Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Eylül '15

 
Kategori
Psikoloji
 

Raskolnikov, suç ve ceza,

Raskolnikov, suç ve ceza,
 

Sessizliğin sesini dinliyorum ve ilk defa beynim konuşmadan “olmayışın” varoluşuna tanık oluyorum. Bugün ne şair, ne ozan, ne sanatçı, ne de benim; sadece bir insan olarak kusursuz kusurlu “var oluşumu” yazıyorum sizlere.

Geçenlerde muhteşem bir şiirimi okudum: “ Ve Sarışındı Hayat”. Hangi bloğumun içindeydi bulamadım ancak gerçekten muhteşem bir şiirdi ve hayatı mükemmel anlatıyordu. Oysa bugün soruyorum kendime, anlatılacak ne vardı?

2002 yılında şaka değil usta ressam idolüm Salvador Dali’nin İspanya’daki çılgın evini gezerken, kendimi sahiden şanslı insanlardan biri zannediyordum. Çünkü 1992 yılında onu hayatıma sokan Tunuslu sevgilim Faten’den farklı olarak onun yaşadığı ve resmettiği odaların içinde kendimi onun gibi bir ressam hissedecek kadar Dali(deli) hissetmiştim. Onun kadar olmasa da, mühendis bakışlı ve sanatsal hayat yaşayan, korkunç özgün ve bir o kadar üzgün bir karakter olarak, bugünlere gelip o günkü beni rahatlıkla eleştirebilecek kadar sıradan bir karakter olmam, kesinlikle hayatın bana oynadığı en güzel oyundu!  

Bir 1995 ocak günü, bir öğleden sonrası (gece nöbeti öncesi), eski ünlü hakem (o zaman yüzbaşıydı) Mustafa Çulcu ile 8 km Cengiz Topel Deniz Hava üssünde koştuktan sonra, hayatımda ilk defa tüfek temizleyip yorgun düşüp yemyeşil hafif ıslak soğuk çimenlerin üzerinde -yüzüme vuran güneşle beraber- uyuya kalmıştım.  Ve ilk defa “topraklama” neymiş o uykuda öğrenmiştim.

2010 yılı mayıs ayında Şiili de endüstriyi başlatan Ekonomi Doçenti Pablo ile bütün gün iş konuştuktan sonra akşam bana, yapmakta olduğu hayır işlerini anlatması, ne kadar zevkli, keyifli ve farklı bir sohbetti ki, bu iki iyi insanın buluşmasının etle ve şarapla değil, insanlıkla, en büyük lezzete ulaşması, bu dünyanın benim için ne kadar küçük olduğu gerçeğini anlatan bir enstantaneydi gerçekten. Evet, farklı olmak kadar özel, sıradan iyi insanlar olmaktı hayat amacımız ve ikimiz de bunu çok net anlıyorduk.

Yaşanılan bütün bu deneyimlere rağmen karanlık olma halinden kurtulamamalar nasıl açıklanmalıydı böyle bir adam için?

2002 yılında bir gün ikinci dünya harbinde yıkılıp tekrardan inşa edilmiş bir Rotterdam kilisesinin bahçesinde çift dal(İlahiyat ve Psikoloji) yapmış doçent bir rahibin kitabını satın almıştım. Yabancı bir ülkede kaybolmuş olduğum bir dönemdi. Yeni evli olmama rağmen kendimi mutlu hissetmiyordum. Kitabın ana fikri çok basit idi ve diyordu ki “tanrıdan yardım dilenmek bu kadar da zor olmamalı” ve o gün Allah’a yakardım: “ben mutsuz olmak istemiyorum”...   

1996 yılı Kasım ayında, yine bir kurban bayramında, yalnız başıma İzmir’e gitmiş, o günlerde yeni tanıştığım bir kıza, Kronoloji kitabımı oluşturacak günlüğüm “Yol-defter”i emanet etmiş ve kendimi ölecek gibi hissetmiştim. Bütün hayatımı o tanımadığım ama bir şeyler hissettiğim kıza vermiştim. Ve o da hiç tereddüt etmeden bana ihanet etmişti. Beni tüm huzursuzluğumla yapayalnız bırakmıştı. Tüm hayatımı öğrenmiş ve beni oracıkta hemen terk etmişti. Ne var ki ben günlüğümü ona bir umutla vermiştim, o ise beni karanlığa terk etmişti. Evet, biliyorum, böyle bir riske girmek aptallıktı ama her şey bir umuttu. O tek kelime bile etmeden beni umutsuzluğa itmişti. Oysa ilk tanıştığımızda şöyle demişti: “Biz birbirimiz için yaratılmışız”...

Bütün bunları yazarken hiçbir şey hissetmiyor ve düşünmüyorum. Bütün bunlar bir sessiz film gibi hayatımı anlatıyor. Benim yönetmen olmadığım da kesin çünkü hüzünlü bir hikayeyi  anlatıyor. Oysa ben şen bir yönetmenim, tüm zorluğuna rağmen hayatın güzel günlerini yaşamış, resmetmiş ve hayal etmiş birisiyim.

Çok karanlık olduğum bir dönemimde tanımadığım genç bir kemancı bayan bir belediye otobüsünde tesadüfen yanıma oturarak aşkını ilan etmişti bana. “Muhakkak sizinle tanışmalıyız. Telefonunuzu verin sizi arayacağım...” “Suç ve Ceza” romanında baş karakter Raskolnikov hapse girdikten sonra onu ziyarete gelen Ana’yı hatırlatmıştı bana! Kahramanımızın onu sevecek hayat sevgisi tükenmiş olmasına  rağmen kadın onu çok sevdiğini iddia ediyordu. Her türlü ölmüşlüğüne karşın kadının yaşama direncine, gösterdiği dik tavra kayıtsız kalamıyordu Raskolnikov. Benimkisi de o hesap, genç kadının bu anlamsız ama ısrarcı aşkına çok şaşırmıştım.   

Evet, bütün bunların hepsi, nasıl olduysa geride kalıp, aşklar da tüketilince, yaşamaya başladığım son derece olağan hayatımla beraber, bambaşka bir kişiliğe bürünüp seçilmiş konular üzerine yazan bir adam haline gelmek, sahiden de, planladığım bir şey değildi.

Yalnız şunu itiraf etmem lazım; mutluluk da bir seçimmiş ve tıpkı o kitapta bahsettiği gibi Allah’tan yardım istemek hiç de ayıp bir şey değilmiş.

Kurban bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum...

Sevgilerimle,

Anıl

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..