Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '11

 
Kategori
Aile
 

Rengi Kara'ya yakın olan

Çocukluğumda hayvanların içinde büyüdüm, oğlumun da hayvanlarla sıcak temasını önemsedim ve bugün de zaten aynı evi paylaştığımız bir köpeğimiz var.

Bu realitenin dışında, düş dünyamı süsleyen okuduğum çocuk klasiklerinde de benim hep bir yanım hayvanlardan yana olmuş. Alice Harikalar Diyarında'ki tavşan; Çizmeli Kedi'deki kedi; Fareli Köyün Kavalcısı'ndaki farelerle birlikte olmuş gönlüm. Kırmızı Başlıklı Kız'daki kurtla diyemeyeceğim tabii. Evet, böyle de bir taraf olma durumum vardı; “kötülere ölüm” şeklinde. Bu duyguyu Lafonten’in fabllarında da çok yaşamışımdır. İyi hayvanlar, kötü hayvanlar diye bir ayrım yapardım. Sonra bu, gerçek dünyada iyi insanlar, kötü insanlar diye bir sınıflandırmaya götürdü beni. Fakat bugün her iyinin içinde biraz kötülük bulunabileceği gibi; her kötünün içinde de biraz iyilik bulunabileceğine inanıyorum. Beyaz rengin oluşumunda bile biraz siyah bulunduğu gibi.

Bu renk ve hayvan sohbetine girmek nereden mi aklıma geldi? Açıklayayım. Dün beden dili ve diksiyon çalışmaları ile ilgili bir etkinliğin içindeydim. Renklerin dili üzerine konuşuldu ve onları kodladığımız duygularla ilgili doğaçlama dramatize çalışmaları yapıldı. Ardından, her insanın davranışlarında bir hayvanın simgesel bir yansımasından yola çıkılarak hayvanımsı insan taklitleri yapıldı. O çalışmada,  ben kendimi herhangi bir hayvanla özdeşleştiremedim. Tamam, köpekleri çok ama çok seviyorum. Fakat o başka!

Neyse, lafı uzatmayayım. Ertesi gün bir dost sohbetinde bunları paylaştım ve ortaya soruverdim:”Sizce ben hangi hayvanla özdeşleşebilirim?” diye. Birileri kendince bir şeyler söyledi, ama evin küçük oğlu heyecanla bağırdı:”KARACA”

“Çocuktan al haberi” inancına sarılarak bunu belleğimin bir kenarına not ettim. Uygun bir zamanda internetten” Karaca” ile ilgili bir sürü bilgi edindim. Bu bilgiler sonucunda da içimde bir şeyler kıpırdamadı. Yalnız, bir yerde sözlük anlamına takıldım. Şöyle diyordu: ”Rengi karaya yakın olan, esmer.”Bu tanım bana uydu. Çünkü ben kocaman bir sülaleye sahibim. Bu sülale de Yunanistan göçmeni olduğu için genelde sarışın ve renkli gözlü insanlar. Ben ise, onların “Kara Kız’larıydım her zaman. Bu noktada “KARACA ”ya yakın hissettim kendimi, renklerimiz uymasa da.

Hayvanlarla dost olan kocaman bir sülalenin bir ferdi olarak; annemin, bizleri ve torunlarını uyutmak için anlattığı, çeşitli hayvanlarla dolu o masallarından birini aktararak yazımı sonlandırmak istedim. Masalın bizim aramızdaki adı ”Horozlu Masal”

Bir varmış, bir yokmuş. Kalbur saman içinde, keçiler berber iken, develer tellal iken, mandalar hamal iken, horozlar imam iken. Ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Köyde yaşayan bir horoz varmış. Bu horoz, bir gün köyün çöplüğünde eşelenirken bir altın buluyor. Başlıyor bağırmaya; ”Ben beyden zenginim, ben beyden zenginim.” Diye. Bunu duyan bey sinirleniyor. Yaverlerine emir veriyor gidip altını almaları için. Horoz, bu sefer de “Bey benim altınıma muhtaçmış, bey benim altınıma muhtaçmış.”diye bas bas bağırmaya başlıyor.”Tutun şu horozu, keselim.” Diyor bey. Tutuyorlar, keserlerken horoz dile geliyor;”Ne keskin bıçakmış, ne keskin bıçakmış.”diyor bu sefer de. Hemen kaynar kazana atıyorlar, fakat orada da susmuyor.” Ne sıcacık hamammış, ne sıcacık hamammış.” Derken, bey bağırıyor ”Getirin şu horozu yiyeyim! Bir iştahla ve telaşla lokmaları çiğniyor, yutarken horoz boğazından geçerken yine bağırıyor:”Ne daracık sokakmış, ne daracık sokakmış!”Karnına gelince de”Ne geniş ambarmış, ne geniş ambarmış! Diyor. Bey rahatsız oluyor. Tuvalete gidiyor rahatlayayım diye. Tuvalete çömelmesiyle birlikte, horoz canlanıp pır diye uçuveriyor. Uzaklaşırken de yine bağırıyor: ”Beyin poposu yırtıldı, benim canım kurtuldu. Beyin poposu yırtıldı, benim canım kurtuldu!”

 

 

 
Toplam blog
: 423
: 186
Kayıt tarihi
: 10.10.11
 
 

İkbal Özlen DİNÇERLER. 14.02.1960 doğumlu. izmir Kız Lisesi Edebiyat Bölümünü okudu. Buca Eğitim ..