Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ocak '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Resmi tarihi sorgulayalım da, nasıl?

Resmi tarihi sorgulayalım da, nasıl?
 

İki saatlik bir filmi izledikten sonra, iliklerimize kadar işleyen sahneleri en ince ayrıntısına kadar, hatırlayabiliriz. 500 sayfalık bir romanı okuduktan sonra da, hikâyenin olaylarını gerçekmiş gibi dinlemek istemeyenlere bile kolayca aktarabiliriz.

Oysa söz gelimi tarih dersinden yazılı veya sözlü sınav olmak için öğretmenimizin verdiği bir konuya saatlerce çalışırız da yine sorulan sorulara doğru dürüst cevap veremeyiz.

Bunun en önemli sebebi, “öğrencilik” psikolojisiyle kendimizi tam olarak “ders”e veremeyişimizdir. Buna rağmen iyi kötü yine de okullarda bir şeyler öğreniyoruz.

*****

Öğrendiklerimizin hepsi doğru mudur? Cevabı zor bir soru…

Gerçek doğru, zamana ve şartlara göre değişebilir.

Kimileri değişmeyen tek doğrunun vahye dayalı dinî bilgiler olduğunu iddia ederler. Kimileri elle tutulup gözle görülmeyen şeyleri deneyerek ispat edemedikleri için sadece müspet ilme dayalı bilgilere itibar ederler.

Okulda öğrendiğimiz doğrular, öğretmenlerimizin bize öğrettikleri, onların da bize öğretmek için kendi öğrendikleriyle sınırlıdır… Daha sonra hayat değişik açılardan hepimizin beynine farklı farklı fikirler sokar. Onların da yine bir kısmı yanlıştır.

Doğrular bizim beynimizde, etkisi altında kaldığımız bütün unsurların bileşkelerinin, kendi şartlarımıza göre tasnif edilip, ait oldukları raflara yerleştirilmesiyle şekillenir.

Küçücük bir tuhafiye dükkânını, binlerce insana dekore ettirseniz, tıpa tıp birbirine benzeyen bir kompozisyona asla rastlayamazsınız.

Şekil olarak birbirinin aynı gibi görünse de, tamamen farklı yapıda yaratılan insanların zihinlerinde oluşan “kanaat” da hiçbir zaman bire bir benzerlik göstermez.

*****

Genel olarak bütün ülkelerin okullarındaki zorunlu tedrisatın müfredatı, resmî ideolojinin isteği doğrultusunda hazırlanır. Zaten başka türlü nasıl olabilir ki?

Hepimiz kendi bulduğumuz öğretmenlerle çocuğumuzu kendi bildiğimiz gibi yetiştirebilir miyiz? Hiç zannetmiyorum. Hangi öğretmenin bize doğru bilgiyi vereceğini kestirecek özel bir ölçüm âletimiz mi var? Hayır…

Ancak yüksek öğrenimde belli bir yaşın üstüne çıkan insanlar, verilen bilgilerle yetinmeyerek, kendi inisiyatifleriyle yeni bilgilerin peşine düşerler, ya da düşmelidirler. Üniversite, insana hayatı öğreten, onu yaşamın şartlarına hazırlayan, aslında daha kestirme bir deyişle, bilgiye ulaşmanın metodunu gençlerin zihnine yerleştiren, ya da yerleştirmesi gereken bir eğitim kurumudur, veya öyle olmalıdır.

Onun için herkese bu fırsatın ve imkânın verilmesini isteriz. Orada öğrendiklerini, insanın doğal ve en önemli özelliği olan “düşünme” kabiliyetiyle, mukayese ve muhakeme etmeyi becerenler, olaylara daha değişik açılardan bakmayı akıl edebilirler ve hayata daha farklı bir kişilikle atılırlar.

Yine de bilgili ve kültürlü olmak, düşünerek hareket etmek, pek çok doğruyu ve yanlışı bilip ayırt edebilmek, aslında insanı çok mutlu etmeye, çok başarılı kılmaya veya çok zengin etmeye yetmez. Hatta huzursuz bir yaşantıya bile sebep olabilir.

Çünkü iyiyi, güzeli ve doğruyu bilip de ona ulaşamamak veya kötüyü, çirkini, yanlışı fark edip de onun etkisinden korunamamak, çok daha acı verici bir durumdur.

