Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '13

 
Kategori
Deneme
 

Reset düğmesi

Reset düğmesi
 

Harikulade bir organizma oldugu, sürekli vurgulanan vücudumuzda yer alan iki yüz altı adet degişik şekil ve kıvrımdaki kemik, kimi insanı otag, kimisini göçebe çadırı, kimilerini de fethedilemeyen yüksek burçlu bir kale gibi dimdik ayakta tutar. Asıl inanılması güç gelen de (yine insan bedeni ile ilintili olarak); yeni dogan bir bebegin yüzde doksan oranında sudan oluşmasıdır. Anne rahminde, en sevdiginin-kendisine can veren varlıgın karnını art arda tekmeleyen, dünyaya gelmesinin ardından ayak direten, gözlerini açan, avazı çıktıgı kadar cıyak cıyak aglayan, acıkan, çok zaman geçmeden içgüdüsel debelenmelerle kendisini doguran koruyucu meleginin memelerine kenetlenen, çişini yapan, diger yandan bizi bizden alan, oglumuz-kızımız, canımızın yongası, cigerimizin parçası dedigimiz, olanca sevgimizle bagrımıza bastırıp rahatlık duydugumuz, paha biçilemeyen-dünyalar degerindeki yegane varlıklarımız, kimi zaman kirpi gibi olsalar dahi; “pamuk yavrum” diye okşadıgımız, sevimli-afacan küçük insanlarımız aslında bir su kütlesidirler.

Teşekkür ve minnettarlık mahiyetinde “Su gibi aziz ol” söylemi ile taltif eden büyüklerimiz, karşısındakini bu vesile ile onore de etmek isterler. Su misali  aziz olmasını istedigine, hitab cümlesinin arasına “gibi” kelimesine usturuplu bir yer ayırma yoluyla benzetmeye çalıştıgı kişi de, zaten suyun bizahiti kendisidir. Bunun çagrışımı aynen; “su gibi aziz ol su” dur ki, “gibi” benzetme terimi, fazlalık olarak kalır. Diger yandan engin tecrübe sahiplerinin “su hayattır” demelerinde de, bu gereçekligin de payı vardır. Canlının yaşı ilerledikçe, bu ıslaklık oranı da diyebilecegimiz su seviyesi, durmak nedir bilmeyen zaman mefhumu ile birlikte, aşagılara iner ve bir anlamda kuruluk artar.Tam anlamı ile önüne geçilemeyen bir kuraklık baş gösterir. İnsan bedeni bütünü itibariyle çoraklaşıp, çölleşir. Yaşlı bir insanda, bebekliginde var olan yüzde doksanlık su oranı,  bilindigi gibi yüzde ellilere kadar düşer. Gelinen bu negatif aşamanın getirileri, pek iç açıcı degildir. Yüzde ellilik su oranı, pek çok sıkıntı ve handikapı da beraberinde getirir. Saglıklı yaşamanın, hareket halinde olmanın, önündeki en büyük engelin, insan vücudunda suyunun çekilmesi oldugu ortaya çıkar.

