Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '20

 
Kategori
Öykü
 

Reptilian 1

Kapı ‘pat pat’ diye çalındı.Kapıya vuran kişi bir ritmle vuruyordu. Önce iki, sonra üç. Yaşlı adam zorlukla yerinden kalktı. Bu acelecilikte terliğini giymeyi başardı. Yavaş adımlarla kapıya yaklaştı.

“Kim o?” diye seslendi.

“Aç Durmuş amca, ben Ekrem. Uzun yoldan geldim. Karanlıkta evimi bulamadım.”

Durmuş yavaşça kapının küsüğünü açtı. “Buyur Ekrem, hoş geldin hele.” Dedi.

Ekrem “Senden bir fener istiyorum. Gökyüzünde ay yok. Sokak lambaları da yanmıyor. Şose yolundan buraya köpekler eşlik etti bana. Ne tanışmaktır bu. Köpeğin biri beni diğerlerinden kurtardı da gelebildim buraya.”

“Evladım bağırsaydın duyar yetişirdim. Neyse karnın aç mı. Bir şeyler hazırlayayım. Uzun yoldan geldin, açsındır sen.”

Ekrem “Yok Durmuş amca, şehirden gelirken yanıma yetecek kadar yiyecek, konserve, şu bu aldım.”

Durmuş “Dur öyleyse feneri getireyim.” Dedi, sonra “Nereye koymuştum fenerleri.” Diye söylenip evin içindeki soldaki odaya girdi. Durmuş amcanın evi, açtığı odadaki lambanın ışığı ile aydınlandı.

Ekrem içeriye ilgiyle göz gezdirdi. Yerde duvar yastıkları, yastıkların önünde minderler, duvarlarda geyik ve göl manzaralı duvar örtüleri vardı.

Ekrem içinden “İnsanın içeriye girip çıkası gelmiyor. Bak çocukluğumu hatırladım. Bu evin içinde az mı oynamadım, Fadime ninenin bisküvilerini az mı yemedim. Hele torunları Cafer ile tokatlamasına az mı iddiaya girmedim. İnsan özlüyor. Evime yerleşeyim, köydekilerin hepsini sigaya çekeceğim.” Diye geçirdi.

Durmuş amaca odada fitilini yaktığı fenerle göründü. “Al Ekrem. Yalnız dikkat et, camı kırık, bir yerini kestirme.” Dedi.

Ekrem “Tamam Durmuş amca, dikkat ederim. Benim evde de fener var. Bildiğin gibi fenerlerin gaz yağı kolay kolay da uçmuyor. Fenerlerin bolluğu olsun yeter ki. Müsait bir zamanda fenerini getiririm.”

Ekrem vedalaşacakken “Durmuş amca ver elini öpeyim.” Dedi, yaşlı adamın elini hürmetle öptü, ardından oradan uzaklaştı.

Köyün içinde korku ile ilerliyordu. Geriden hala köpek sesleri geliyordu. Arada bir arkasına bakmayı ihmal etmedi. Gece karanlığında üç beş köpek göründü az ileriden. Ekrem bu kadar çabuk yakalanacağını tahmin etmedi. Pisseh mi dese kışa mı dese şaşa kaldı.

Olduğu yerde durmuştu. Ne köpekler gidiyor ne o adım atabiliyordu. “Köyün köpekleri ne olacak, sokak köpekleri değil ki serseri olsunlar. Yanlarından sessizce geçerim.” Düşünceleri ile yürüdü.

Köpeklerin yanından geçerken onlara bakmamaya çalıştı. Köpeklerden biraz uzaklaşmıştı ki, geriye dönüp bakma hatasını işledi. Köpekler havlamaya başladı. Ekrem adımlarını hızlandırdı. Köpekler de.

Ekrem evini görmüştü, koşmaya başladı. Çit kapısını hızla açıp içeriye girdi. Köpeklere baktı. Köyün tüm tenorları havlayarak hünerlerini sergilemekten Ekrem de, cep telefonu ile video çekmekten geri kalmadı. Dört dakikalık çekim yeter deyip evinin kapısına yöneldi. Cebinden anahtarını çıkarıp kapıyı açtı.