*****

Dikkatlice ve etraflıca yazılıp çizilmesi, konuşulup tartışılması gereken önemli ve geniş bir konuyu, bir blog sayfasına sığdırmanın zorluğu yanında, konuya girmek için dolanıp durdukça, işi daha da zorlaştırdığımın farkındayım.

Olay şu: Milliyet Blog’da, Ermeni soykırımı iddialarına karşı özür dileme kampanyası başlatan bazı aydınlarımızın bu tavrını destekleyenlerle karşı çıkanlar arasındaki atışma, bir başka konuyu daha gündeme getirdi.

“Özür” başlıklı yazımı okuyanların çok iyi bildiği gibi, bloğumuzun Sultanı Alev Miesel hanım, gönderdiği ilk yorumda, özür dileme kampanyasını tasvip etmediğini hissettirirken, beni destekliyormuş gibi bir izlenim de vermiyordu.

Bu durum karşısında ben şaşkınlığımı gizlemeyerek, “yazımı sonuna kadar okumadan, benim de imzacılara destek olduğumu zannettiği” şeklinde bir kuşkuya kapıldığımı yazma nezaketsizliğinde bulundum.

Gelen ikinci yorumda Alev hanım “Türkler’in asker olmak ve vergi vermek dışında Osmanlı’nın işine yaramadığı” iddialarının kafasını karıştırdığından bahsediyor ve benim “ecdadı öven” cümlelerimden rahatsız olduğunu ima ederek, tereddütlerime ışık tutuyordu.

Alev hanımla İzmir toplantısında yüz yüze görüşüp tanışmıştım. Gerçekten Blog’daki Miss seçiminde ilk sırayı almayı hak edecek kadar olgun, bilgili ve kültürlü, bir başka deyişle tam bir Osmanlı hanımefendisi.

Onun böyle bir düşünceye sahip olabileceğini tahmin edemezdim. Ancak böyle düşündüğü için onun hakkındaki kanaatlerimde zerre kadar bir değişiklik olmuş da değil. Çünkü kanaatler, insanın kişiliğini değerlendirmekte bir ölçü değildir benim için.

Onlar, yerine göre giyip çıkardığımız, yerine göre bize çok yakıştığını düşündüğümüz bir elbise gibidir. Hepimiz aynı elbiseleri giymeyiz ve giyemeyiz. Hatta aynı elbiseyi karşımızdaki birinde görünce rahatsız oluruz. Öyleyse neden herkesin bizimle aynı fikri paylaşmasını isteriz ki? (Bu bir blog konusu olabilir)

*****

Blog’un tartışmasız en karizmatik yazarlarından biri olan Ümit Culduz beyin, “İttihatçı Enveristlere Tarih Dersi” başlıklı son yazısı, Alev hanımın kafasını karıştıran konunun ta kendisiydi. Ümit bey “624 sene boyunca Anadolu Türklerine uygulanan tehcir ve vahşet”ten bahsediyordu.

Ben tarihçi değilim. Okul bilgisi dışında tarihimizle ilgili okuduğum bazı kitaplarda, resmi öğretiyle ters düşen pek çok iddiaya rastladım. Gayri resmî her iddianın doğru olduğunu düşünmek de çok peşin hükümlülük olur ve insanı doğrulardan daha da uzaklaştır.

Bu bağlamda Celâlî isyanlarını, aslında Anadolu Türkleri’nin yüzyıllarca süren mücadelesi şeklinde değerlendirmenin yanlış olma ihtimali, bana göre kısmen doğru olma ihtimalinden az değildir.

Sosyal bilimleri ben pek müsbet ilim olarak kabul edemiyorum. Hele Tarih’e hiç güvenim olmadığını, pek çok yazımda dile getirmişimdir.

“Doğru mu yanlış mı” şüphesi, tarihin bizzat kendisinde vardır. Bize okutulan resmî tarihin yanlış olduğunu farzetsek bile, gayri resmî hangi tarihin daha doğru olduğunu kestirmemiz çok zor… Çünkü resmî tarihte olduğu gibi, resmî tarih dışında da işimize gelen veya gelmeyen o kadar çok bilgi var ki…

Tercihimizi, “işimize gelmek”ten yana kullanırsak, yine sübjektif davranmış olacağımız için, yanlış bilgiye sapma ihtimalimiz oldukça fazlalaşır.