Küçük, rengarenk çakıl taşlarının, rekabet içindeki selvi ve kavak agaçlarının gölgelerinin dibinden, çıt kırıldım yosunların arasından çagıldayıp, bir gelin edası ile süzülüp gelen sularla sevgili misali kucak kucaga buluşan, hasretlik gideren topraklar, ne kadar da verimli ve üretkendirler. Hani “insan eksen, insan biter” denilen alanlardır bunlar. Ama, ne zaman ki ana vana kapatılıp,  toprak suya hasret kalırsa, “sadık yarin” de hiç bir işlevi kalmaz. Tesadüfen de olsa, şefkatli kollarının arasına düşen en küçük bitki tohumunu hışımla ortasından çatlatıp, filizlendiremez. Bu güzelligin yumuş yumuş minik ellerinden tutup, yeryüzüne çıkararak, güneşin gözlerimizi kamaştıran, o bin bir rengi ve her derde deva olan sıcaklıgı ile buluşturamaz. Toprak derinden biçare düşüp, marazlı oluverir. Canlıların da, aynen toprakta oldugu gibi, su yoksunlugunun baş göstermesi halinde, bu olumsuzluklara maruz kalmaları kaçınılmazdır. Bedenden suların çekilmesi ile tende bin bir tane yaşanmışlıgın göstergesi olan kırışıklıklar, hatıra bırakmak üzere sökün ederler. Tendeki hasar aynı şekilde tinde de görülür. Dünya güzelliklerini gören cıvıl cıvıl gözler göremez, bin bir türlü melodiyi- sevdiginin yıllardır bülbül şakıması olarak duydugu sesini, neredeyse duyamaz, lavantalı kokusunu cigerlerinin derinliklerine çekemez, yeşilçam filmlerinde oldugu  gibi, degil sahil boylarında, düz yolda dahi ömrünü birlikte tükettigi hayat arkadaşını kovalayamaz, kontrolsüz-titeyen ellerle dokunur ki, bu ten artık ütülü bir ipek kumaş olmaktan çıkıp, buruşuk bir bez parçasına dönüşmüştür. Sevginin göstergesi dokunmak olsa da, bundan ne kendisi, ne de sevdigi haz alır. Çünkü her iki bedende de sular artık çekilmiştir. Barajda su seviyesi bir hayli aşagılara inmiş, her türlü üretim durmuştur.

İnsan denilen organizma müthiş mükemmelliginin yanı sıra, bir o kadar da,  karmaşıktır. Komplike bir yapıda olan pek çok alet, biz canlıların yaşamını kolaylaştırmak adına, günlük hayatımızda yerlerini vazgeçilmez bir şekilde alırlar. Bu aletlerin de insanlarda oldugu gibi suyu çekilmez ama, miatlarının dolması ile arızalanıp, işlevlerini yerine getiremez hale gelirler. Bu da o aletin ölümü anlamına gelir. Bazen de tamamen bozulmadıkları halde, herhangi bir teknik arızadan dolayı, devre dışı kalırlar. Aparatların büyük bir kısmında, insanlarda olmayan bir özellik var ki, söz konusu ekstra teknik ayrıcalık, aletin yeniden çalışmasını saglar. Sözünü ettigimiz minik farklılık, çogu zaman aletin arka zemininde yer alan, küçücük bir dügmedir. Bilindigi gibi bunun adı “reset” dügmesidir ki, artık günümüzde bu kelimeden bir fiil dahi türetilmiştir, buna da “resetlemek” denir.

Her devre dışı kalan aleti günlük yaşamımızda resetleyip, tekrar çalıştırmaya başladıgımda, böylesi bir lüksün insanlarda neden olmadıgına hayıflanır dururum. Hani affınıza sıgınarak, biz insanların da, örnegin şöyle kıçlarının bir yerlerinde, üstü kırmızıya boyalı bir reset dügmemiz olsaydı, hiç te fena olmazdı. Her moralimiz bozuldugunda, bir şeylere üzüldügümüzde, birilerine  kahırlandıgımızda, ne bileyim başımız agrıdıgında, ayagımız ansızın tökezlediginde, acılar içinde kıvrandıgımz anlarda; sivri bir uçla reset dügmemize bastırıp, istedigimiz verimliligi tekrar saglayabilseydik, her halukarda çok şey istememiş oluruz kanaatindeyim. Hayata, hiç bir olumsuzluga maruz kalmamış gibi, kaldıgımız yerden sil baştan başlasaydık. Kafalarımızı allak bullak edip, unutulması gerektigi halde bir türlü unutamadıklarımızı, böylesi bir butonla sıfırlasaydık. Sıkıntılar, dertler, sorun oluşturan negatif gelişmeler olarak görülen, kapı dışarı etmeye çalıştıgımız, istenmeyen misafirlikler olarak da adlandırabilecegimiz kara bulutlu düşünceler, geldikleri gibi çarçabuk çekip, gitselerdi, elbette hiç te fena olmazdı.

