, kaidelerini, penaltıyı, off-site’ı, taca çıkışı, faulü bildiği takdirde ve bunu derinliklerini keşfettiği; 3-5-2, 3-4-4 filan gibi sistemleri bildikten sonra o oyunu o kurallarla yaşamaz seyreder. Artık onu seyreder.
Gerektiği zaman müdahale etmesi dahi bir yorumda bulunması değil, seyrin gereği yapılan bir müdahaledir. İşte bu şartları açtığımız takdirde her şeyi daha iyi anlamış, değerlendirmiş oluruz. 
Dolayısıyla bir önceki konuya döneyim. Hafıza dediğimiz olay gensel/genetik birtakım özellikleri taşıyan olgulardır, oluşumlardır. Ama Allah’ta, ilminde, kuantumı alanı en azından benimseyen bir yapıda; hafıza, iman, tevekkül, teslimiyet ve tefekkürün olduğunu söyleyebiliriz. Bunlar hep alt boyutlardan gelen seslerin yüksek boyutlarda daha üst boyutlarda/maddelerde artık sesini kısmaya başladığını ve varlığını hissetirmediğini ifade etmeliyiz. 
Ama nasıl oluyor? Demek ki biizm duyduğumuz her şey, konuştuğumuz/yaptığımız her olay aslında bir şartlanmaya dayanıyor. Ve o şartlanmaya dayalı olduğu için de bir benlik yaratıyor. O benlikten kurtulmanın çabası içindeyken insan nefsini bilir, “Nefsini bilen, Rabbini bilendir” deniyor. Ve sen o sözün ne anlama geldiğini de bilmeden o sözü tekrarlıyorsun papağan gibi. 
Tabi ne nefisini biliyorsun, ne Rabbini biliyorsun...İnsan olmanın yolları sana kapanıyor. İnsan olmanın yollarının kapanmasının bir hikmeti var. Önce madde boyutunda, madde boyutunun varlığını kabul etmekle birlikte, bir algılamayla, bir değerlendirmeyle, insanın kendinden kendine yaptığı bir analizle, şekavet ehlinden hidayet ehline dönüşme aşamasındayken bir hiçlik noktasına geçmesi ve ben yokum demesi, ve her şeyin ben yokum derken; bütün oluşumların, bütün özelliklerin o hiçlikle beraber bir açılım meydana getirmesi...
Ama bütün açılımlarda o hiçlik noktasının dikkate alınmasının gerekliliği...
Bununla birlikte aklımızda karmaşa, kaos, saplantı, tutku, detaylara inmeden konuşmak, kaba-saba konuşmak veya çok güzel konuşmak, çok güzel ifade etmek gibi birtakım şeylerin aslında bir anlam taşıdığını; o anlamı değerlendirmeyenin hiçbir şeyden haberi olmadığını söylemekte fayda var. 
Burada şayet kendini kuantum alan, kuantum beyin olarak kabul ediyorsan o zaman hafıza denen modelin ruh ve beyin arasındaki ilişkiden ibaret olduğunu, ruha yükleme yaptığın takdirde ruhtan gelen belli bir enerjinin; belli bölgelerde hipothalamusta, hipokampusta geliştirdiği bir model olarak varolduğunu da saptayabilirsin. Bu her zaman için mümkündür. 
Çünkü insan o noktadan çıktı. İnsan şekavet ehlinden çıktı. Yani “Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin” olayını da ayet olarak söylediğimiz takdirde bu noktanın da bize ışık tutacağından hiç şüphem yok. İnsanların en azından tabanda; anılarının, eskiye dönüşlerinin olmaması ve Kuran’a dikkatinin daima ileriye götürmek kaydıyla, insanlara bir rol model olarak bunu yansıtmasıyla birlikte, insanların kendine dönük bir şekilde çalışmasını temin ediyor ki esas anlamı gerçekte budur. 
Onun için sağlıklı düşünün. Sağlıklı düşündüğümüz takdirde bir noktaya kadar gelebileceğimizi kabul edelim. O bir noktada, o sağlıklı düşünmenin de, birtakım fiillerin sonucunda da bir yere varamayacağımızı bilelim. Bu garanti bir şeydir. 
Ve ondan sonraki açığa çıkışların bizimle artık hiç alakası olmadığını, bizim hatıralarımızla/hafızamızla, şu veya bu nedenle örtüşmediğini-birleşmediğini düşünelim. 
Ve hakikat bizden açığa çıktığı zaman kesin ola ki bu hakikati ben olarak etiketlemeyelim. Hakikat her zaman aşikar ve ortadadır. Sen, ben olarak onu görmediğin takdirde aşikar ve zat-ı haktır diyebiliriz. Zatıyla açığa çıkmıştır. Hiçlik orijin değildir ama her şeyin aslı da hiçliktir. 
Her şeyin aslı hiçlikten varolmuş ve hep olmuş ama hep olduğu anda hiç oldupunu düşünebilen beyinler ancak hiçin ne olduğunu anlayabilir. 
Dolayısıyla tekrar eşyanın hakikatine dönersek her nokta algıladığı nokta itibariyle algıladığı nokta ile, yani eşya ile, o kompozisyonla kendi aslını düşünmeye gayret eder. Yani madde boyutunda olan madde boyutuyla, hücre boyutunda olan hücre boyutuyla, atom boyutunda olan atom boyutuyla, quant boyutunda olan da bir şekilde o öz yapıyla yani esma-i illahiyle arasında irtibat kurabilir. Bunların hepsi değişim ve dönüşümlerdir.
Gerçekler ve gerçek olmayanlar arasındaki ikilem ortadan kalkıyor, seven ve sevilmeyen diye bir zıtlıklar olmuyor. Zıtlıkların olmadığı yerde varolan tek varlık zıttı olmayan, benzeri olmayan, dununda başka bir varlık olmayan, suretlenen, suretsiz olan, suretli ve suretsiz olanın ötesinde olan akış noktası var. Eşyanın hakikatini çıkış noktasına bağlayamazsın.
 
Ahmed F. YÜKSEL
 
 
Bodrum/Milas 12 Nisan 2021
 
https://twitter.com/ahmedfyuksel
 
https://www.instagram.com/ahmedfyuksel
 
https://www.facebook.com/ahmedfyuksel
 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..