Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ramazan'ın keyfi neresinde?

Bu günlerde radyolarda, gazetelerde, televizyonlarda yayınlanan reklamların ana teması şöyle bir soruyla beynimize kazınıyor: "Ramazan keyfini yaşamaya hazır mısınız?"

Aklınıza gelen her ürün, sanki ramazan için tasarlanmış...

Ramazan bildiğiniz gibi, oruç tutulan ayın adı... Oruç tutmak ne zamandan beri "keyif" oldu ki... Zaten aç durmanın veya aç kalmanın keyfi mi olurmuş...

*****

Orucun görünürdeki basit ve temel özelliği, sabahtan akşama kadar, bir şey yemeden, içmeden ve cinsel ilişkide bulunmadan durmaktır...

Yemek ve içmek, hayatımızı devam ettirebilmek için zorunlu olarak yapmak zorunda olduğumuz eylemlerdir. Tanrı ramazan boyunca, bu en doğal hakkımızı elimizden almış gibi sanki... Böyle düşündüğünüz zaman oruç tutmayı çok da absürd bir hareket olarak görebilirsiniz.

Ancak işin aslı öyle değil. Oruç, insanın iradesine hakim olma sanatıdır.

İstediğimizi istediğimiz zaman yapmaya veya yapmamaya muktedir olduğumuzu düşünürüz hep. Aksi bir durum hiç de hoşumuza gitmez. Hani yağmasak da gürleriz.

Özellikle içki ve sigara tiryakileri, zamanlı zamansız, "istesem ben şimdi bu meredi bırakırım. Ama istemediğim için bırakmıyorum" diye nutuk çekerler ve çelik gibi bir iradeye sahip olduklarını her fırsatta etrafa duyurmaktan büyük zevk duyarlar.

Aslında papucun pahalı olduğunu, öyle göründüğü kadar bu işin kolay olmadığını onlar da bilirler ama, yiğitliğe leke sürmek kimsenin işine gelmez. Yalandan kim ölmüş?

Bu arada oruç tutanın yalan da söylememesi gerekiyor biliyor musunuz?

Kötü sözler, hele küfür, bir oruçludan asla duymamamız gereken şeylerin başında geliyor.

Açlık ve susuzluğun insan psikolojisini olumsuz etkilediği kesin. Özellikle şu sıcak ve uzun günlerde kan şekeri düşmüş insanların hissettiklerine özenecek bir durum yok herhalde. O zaman Ramazan'ın keyfi nerede?

Yaratıcıya kulluk etmenin, O'nun bir emrini yerine getirmenin, özellikle iradeye hakim ve sahip olmanın insana kazandıracağı manevi bir keyif elbette vardır.

Ancak sözünü ettiğimiz ürünlerin reklamındaki keyif, daha çok iftar sofrasında ve sonrasında yiyeceğimiz, içeceğimiz maddelerle ilgili.

Tüketim ekonomisine katkıda bulunmak üzere dizayn edilmiş materyalist-kapitalist zihniyet, dinle uzaktan yakından bir bağlantı içinde bulunmazken, sırf ticari kaygılarla "Anneler Günü" "Babalar Günü" "Sevgililer Günü" gibi manevi değerler yaratma çabasına girmiştir.

Ramazan onlar için tanıtımı ve reklamı kendiliğinden yapılmış hazır bir pazardır.

Normal zamanlarda günde 3 öğün yemek yediğimizi düşünürsek, Ramazanda oruç yüzünden öğle yemeği yiyemediğimize gör, normal olarak gıda malzemeleri tüketimi 1/3 oranında azalmalı değil midir?

Oysa tam tersine ramazan ayında gıda maddeleri tüketimi tavan yapmaktadır. Sadece ramazana mahsus 3-5 kalem gıda maddesinin bir aylık tüketimiyle, üreticiler bir yıl ayakta durabilmektedirler.

Ramazan keyfi, belli ki iftarda yenecek sucuktur, pastırmadır, pidedir, güllaçtır, baklavadır, içilecek koladır, ayrandır, meyve suyudur.

Böyle bir anlayışın dinle bağdaşır bir tarafı olduğunu düşünemiyorum.

Oruç bir irade eğitimi olarak, kişinin, yenmesinde hiçbir açıdan sakınca olmayan helal gıdaları bile kendi arzu ve iradesiyle, belirli bir süre yememek üzere kendini frenlemesini bilmesidir.

Nefse karşı, "Hayır, sen şu an sıcak bir kahve, soğuk bir su içmemi, ya da kıtır bir gofret, bir avuç kuru yemiş, çıtır çıtır bir simit yememi istiyorsun ama, ben Tanrı'ya verdiğim söz gereği, iftar saatine kadar bunları yemeyeceğim" diyebilmesidir.

Bizim yaptığımız ise, tıpkı normal hayatımızdaki gibi, nefsimize rüşvet teklif etmekten ibaret: "Bak akşama kadar idare et, sana neler yedireceğim, baklavalar, börekler, güllaçlar, kısacası sen ne istersen..."

Aç kalmamızın Alah'ı ilgilendiren bir tarafı olmadığına göre, orucu bu samimiyet ve anlayış içinde tutmak, tutarken de başkalarının işine hiçbir şekilde karışmamak tek prensibimiz olmalıdır.

Bu şartları yerine getireceğine ümidi olmayanların, akşama kadar aç kalarak kendilerine eziyet etmelerinin bir anlamı olmadığı gibi, etrafa verdikleri zarar ve ziyanın maddi-manevi sorumluluğunu üstleneceklerini de unutmamalıdırlar.

Dindar insanın en bâriz özelliği, başkalarının onu kıskanacağı ve onun gibi olmayı arzulayacağı bir güzelliğe sahip olmasıdır. Oruç tuttuğu için etrafa zarar verecek kadar kendinden geçenlerin, örnek alınacak, imrenilecek bir tarafları var mıdır?

Yoksa onların boşu boşuna kendine eziyet ettiklerini söyleyebilirim.

Gıpta edilecek oruçlarla, orucun mahiyetine uygun iftar sofralarıyla geçireceğimiz bir ramazan dileğiyle...



 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..