Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '08

 
Kategori
Felsefe
 

Reenkarnasyon (Ruh Göçü)

Reenkarnasyon (Ruh Göçü)
 

Anch: Hayatın Sembolü (Mısır)


Hacı Bektaşi Veli:

“Benim üç dostum vardır.

Ben ölünce evde kalır biri,

Diğeri yoldan döner,

Biri benimle gelir.

Evde kalan malımdır,

Yoldan dönen dostlarımdır,

Benimle gelen ise iyiliğimdir.”

“Faydasız yaşam ise erken bir ölümdür.” Goethe.

Bazı inanç sistemleri ve felsefelerine göre bir varlığın tekâmülünün üst seviyelere ulaşması için, evrende sayısız tekâmül aşamalarından geçmesi gerekmektedir. Enkarnasyonun (bedenlenmenin) tekrarlanışı anlamına gelen reenkarnasyon, dünyaya tekrar tekrar gelip gitmeleri için kullanılmakta olan bir terimdir. Enkarne olmanın başka bir anlamı da ete bürünmedir. Yani bedenlenme anlamına gelmektedir. Tenasüh deyimi ise ruh göçüdür. Ruhun bir cisimden başka bir cisme geçme inancını dile getirir. Tenasühe inananlarca ruh ölümsüzdür. Reenkarnasyon denilince, ruhun insandan insana geçmesi, başka bir bedenle dünyaya geliş, tenasühte ise, ruhun hem insana, hem de hayvan, bitki ve cansızlara geçtiği anlaşılmaktadır.

Ruh göçünde, sonsuz ruhun, sonlu bir deneyiminden bahsedilir. Reenkarnasyonda determinist kurallar ve karma yasası geçerli rol oynar. Bir hayat gelecek hayatı hazırlar. Geçmiş hayat ise bu hayatın bir sonucudur. Bitkiler hayvanlar ve insanlar yasa içinde birbirlerine bağlı hayat şartlarına tabi olarak dünyaya tekrar tekrar gelirler. Prof. Dr. Kerem Doksat bir yazısında şöyle diyor: “Reenkarnasyon tekrar insan olarak doğarak vücut bulmak demekken, “tenasüh” insanın öldükten sonra daha “aşağı” bir varlık hâlinde ceza olarak dünyaya gelebileceği şeklindeki Uzakdoğu inancıdır.”

Bilinen Batı tarihinde ilk kez Pisagor ve Platon gibi bazı eski Yunan bilgin ve filozofları tarafından dile getirilmiş olan ruh göçü kavramı, aslında çok eski çağlardan beri, eski Mısır, Kelt, Maya ve İnka uygarlıkları gibi birçok uygarlıkta bilinen ve kabul görmüş olan bir kavramdır. Antik çağın Yunanistan’ından sonra Gnostiklerce de kabul edilmiş ve Roma Uygarlığı’nda özellikle Mitraizm misterlerinde benimsenmiş bu kavrama Kabala’da ve Tasavvufta da rastlanır. Ruh göçü fikrini kabul etmiş eski ve yeni inanç sistemlerinin mensupları arasında, Hindular, Budistler, Katharlar Eseniler, Dürzîler sayılabilir. Bu kavram Asya’nın Şamanist toplumlarının birçoğunda ve birçok Kızılderili kabilesinde de mevcuttur. Sufi tarikatları ise yeniden doğuşu, bedenden ayrılan saf olmayan ruhun ıslahı ve tasfiyesi için gerekli görürlerdi.