O an içeriden bir küf kokusu geldi. Haliyle iki senedir havalandırılmıyor, eşyalar kendi kendilerine kirleri ile çürüyüp gidiyorlardı.

Ekrem “Hoş bulduk ey evim.” Diye söylendi, ışıkları açtı. Bilgisayarını masasına koydu. Çantasındakileri bir bir masanın üzerine boşalttı. Yanına aldıklarını gözden geçirdi. Bir el dedektörü, gelişmiş bir fotoğraf makinesi, lambalı kasket, beş ışıldak bataryası, beş kalem, bir paket A4 kağıdı.

“Bunlar bana yeter. Hele şu mağaraya gideyim, tarih öncesi mağara resimlerini çokça çekeyim, en son düşündüklerimi yazayım. Ben bir arkeoloji öğrencisiyim ve tez hazırlıyorum. Tamam köylülerin sorularına da cevap bulduk. Şimdi güzel bir ziyafet zamanı.” Diye söyledi.

Çantasından sucukları ve bir kase margarini de çıkardı. Evin içinde tava da vardı. Sucukları neyle pişireceğim diye endişesi son buldu.

Yemek ocağının hortum kafası tüpten çıkıktı, yerine taktı. Çeşmeyi açtı, kalıp sabun ve süngerle tavayı beş kez hem sabunladı hem duruladı. Adı üstünde koskoca iki yıl. Tozların zift yaptığı tava ancak böyle temizlenebilirdi.

Çaydanlığını yanında getirmekle akıllılık etmişti. İki üç su bardağı ve yarım poşet çayı da vardı. Çeşmeden çaydanlığa su doldurdu, onu da ocağa koyup altını yaktı.

Şekeri eline aldı. “İyi ki şekerde getirmişim. Şu tahsilli olmak yok mu, her şeyi düşündürtüyor insana. Bak annemi babamı özledim şimdi. Telefon açmam gerekir. Gerçi söylemiştim varınca arayacağımı. Adettendir, dur şunlara telefon açayım.” Diye söylendi.

Sucuk tavada kavrulurken Ekrem cep telefonu kulağında, karşıdan çalma sesini dinleyerek açılmasını bekledi.

“Alo anne ben sağ salim Çitlik Köyüne geldim. Evi temiz buldum. Ama içeride küf kokusu var.”

Ekrem’in annesi Nazife “O koku tahtalardan geliyordur. Evde yastık, yorgan namına bir şey yok.”

Ekrem araya girdi. “Olsa iyi olurdu. Ben onları yanıma alamazdım. Ümidim o ki ahırdan da olsa bir çul bulup üzerimi örteceğim.”

Nazife “Aman oğlum bitlenir kalırsın. Komşunun birinden emanet iste. Hemen yanında Şaziye teyzen var, ondan iste.”

Ekrem “ Tamam anne isterim. Babam uyuyordur, ona da selam söyle.”

Nazife “Uyuyor baban. Telefonu titreşime almıştım, uykum hafifti, hemen cevap verdim.”

Ekrem “Haydi görüşürüz.” Dedi. Karşılıklı konuşma bitti.

Kızaran sucuğun kokusu eve hayat vermişti. Ekrem ilk lokmasını alınca aklına, kız arkadaşı Banu gelmişti.

Aralarında kırgınlık yaşanmıştı. Buluşma yerine geç gelmiş ve Banu kız arkadaşlarına mahcup düşmüştü. Olay sonu Banu Ekrem’e  “Ekrem benim bir dediğimi iki etmez, randevusuna saatinde gelir ve bir dolu metih.” Şeklinde yaşananları anlatmıştı.

Ekrem randevusuna geç kalmakla tüm meziyetlerini, Banu’nun ve kız arkadaşlarının karşısında yitirdiğini hissetmişti. Ayrılırlarken “Görüşürüz.” Diye ayrılmışlardı ama bu görüş kırık bir kalp ile olmuştu.

Ekrem kendini telafi etmek için ne tür bir geri dönüş yapacak bilemedi.Çiçek mi alsaydı, olmaz. Çünkü çok sahte görünürdü. Başka da aklına hiç bir şey gelmiyordu. En iyisi zamanın akışına bırakmalıydı.