Bütün bunlar, doğruyu aramayalım, bilginin kaynağına inmeyelim, hep birilerinin dediklerine inanarak koyun gibi peşinden gidelim anlamına gelmiyor tabii… Ama kendi doğrumuzda ısrar edip başkalarına kızmak gibi bir hakkımız ve lüksümüz de yok.

Eğer birbirimizin görüşlerine saygı duyup sakin bir kafayla herkesi dinleyemezsek, kendi dünyamızda kendi doğrularımızdan oluşan bir sırça köşkümüz olacaktır. Böyle olunca, onu korumak için, kanaatlerimizin yanına kimsenin yaklaşmasına izin vermeyiz, veremeyiz.

Oysa fikirler gelişerek ve değişerek olgunlaşır. Yine de mutlak doğruya ulaşmak mümkün değildir. Hayatımız boyunca hep bir arayış içinde olmak, her gün yeni bir şey öğrenip bilgilerimizi tazelemek zorundayız.

*****

Keşke yaptıkları her şeyle övünecek kadar mükemmel bir ecdada sahip olabilseydik. Onların da elbette yaptıkları hatalar olmuştur. İnsan hem iyi hem kötü şeyleri yapabilen bir varlık olarak dizayn edilip yaratılmıştır. Zaten insan olarak yaratılmanın mantığı ve özelliği de budur.

Yaratıcının koyduğu kuralların özüne bakarsak görürüz ki, iradesini kullanarak her şeye rağmen iyi şeyler yapmayı başaranlar mükâfatlandırılacak, aklına ve mantığına rağmen kötü şeyler yapmayı seçenler de cezalandırılacaktır.

Yaratılışı ilâhî bir hikmete dayandırmayanlar açısından, insanla ağacın, ya da balığın hatta bir kayanın farkı olmayacağı için, ondan bir erdem beklemek de gereksizdir. Buna rağmen erdemli davrananlarsa, başkaları için kendini feda etmiş enayilerdir.

Ben ecdadımızın en azından dünyadaki başka milletlere göre daha iyi şeyler yapmaya çalıştığını sanıyorum. Bilim, sanat, kültür ve daha pek çok açıdan genel tarih bilgisi kapsamında yapılacak bir sıralamada, çok arka sıralarda yer almamızı gerektirecek vukuatlar göremiyorum.

Sonuçta neslini devam ettirdiğim bir ecdada karşı -en azından yaptığı pozitif davranışları göz önünde bulundurarak- saygılı davranmak durumundayım. Yanlışlarından da ders çıkarıp onlardan uzak durmaya çalışmalıyım.

Bir an “Kazıklı Voyvoda’nın torunları bugün ne yapıyorlardır?” diye düşündüm. Atalarıyla gurur duyamasalar bile, herhalde utanç içinde başları öne eğik gezmiyorlardır. Çünkü modern hukuk anlayışında suçlar da cezalar da kişiseldir. Kan ve akrabalık bağına rağmen kimse bir başkasının işlediği suçtan dolayı mağdur edilemez.

O bakımdan, tam olarak doğruluğunu yanlışlığını bilemediğimiz söylemlerden dolayı ecdadımızı mahkûm etmeyelim diye düşünürüm. Elbette, yaptıkları yanlışları inkâr edip ya da görmezden gelip onları kutsamamız da gerekmez. Zaten hatasız kul olmaz. Bizim inancımıza göre hiç yanlış yapmayanlar, sadece, kendi iradelerini kullanamayan, programlanmış bir robot gibi hareket eden, emir kulu meleklerdir.

*****

En gerçekçi doğru, herhalde tabiat kurallarıdır. Hani Cahit Sıtkı’nın “Otuz Beş Yaş”ta söylediği gibi, onu da biz ne yazık ki çok geç öğreniyoruz:

<ı> <ı>Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Şunu unutmayalım ki pek çok yanlışı ve doğruyu da öğrenemeden hayattan göçeceğiz. Bir gün her şey bütün çıplaklığı ile karşımıza çıktığında, bilmediğimiz ne çok şey olduğunu, hatta doğru bildiklerimizle yanlış bildiklerimizin devede kulak bile sayılmadığını farkettiğimizde, nasıl bir şaşkınlık yaşayacağımızı tahmin bile edemiyorum.

Her türlü farklı inanca ve düşünceye rağmen, fiziksel bir eylem uygulamadan, insanların birbirinin hürriyetine ve yaşam hakkına saygı duyduğu bir dünyada yaşamak ümidi ve dileğiyle…

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..