Tamer Ayan şöyle diyor: “İslâm âleminde devriye inancının bir parçası olarak ruhun ölmezliğine inanılır. Bu inanışa göre ölümlü olan bedendir, ruhlar ölmez. Bu inanış “Can ölmez, Ten ölür” cümlesi ile ifade edilir. İslâm deyimi ile Hakk ile Hakk olur: yani İnsan-ı Kamil’in ruhu Yaradana kavuşur (Vücud-u Mutlak) onunla bütünleşir. İnsan-ı Kamil mertebesine ulaşmış kişiye “Eren” denir. Eren deyimi (tekâmül) olgunlaşma sürecini tamamlamış İnsan-ı Kamil olmuş tamamlayan bir sıfattır. Erenler ölmezler, Hakk’a yürürler. Bu yüzden İslam-Anadolu’daki olgun kişilere, öldü denmez Hakk’a yürüdü deyimi kullanılır.”.

Karmaya göre ölüm yokluk değil bir halden diğerine geçiştir. Ruhun bir bedenden ötekine geçtiği inancının adı olan reenkarnasyon, karma doktrine bağlı olarak doğmuştur. Reenkarnasyon inancına göre, bedenden ayrı olarak ruhun ölümden sonra devamlılığı, ruhun kendi derecesi içinde yüksek veya alçak bir şekilde meydana gelmektedir. Buna göre insan yaptıklarına uygun tarzda, insan, hayvan veya Tanrı olarak yeniden doğar.

Reenkarnasyonu yeniden doğuş, ruh göçü olarak tanımlayabiliriz. Bu kurama göre ruhsal varlığımız ölümsüzdür, ölümden sonra hayat olduğu gibi doğumdan önce de vardır. Beden sadece fiziksel dünyada var olmamız için bir vasıtadır. Eğer dünyasal planda yeteri kadar ders almamışsak, bedensel ölümden sonra ruhsal varlığımız bir müddet sonra alması gerektiği ders ve deneyimlere uygun diğer bir bedende yeniden doğma ihtiyacı duyar. Ezoterik açıdan reenkarnasyonda ise sadece insan bedeni söz konusudur. Hayvan olarak tekrar doğmak söz konusu değildir.

İlahi adalet kavramı için karma yasası, reenkarnasyon doktrini ile birlikte ele alınır. Karma basit olarak sebep ve sonuç kanunudur. Ne ekersek onu biçeriz. Sadece bir ahlaki karma söz konusu değildir, çünkü her niyetlendiğimiz, düşündüğümüz, yaptığımız şeyden her an sorumluyuz. Batı ezoterizmde reenkarnasyon doktrini kabul etmek zorunluluğu yoktur. Ancak, reenkarnasyon; Doğu felsefesinin yanında eski Grek filozoflar, kadim Mısırlılar, Yahudi Kabalistler ve birçok İslam tarikatı tarafından kabul edilmiştir.

Ender Saraç’a göre: “Çoğu kişinin yeniden bedenlenme sandıkları olayın aslı şu şekildedir: Atalarımızın yaşadığı her deneyim ve pek çok özellik DNA’larına işlenmekte ve hafıza arşiv bilgileri olarak kaydedilmektedir. Bizi en çok ilk 1. kuşak yani anne ve babamız ile son 7 kuşak etkiler. Biz uygun bir uyaranla karşılaştığımız zaman daha önce ebeveynlerin yaşadığı uyur durumdaki hafıza kayıtları etkinlik kazanır, aktive olur ve biz bu olayı yaşadık veya o yerde bulunduk veya daha önce sanki oradaydık gibi hislere kapılırız. Hâlbuki bu deneyim önceden atalarımız tarafından yaşanılıp bize aktarılan genetik bir mirastır. Örneğin, eskiden yaşanmış bir mutlu ilişkinin kaydı sizin benzer, yeni tanıdığınız bir insanı sevmenize hatta âşık olmanıza bile neden olabilir. Herhangi bir atanızın boğulması sizde su ve yüzme korkusuna, yılan tarafından sokulması yılandan korkmaya, yanması ateşten ürkmeye yol açabilir.”