İnsanların en fazla kendi kendisinden yoruldugu bilinen bir gerçektir. Küçücük bir dügme, bütün yorgunluklarımızı da alıp, götürürdü. İnsanoglu böylesi bir dügmeye sahip olsaydı, dünyada bunu en fazla kullananların bizim insanlarımız olacagını tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Bir yandan suyumuz çekilirken, bir yandan da o denli gel-gitler yaşıyoruz ki, bize reset dügmeleri de yeterli gelmeyebilir. Olsa da küçücük bir “butonumuz” hemencecik bozulurdu. Bazı rahat  veya relax diyebilecegimiz insanlarda muhtemelen gizli bir reset dügmesi olsa gerek. “Yanan dünyanın içinde dahi yorganları olmayan” bu insanların böylesi kaygıları yoktur. Onlarda mucizevi bir şekilde “med-cezirler”  yaşanmaz. Kimileri için de, reset dügmeleri, her kahırlanmanın-sıkıntının veya kıyıcıgında-köşeciginde “kimsenin tavuguna kış demedigi” halde gelip, kendisini bulan acıyı başından savmak için alkole, sigaraya veya başka bagımlılıklara başvurmak gelir ki, bu alışkanlıklar su seviyesinin daha çabuk aşagılara çekilmesinden, kendi kendine zarar vermekten başka işe yaramaz. Bu yönteme hiç başvurulmaması gerekse de, böylesi bir yaşamı tarz haline getirip, dünyayı kendilerine cehennem haline getirenlerin sayısı da, ne yazıktır ki az degildir.

Olmayan reset dügmemizi, taktırmak, olanaksız gibi gözükse de, yine de insan denilen ve büyük oranda sudan oluşan organizma, dudak uçuklatacak kadar şaşılası mükemmellikte bir makinadır. Yeter ki toprak ana gibi, suyu çekilmesin, çölleşmesin. Bilgi, ilim, dünya nimetleri ve insana has diger güzelliklerden yoksun kalınmasın. Ceviz içi görünümdeki idare merkezlerimiz, beyinlerimiz donanım fukarası olmasınlar. Sularımız daha uzun bir dönem çekilmesin. Bagrımızda zümrüt yeşili alanlarımız, bagımız bahçemiz, çiçegimiz, börtü böcegimiz alabildigine büyük bir alanda ve her daim olsun. Göz zevkimiz bozulmasın. Gönül ister ki çölleşme denilen fakirligin olabildigince uzagında olalım. Kalplerimize mutluluk ve huzur ılık su damlaları halinde damlayarak aksın, bizleri mest eylesin. Çoraklaşan, yaşlılıgımızda elden ayaktan düşen, pörsümüş bedenler olunmasın.

Bilim adamlarının yeni çalışmaları, herhalukarda insan bedeninde bir reset dügmesi uygulanmasına yönelik olmalıdır. Sizi bilmem ama, ben böylesi bir buluşun yapılması halinde; en kısa zamanda bir reset dügmesi edinmek isterim. Daha her ne kadar (malum olan yerimin), sag veya sol tarafına mı taktıracagıma dair bir karar veremediysem de, dört nala koşan atlılar misali, barbarca üstümüze akın edegelen, sıkıntılara daha kısa süreler halinde katlanarak, bol sulu bir şekilde, hayata daha iyi tutunabiliriz. Ve bedenlerimizden istemimiz dışında çekilen sulara, Nazım’ın bir şiirinin mısralarında, baş kaldırıyı dile getirdigi gibi “gayrık yeter” demek gerekliliginin, artık dayattıgını göz ardı etmemeliyiz. Evet, ben kararımı verdim. Reset dügmem sol tarafımda olsun, peki ya sizin?

 

Aydın Yılmaz

Amsterdam, 16 Şubat 2013

 

 

 
 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..