Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ekim '07

 
Kategori
Ramazan Eğlenceleri
 

Ramazan şehrayinleri...

Ramazan şehrayinleri...
 

Sait Faik'te bilmezmiş şehrayin'in manasını...

"Doğru dürüst manasını bile bilmiyorum. Edebiyat yapmıyorum. Sahiden bilmiyorum. Şöyle anlar gibi olmuyor değilim. Ama sanmam ki bu yazıya başlık koyacak kadar yetsin" *

Sait Faik'in bilmediğini bilenlerden olmak için mi nedir, araştırdım (!). Şehrayin şehr-i âyinden geliyor. Büyük şenlik demek.

Gelenekte Ramazan ile şenlik eş anlamlıdır desek abartmış olmayız; bu şenliğin en büyüğü de iftar olsa gerek...

Ramazan'ın anlamı, gündüz aç kalıp akşam yemek, sonra elinde çay bardağı ile TV başında uyuklama olan günümüzde Ramazan şehrayinlerinden bahsetmek, üçüncü sınıf dizileri seyredip eğlendiğini zanneden zamane "biz" insanlarına sanki "garez" yapmış gibi olacak amma...

İstemez miydiniz?

"Yev-müşşek" yani "Şüpheli günler"de Beyazıd, Fatih, Süleymaniye, Çarşamba, Cerrahpaşa, Edirnekapı camii minarelerinde Ramazan müjdecisini beklemek. Ve nihayet, ayı gören ilk kişi olmanın "caka"sıyla Kadıefendinin huzuruna dikilmek...

Sonra...

Hurma, pastırma, reçeller, bal, zeytin ve peynir gibi türlü yiyeceklerden müteşekkil iftariyeliklerle iftara merhaba demek ...

Yemekten çok yedirmeyi seven "Açları doyurun, çıplakları giydirin, yıkılanları yapın, az halkı çok edin" sözü uyarınca kapısını açan bir konakta karla soğutulmuş narsuyu, demirhindi, menekşe, kızılcık veya demirhindi suyu ile iftar kapısını biraz daha aralamak; en kıyağı da Kâbeden gelmiş zemzem ile...

Ardından Hünkarbeğendi'den kağıt kebabına, balkabağı dolmasından patlıcan dolmasına, etsiz pilavdan türlü tavuk kebabına, karidesten salmaya yetmiş çeşit yemekle iftara devam etmek...

Baklava, kazandibi, kabak tatlısı, keşkül ve Ramazan'ın baş tacı güllaç ile hafiften şişiveren mideyi envai çeşit şerbet veya şurup, boza veya sahlep ile rahatlatmak...

Ve bu keyfe nargile, çubuk veya kahve ile devam etmek...

Ama tüm bunları yaparken "Az yiyen melek olur / Çok yiyen helak olur" sözünü unutmamak...

Yemekten sonra hava almak için çıktığınız sokakta "meşaleler, fenerler, kestane fişekleri; mavi, yeşil, kırmızı yanan, yıldız yıldız dökülen -o, çocukların ellerinde döndüre döndüre salladıkları telden yapılmış, bir kısmı da güneş parlaklığında- magnezyumlu maytaplar, káğıttan bayrak, marş, mızıka, süslü araba, dizginine çevreler bağlanmış, at, fayton, izci, bahriyeli, Mehmetçik; donanmış daire"* seyretmek...

Teravih çıkışı Atina balından yapılmış şerbetle hararet bastırmak...

Ve eğer İstanbul'da iseniz, Direklerarasına sükun etmek. Türlü hokkabaz, cambaz ve hünerbaz temaşa ederek Ramazan neşvesini yaşamak...

Sahura telefon alarmı ile değil de sıtma görmemiş sesiyle "Kalmadı sırtımda mintan" manisi ile davul gümbürdeten mahalle davulcusuyla uyanmak...

Güzel olurdu değil mi...

Ömrü "hot dog" (sıcak köpek, nasıl bir isimse?) sırasında geçen zamane şehirlisinin Ramazanı ile dedelerimizin Ramazanı arasındaki farkı anlamak için yukarıdaki tabloya bakıversek...

Canım Türk çorbaları yerine evropa çorbaları taam eden, kızılcık şerbeti yerine Coca Cola içen, Türk kahvesi varken Nescafe ile gırtlağını kirleten...

Diş kirası ile dalga geçen, sahur davulcusunu uykusunu böldüğü için "Polis imdat"a şikayet eden.

İstanbul dışında camilerinde mahyası bile kalmayan...

İftardan sonra şöyle çubuk tüttürerek "sohbet" etmek varken; üçüncü sınıf kahvelerde "okey" talim eden...

Zamane "kentli"sinin yukarıdaki tabloyu özlemeyi bırakın anlaması bile mümkün değil...

Siz hamburgerci önünde dikilmeye devam edin, haydi hayırlı iftarlar...

* Sait Faik, Şehrayin, Havuzbaşı Başı. Bilgi Yayınevi. 13. basım. 1995.

 
Toplam blog
: 31
: 1153
Kayıt tarihi
: 06.07.06
 
 

Memleketi ve kendini ilgilendirenler üzerine yazmayı "tutku" edinmiş bir fen bilimci, konuşmaya v..