Ruhun ölmezliği dendiğinde ezoterik öğretiler reenkarnasyonu anlamazlar. Aynı bedende yeniden canlanmayı kabul ederler. Ruh ölmez ancak başka bedenlerde yeniden hayat bulacağı varsayımı da yoktur. Bu, tek tanrılı dinlerdeki “kıyam”(yeniden diriliş) yorumuna benzerdir. Hz. İsa’ya da atfedilen bir yeniden diriliştir. İnisiyasyon gibi doğuştan çok diriliştir. Ölmeden önce ölmek, dirilmek ve yeni bir hayata başlamak çok önemli sembolizmalardır. “Az ya da çok, herkes bir şeyin tutsağıdır.” İşte, bundan kurtulma, yaşarken ölüp diriliştir.

Kutsal kitaplardan bazı alıntılar şöyledir:

“... Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız.” (Kur’an 20:55)

“...Rab öldürür ve diriltir; ölüler diyarına indirir ve çıkarır...” (Tevrat, 1. Samuel 2:6)

Prof. Fred Alan Wolf ile yapılan söyleşide:

“Reenkarnasyona inanıyorsunuz öyle mi?” sorusuna şöyle cevap verir: “Olduğuna dair bir sürü kanıt var. Zihnin tekrar ortaya çıkma gibi bir eğilimi vardır, nedenini henüz çözemedik. O nedenle reenkarne oluyor.”

Karma içimizdeki mükemmel adalet kuralının ifadesidir. Bu evrensel olarak, her yapılanın sonunda tekrar kaynağına dönen sonuçlar oluşturduğunun garantisidir. Karma’nın bir doğa yasası olması dolayısıyla, reenkarnasyon ile yakın ilgisi vardır. Varlığın zincirleme reenkarnasyonları, her yeni hayatta, geçmiş hayatların sonuçlarıyla karşılaşmasını varlık için kaçınılmaz yapar. İyi veya kötü, yapılan bütün eylemler birbirleriyle sıkı sıkıya bağlıdır. “Reenkarnasyon Yasası” Hinduizm’in Karma’sı neden-sonuç prensibine göre belirlenmektedir. Evrende sebepsiz hiçbir olay ve varlık mevcut değildir. Kadir-i Mutlak kendi kendinin sebebi, yegâne sebepsiz olan Mutlak Varlıktır. Evrende her şey değişime uğramak zorundadır. Yani tekâmül evrensel bir yasadır. Yaratılmış her şey kendi planları içinde tekâmüle sevk edilmişlerdir.

Kemal Menemencioğlu şöyle diyor “Ruhsal tekâmülün sonucu ruhsal olgunluktur. Yolun türlü şekilleri vardır ve kişiye göre değişir. Yollar temelde bir olmak üzere, farklı toplumlara ve farklı kişisel yapılara göre değişir, duygu ağırlıklı insanlar mistik bir yol ararlar ve ilahi aşka varmaya çalışırlar, akıl ağrılıklı insanlar okült bir yol ararlar ve sırlara vakıf olmak isterler, onlar ilahi bilgeliğe ulaşmaya yönelirler.”

Mevlana bu konuyla ilgili şunları söyler:

“Ben cemadattan idim. Öldüm. Yetişen, gelişen bir varlık, nebat oldum. Nebatken öldüm, hayvan suretinde zuhur ettim. Hayvanlıktan da geçtim, hayvanken de öldüm de insan oldum. Artık ölüp de yok olmaktan niçin korkayım? Bir hamle daha edeyim, insanken öleyim de melekler âlemine geçip kol kanat açayım. Melek olduktan sonra da ırmağı atlamak, melek sıfatını da terk etmek gerek. Her şey fanidir, helak olur... Ancak O’nun hakikati bakidir.”

Yunus da şöyle der: “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm”

Bir Hindu atasözü de söyle der:

“Gerçek olmayan beni gerçeğe götürür.

Karanlık beni ışığa götürür.

Ve ölüm, beni ölümsüzlüğe götürür.”

Hz. İsa; “Tekrar doğmadıkça göklerin krallığına girmezsiniz” demiştir.

