Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '14

 
Kategori
Arkeoloji
 

Rhodiapolis - Sesimizi duyan var mı?

Rhodiapolis - Sesimizi duyan var mı?
 

Rhodiapolis Anfi Tiyatrosu


İnsanoğlunun yolculuğu başka yolculuklara benzemez. Mevsimsel bir evrede doğal uyumu sağlamak için coğrafyalar geçen ama geçtiği coğrafyaların iklimsel verimliliği dışında hiçbir şeyinden faydalanamayan ve o coğrafyaya vereceği şeylerin de çok sınırlı olduğu diğer canlılar gibi değildir onun yolculuğu. O gider, gittiği yeri değiştirir. Kalır kaldığı yerde devrimler yapar. Ölür öldüğü yerde unutulmaz miraslar bırakır ardından gelenlere…

Ve bu yolculuk hiç bitmez… Kendi içinde de yolculuğa çıkar, kendi içinde de yerleşik güçlerle kavgasını eder, kendi içinde kendisiyle kavga eder ama hep bir nefes bırakır, hep bir sözcük bırakır, yazı bırakır, heykel bırakır, tapınak bırakır, cami bırakır, tiyatro bırakır, stadyum-hipodrum bırakır. Bıraktığı o kadar çok şeyin içinden bıraktıkları tam da unutulurken bizim arkeolog dediğimiz aslında bir nevi öykü bilimci olan kişiler o unutulup gitmeye yüz tutacak, sesi bir yerden duyuverirler. Bir yerden o sese kulak verirler. Onların öyküsünü toprağın altından çıkartırlar da çıkartırlar.

İşte size toprağın altında yitip gitmiş bir öykü olacakken Arkeologlar tarafından çıkartılan Rhodiapolis’den biraz bahsetmek istiyorum.

Onların öyküsü küçük bir öykü. Bir Efes, bir Zeugma, bir Hierapolis, bir Pergamon değillerdi. Öyle büyük bir şehir olması da fiziksel yapısı nedeniyle zordu zaten. Antalya’nın Kumluca ilçesinde bir tepede bulunan bir rivayete göre Rodos kolonisi, bir rivayete göre Roma kenti. Rivayetler muhtelif olsa da antik hamam yakınlarında bulunan geometrik döneme ait seramik parçaları bu kentin insanlarının aidiyet noktasında çok da eski bir halk olduğunu bu yüzden ne Roma’ya, ne Rodos’a mal edilemeyeceğini gösteriyordu bize.  Gördünüz mü seslerini ilk duyduğunuzda bir koloni kenti galiba diyorsunuz ama seslerine biraz daha kulak kabarttığınızda “hayır ben Rodos’un kolonisi değilim ben çok önceden de vardım zaten” diyor.  İşte bu yüzden bir antik kenti kazarken  emin olunacak hiçbir şey yoktur. Kazmanın vurulduğu yer ile fırça darbelerinin nazikçe gidip geldiği bir çömlek parçasının kaderi aynı değildir sonuçta.

Rhodiapolis kenti su sarnıçlarının üzerine kurulmuş açıkcası minimal bir kent aslında. Bir Roma kentinin prototipi gibi. Her şey o kadar minimalize ki. Tiyatro küçücük ama bir Roma tiyatrosu, hamam küçük ama bir Roma hamamı. Roma’nın mimari yapılarının neredeyse hepsi var. Ama küçükler. Tıpkı bir Miniatürk gibi. Rhodiapolis sakinleri yağan yağmurları öyle bir değerlendirmiş ki sarnıçlarda biriktirdikleri suyla yaşamlarını idame ettirmişler bir yerde. Yağmurun bahar aylarında çok cömertçe yağdığı bir coğrafyada bundan daha akıllıca bir şey yapılamazdı. Bazıları derler ya ilkel devirler. Ne münasabet efendim !...