“Bak sen, Banu’yu şimdiden karın olarak görüyorsun. Evet bu bana heyecan veriyor.” Diye söylendi. Tavasında ki son sucuk lokmasını ağzına alırken “Ah, Banu’yu düşünürken yediğim sucuğun lezzeti aklıma gelmedi. Haz içinde yiyemedim. Olsun bir daha ki sefere. Ama dur bir daha ki sefere diye bir şey yok.” Saçmalığı içinde söylenirken cep telefonunu eline aldı. Banu’ya beş adet kalp emojisi yolladı.

Hemen yanıt geldi. “Neredesin Ekrem?”

“Köyümdeyim.”

Banu “Aaa ciddi misin?”

Ekrem sorgulamayan yeni bir ilişkinin başlangıcını hissetti. Geçmiş konulara girmemeye özen gösterdi. Bir on dakika ardından birbirlerinin seslerini duymak istediler.

Ekrem telefonu çaldırdı, Banu açtı. Yarım saate yakın konuştular. Birbirlerine yeniden ısınmışlardı. Ekrem sonunda “Seni seviyorum.” Dedi. Banu “Ben de.” Demekle yetindi. Ve telefonlarını kapattılar.

Ekrem kendinden korkmaya başladı. Cesaretli olmak istiyordu ama bu kadar değil. Bir kızın kalbine girmek yeni bir dünya yaratmaktı onun için. Ve Ekrem henüz denizleri, dağları yaratmamıştı. Dünyasında bulut bile yoktu. Ağaçlar hakeza. Dünyasında küçük hayvancıklar bile yoktu. Ama koca bir ‘seni seviyorum’ dünyası yaratmıştı ya gerisi gelirdi elbet.

Lavaboda ağzını ve dişlerini temizledi. Tekrar bilgisayarını bıraktığı odaya girdi.

Yarın için ön bir çalışma yapması gerekiyordu. Üniversite hocasından temin ettiği mağara resimlerine bakmak için bilgisayarını açtı. Resimler klasörünü tıkladı. Beş değişik resim çeşitli açılardan çekilmiş on beş resmi incelemeye başladı.

Geyikler ve onları avlamaya çalışan avcılar. Bir A4 kağıdı çıkardı, kalemini eline aldı. Jpeg resminde ki görüntüyü A4 kağıdına kalemle çizmeye başladı. Gerçekçi bir çizim için ekrana yaklaştı. Küçük kıvrımları da çizmeye özen gösteriyordu.

Bir saat çizim için uğraştı. Ardından mağara resminin üzerinde olduğu kayanın jeolojik girinti ve çıkıntılarını da çizmeye başladı. Böyle yapması Ekrem’in üslubuydu.  Resim denen şey tam rabıta ile çizilmeliydi. Kayanın üzerinde ki resim hariç tüm şekiller bir rabıta oluşturuyordu onun için.

Ve işin sonunda şöyle düşünüyordu. “Bu benim on beş santi metre kare içinde çizdiğim çizikleri ne kim çizdi, ne de o çiziklere dikkat edip bakmadılar. Ben bu duvarın kralıyım.Bu bakir duvar kendini sadece bana açtı.” Bir saatte bunun için uğraştı. Çalışma iki saatini bulmuştu.

Dışarıda ezan sesi duydu. Çalışmasını bıraktı. Evden dışarıya çıktı. Ezan sesi ile zihnini rahatlattı. Ezan bitince bir sigara yaktı. Etrafı dinledi. Köpekler ne uluyor ne havlıyordu. Vaziyet klübelerine çekilmişlerdi.

Yüksek perdeden “Kıs kıs.” Dedi bir kaç defa. Bir köpek seri şekilde havlamaya başladı. Ekrem havlayan köpekte tehdit olmadığını algıladı, bahçeye adımını attı, çit kapısından çıktı. Köpek dört adım önündeydi. Ekrem yaklaştı, yavaş şekilde köpeğin başını okşadı. Sonra evine geri dönüp çitten içeri girdi.

Tuna M. Yaşar

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..