Aslında insanoğlu istese de istemese de tekrar tekrar doğar ve ölür. Bedenimizde her an milyonlarca hücre ölüyor, milyonlarca hücre yeniden doğuyor. Her yedi senede bir, beden olarak beyin hücreleri hariç, tamamen yenilenmekteyiz. Hücreler yaşarken tekrar doğuşları yaşamaktadır.

Ruh göçünü, ölüm yani önceki görev dönemini yeni bir aşamaya ulaşmak için terk ediş ve yeniden doğuş yani yeni görev için yeni bir başlangıç şeklinde yorumlamak da mümkündür. Burada gelişimin ölüm ve yeniden doğuşlarla sürdürüldüğü, bu gelişimlerde bireyler yeni fikirler üretmezlerse ulaştıkları son noktada fikirlerinin kalıplaşmaya başladığı ve bu kalıplaşmaların ise dogmaları ortaya çıkardığı muhtemeldir.

Mevlana şöyle der: “Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz bu dünyayı öylece durur gördüğümüzden, bu yenilenmeden haberdar değiliz.”

Bir düşünür ise şöyle katkı yapıyor: “Ölümü ikiye ayırmalısınız; vücudun 'ölümü' ve ruhun bedenden ayrılışı. Vücut maddedir. Doğa'dan gelir ve işi bitince toprağa geri döner. Buna öldü demek doğru değildir. O sadece şekil değiştirir. Ruh ölümsüzdür. O kendini taşıyamayacak bir bedenden zamanı gelince ayrılır ve bir başka göreve gider.”

Reenkarnasyon anlayışına göre yaşam bir okuldur ve bu okulda her insan ayrı bir sınıfta dersini öğrenmeye çalışır. Hayatımızda yaşadığımız krizler, zorluklar birer sınavdır. Ve eğer kendimiz üzerinde çalışır ve bu sınavları aşarsak, hedefimize ulaşmış oluruz. Reenkarnasyon'a göre insan eski yaşamında aldığı tüm tecrübeleri ve farkındalıkları yeni yaşamına "getirir" veya "ilave eder" ki, bu yeni yaşamına olgunluk, maneviyat ve bilgelik kazandırabilsin.

Bir kaynakta şöyle geçer: “Fizik beden ruhun evidir ve bir kabuktur. Enerji bedense ölümsüzdür ve yaşam aslında enerji bedenin gelişimi ve tekâmülü için vardır. Yaşamda ruhsal varlığımızın gelişimi esas alınmıştır. Geçireceği tekâmüle göre esaslar belirlenir ve anne, baba bu gelişimin bir parçası olarak seçilir. Bir yaşam ruh için asla yeterli değildir. Bu yaşam sahnesinde elde ettiklerimiz ve aldığımız dersler gelecek yaşamda daima ileri adım atarak devam eder. Ruhun öğrenmek zorunda olduğu tüm dersler ve görevler bittiğinde, yani tekâmülü tamamlandığında bu dolaşım sona erer ve ruh sonsuzlukta yerini bulur. Her ruhun amacı o büyük tekliğe, bütünlüğe dönüştür.”

İnsanın kendine dayattığı toyluğun, ancak ölümden sonraki bir ruh göçü yolculuğu sırasında aşama aşama değişime uğrayacağına inan Mısırlılar ise, gelinen her aşamada yeni bir bilinç düzeyine erişildiğine inanıyorlardı. Bireyin bu yolda sahip olduğu ışık akıl, enstrümanı ise bilgi idi.

Kabala’nın önemli metni, XII. yüz yılda ortaya çıkan "Sefer ha-Bahir" (Parlaklık Kitabı) adlı eserde "Gilgul" (ruh göçü) kavramı irdelenmiştir. Bahir, aynı zamanda, Kabalacı kuramlar arasına "Ruh Göçü" kavramı ile Tanrısal yaratma gücünü simgeleyen "Kozmik Ağaç" düşüncesini de eklemiştir.