Bu kentin önemli özelliklerinden birisi de dönemin en ünlü hayırseveri  Opramoas’ın memleketi olması. Zaten bu kentin halkı onu o kadar çok sevmiş ki kendisi için hemen tiyatronun yanı başına bir anıt mezar yaptırmış. Bu anıt mezarın dört bir tarafını çeviren yunanca yazıt bu eseri Anadolu’nun en uzun yunanca yazıtlı anıt mezarı  konumuna yükseltmiş.  Bu anıt mezar da çok küçük bir yer kaplıyor. Ne Mausolous’un anıt mezarı gibi ne de Mısır Firavun Keops’ın piramidi gibi gösterişli… Mütevazi, kendi halinde bir mezar. Belki de bir hayırsevere en çok yakışacak şekilde…  Opramoas, Likya depreminde hasar gören bir çok kenti  kendi imkanlarıyla onarıyor. Orada zarar görmüş halkın yanında bulunuyor. Benim kazılarına katıldığım süreçte bu büyük  hayırseverin  evi henüz bulunamamıştı. Halbuki bu kadar zengin bir insanın evinin bu küçük antik kentte büyükçe bir yerde belirivermesi gerekmiyor muydu ? Belki bir saray, belki bir köşk… Hayır bulunamadı. Sadece manzarası yemyeşil bir dağla örülmüş güzel bir yerde bulunan bir takım buluntular orasının onun evi olacağının varsayılmasına neden oldu. Adam yaşarken de ve ölürken de mütevaziydi anlaşılan. Günümüz hayırsever zenginlerinin belki de Opramoas’tan öğrenecekleri çok şey vardır.

“İyilik yap denize at deniz bilmezse halık bilir” sözünün tam da yerindeyiz. Bu sefer kıymetini arkeologlar bildi, sonra da bildirdiler. Arkeoloji işte tam da bu yüzden önemli değil mi ? Tarihin hiç bilinmeyen dönemlerinden söyleyecek sözleri olanların o acımasız zaman karşısında yenilmeyeceklerini haykırmıyor mu ?  Opramoas’ın öyküsüyle yaşam bulmak mümkün. Opramoas’ın sesiyle ses bulmak da mümkün.  Yeter ki kulak verilsin…

Kentin tarihsel süreci Geometrik dönemden Bizans dönemine kadar geniş bir yelpazede yayılıyor.  Önce çok tanrılı paganist bir anlayıştan, tek tanrılı anlayışa evrimleşen bir kent. Bizans döneminde kurulan ve pagan kültürün eserleri  olan tanrı heykelleri başta olmak üzere tüm mimari ve sanat eserleri kireç ocaklarında patlatılıyor. Bu kireç ocakları hala daha antik kentte görülebilir durumda.  İnançta bir devrim olunca şiddetli de bir yıkım ve tahrip beraberinde geliyor.

Rhodiapolis kenti küçük olmasına rağmen bir hayırseverin yanında dönemin çok da ünlü bir hekimini bünyesinde barındırmış. Bu hekim M.S 2.yüzyılın ünlü hekimi Herakleitos.  Aslepion kültünün yerleşmesinde büyük payı olan bu hekim sayesinde  Asklepion tapınağı inşa edilmiş ve yanıbaşına kütüphane kondurulmuş. Kentin kültürel ve bilimsel gelişimine olumlu bir katkı sağlamış hiç şüphesiz.

Opramoas’ıyla ,Herakleitos’uyla, tapınaklarıyla, hamamıyla asırlar öncesinden bize ses verdiler. Seslerini duyduk. Onlar bu toprakların çocuklarıydılar. Onlar da bize dahildiler. Sonuçta bizler bu topraklara geldiğimizde onlar bir sinema filminde salonun boşalması gibi çekip gitmediler. Onlar da kaldılar, onlar da bizimle kaynaştılar.

Seslerine ses verelim istedik.

Duyuyor musunuz bizi ?

Not : Bizi bu şehirle tanıştıran benimde tez danışmanım olan Akdeniz Üniversitesi’nden Arkeolog Prof. Dr. Nevzat Çevik’e, Doç. Dr. İsa Kızgut’a, Öğretim Görevlisi Süleyman Bulut’a, Doç Dr. Banu Özdilek Tıbıkoğlu’na , Araştırma Görevlisi Onur Tıbıkoğlu ile Emrah Akalın’a ve şüphesiz büyük emeği olan kazı ekibinden arkadaşlarımıza sonsuz teşekkürler… 

 
Toplam blog
: 6
: 572
Kayıt tarihi
: 04.06.14
 
 

Akdeniz Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü Mezunu Arkeolog Sinad..