“İslam inanışında insan ruhunun asıl kaynağı olan gerçek varlıktan (Vücud-u Varlık) ayrılıp; tekrar ona dönünceye kadar geçireceği evrelere Devriye; insan gerçek varlıktan ayrılıp ve tekrar ona dönene kadar, bir ömür kısa devreye Tekâmül veya Olgunlaşma denir. Mutasavvıflara göre vücut halindeki Hz. Muhammed, yeryüzüne sonradan gelmiştir. Hâlbuki ruh halindeki Hz. Muhammed ezelden beri vardı. Vakti gelen ruh maddi âleme iner. Önce cemadata (cansız varlıklara) sonra nebata (bitkilere), hayvana, insana en sonra da İnsan-ı Kamil’e geçer. Oradan da Allah’a döner ve onunla birleşir. Bu inişe nüzul, tekrar Allah’a dönüşe de huruc denir. Bu inişi ve çıkışı anlatan şiirlere devriye denir.”

“Tasavvufçular Evren’de elle tutulan gözle görünen bütün maddesel örtüyü tanrısal özle birleştirerek tekleştirmiştir. İslâm-Anadolu inancı Tanrı’yı kâmil insanın gönlüne sokmuştur. Tanrıyı toplumdan kopuk hükmedici konumundan alıp ete kemiğe büründürerek gerçek yaşamın içine sokmuştur.” der Tamer Ayan.

İnsanoğlu Tanrı'nın suretindedir çünkü o bedensel olarak küçük bir evrendir. Tanrı'nın içimize üflediği nefes O'nun özünden gelen ve ilahi özelliğini koruyan parçacıklar olarak tanımlanır. Zümrüt Tablet metninde şöyle geçer:

“Anlam olarak, cisimlerin içi de dışı gibidir. İçle dış veya yukarısıyla aşağısı aynıdır. Evrende hiçbir şeyin ne içi ne de dışı küçük veya büyük değildir. Her şeyin kökeni, çok gizli olan aynı şey, yani Yaradan’dır. Bu yaratanın babası güneş, annesi aydır. Küçük âlem, büyük âlemin aynısı olarak yaratılmıştır. Bu anlamda, fiziksel ve ruhsal bedenden oluşan mikro kozmos; makro kozmos ile aynıdır ve makro kozmosu anlayabilmek için mikro kozmosu öğrenmek gerekir.”

Ezoterik sistemlerde Haçın dikey parçası hayatı, yatay kısmı ise ölümü, iki parçanın birleştiği nokta ise ölümden hayatın doğmasını remzeder ki orada gül biter. Haçın yatay ve dikey kısımlarının birleştiği yerde bir gül bulunur. Sevginin ve aşkın sembolüdür. Sevgi, aşk ölümsüzlüğü ifade eder. Latince “A-mor” ölümlü olmayanı, ölümsüzlüğü ifade eder. Haç üzerindeki gül, aynı zamanda ölümden doğan ölümsüzlüğü, hayatın devamlılığını, ölümde kurtuluş olduğunu gösterir. Bizleri ölümsüz kılan sevgidir, bilgidir, hakikat aşkıdır.

Ölümsüzlük kavramı, maddesel ölüme karşı, insanoğlunun ölümle ilk tanıştığı anda keşfettiği “ölüm korkusu ve huzursuzluğu”nu gidermek amacıyla geliştirdiği bir kurtulma mekanizması olarak görülebilinir. Ölümün bir son olmaması, ölümlü insan için iç rahatlatıcıdır. Dolayısıyla kimi düşünürlere göre bu rahatlık, dinde öldükten sonra dirilmek ve ruhun ölümsüzlüğü gibi varsayımlarla, felsefede reenkarnasyon gibi kavramlarda ve tasavvufta da ruhun Tanrıya kavuşması, yani gerçek hayatın başlaması gibi inançlarda aranmış ve böylece ölümün bir son olmaktan çıkarılıp, belki de bir üst yaşamın başlangıcı olarak kabul edilmesi sağlanmıştır.

Bu konuda bazı temel düşünceler şöyledir:

“Ölümden sonra, ruh bedenden ayrılır ve hiçbir etkinliği olmadan yaşamaya devam eder.

Ölümden sonra ruh bedenden ayrılır ve etkinliği devam edebilir.

Ölümden sonra ruh bedenden ayrılır ve bir başka bedene girerek yaşamaya devam eder.

Ölümden sonra ruh bedenden ayrılır ve ana kaynağı olan âleme döner.

Ruhun ölümsüzlüğü onu arkasından anacak olanların varlığı ile mümkündür.

Ruhun ölümsüzlüğü insanlığa ölümsüz eserler bırakmaktır.

Ruh, Tanrı’nın bir parçası olduğu için ölümsüzdür.

Ruh ancak metafizik anlamda ölümsüzdür.

Ruhun ölümsüzlüğü insanın kendinden önceki kuşaklardan devraldıklarına, kendilerininkini de ilave ederek sonraki kuşaklara bırakmasıdır.”

İnsan her zaman kendini tanıma çabası içinde olmalıdır. Kaderden kaçamayacağını bilmeli ama onun karşısında dikilebilip alın yazısını kendi iradesiyle yaşayabilmelidir. Zaman zaman günlük yaşamının kaygılarından uzaklaşılarak, düşünceye dalınmalı ve vicdanın sesi dinlenmelidir. Hakikat’i aramanın yöntemi, önce nefsini bilmek ve sonra nefsine egemen olarak; ruhunu yüceltmektir. Yapılan çalışmalar süreklidir. İnsan, eserleriyle öldükten sonra da yaşamaya devam eder. Bir kez var olan bir daha yok olmaz.

Kendini aşmaya çabalamak, kendini gerçekleştirme gayreti ve hayata olumlu katkı vermek ile ölümsüzlüğü yakalama şansının olabileceğini düşünenler vardır. Esas olan hayat denen bu doğum ile ölüm arası süreci yani yolu dolu dolu yaşamak ve zamanı değerlendirmektir. Her gün güneş ile birlikte mucizevî bir şekilde yeniden doğarız. Asıl olan bu yoldur, geldiğimiz kapı ve varacağımız kapı bilinmezliğe açılmaktadır.

Ruhun ölümden sonra başka bir bedende yeniden dünyaya gelmesi demek olan reenkarnasyon mevzuu bir inanç konusudur. Bütün bu düşüncelerden sonra kendi fikrim naçizane, “ruhun ölümsüzlüğüne” inanırım ve inanmayanlara da saygı duyarım. Bu tip hiçbir konuda “Bu budur!” tipi dogmatik yaklaşımdan yana olmam ve tek tip inancın “doğru olan budur” formunda ateşli bir şekilde sunulup karşıdakine benimsetilmeye çaba gösterilmesine de olumlu bakmam. Bireyler, düşüncelerini sürekli edinilen yeni bilgilerin katkısıyla yenileme gücüne de sahip olmalıdırlar. Her birey kendi yolculuğunda, kendi özgür iradesi ile kendi fikirlerini yaratacaktır; örnek ya da model kopyalamayacaktır.

“Kendini bilmek, Rabbini bilmek, Tekâmül etmek, ” varlıkların üç ana gayesidir. Benliğinizi ve hayatı yüceltiniz! Maddi varlığımız olan bu beden yani “kap” geçicidir. Zahirdeki batını görünüz! Geride kalan eserlerimizdir, hakikati arayınız! Bilgi ve sevgi evrenin esasıdır. Çalışınız, araştırınız, öğreniniz ve okuyunuz; bu yolda ölüm korkusunun yerini ölümsüzlük düşüncesi alacaktır...

“Her gününü sanki son gününmüş gibi geçir.” Publius Syrus

Berk Yüksel

 
Toplam blog
: 242
: 32770
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

21 Aralık 1973, Ankara doğumludur. Lisans ve yüksek lisansını “İşletme” alanında yapmıştır. Araşt..