Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '14

 
Kategori
Edebiyat
 

Roboskê’den akan şiir: “On beş nolu sınır taşı”-3

“V. bölüm; katır yolu katık yolu”

Bu bölüme de “İnsanın öldüğü yerde kimin, nasıl ayakta kaldığının pek bir önemi yoktur.” Cümlesini Adıyan, Eva Peron’dan alıntı yaparak ağıtlara devam ediyor. Ben de yoruma değil, kardeşlerimizi hayır ve rahmetle anmaya devam ediyorum.  Âdem, Şirvan, Nevzat, Cihan, Hüseyin, Fadıl, Seyithan, Hamza, Selâm, Mehmet Ali, Nadir, Zeydan, Hüsnü, Osman, Selman kardeşlerimize de Allahtan rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun. Ancak “derdî derûn II”ye değinmeden geçemeyeceğim. Mükemmel bir tasvir... “roboskê ah roboskê / bir kan kutsama âyini daha yaşandı / roboskê’de toprak daha al şimdi / dün halepçe’de bugün uludere’de / çelebiler tarihinin ‘ayıp defteri’ne, / insanlık ‘kayıp’ diye eklesinler.”

“VI. bölüm; manifesto”

Terzinin Türküsükitabından ödünç aldığı, “fiyasko” şiiriyle başlıyor bölüme, şiir şu:“â şayaklara süvari biçen terzi / yorgan iğnesiyle dikilir mi ipek.” Ve “derkenar IV” şairleri insanlığı anlatmaya çağırmakta Adıyan. Her şair kendi kozalağını kırıp hakka ve adalete yürümeli. Yürüyemiyorsa ona şair denmemeli. İşte sana kardeşlik; bizim oralarda birbirine hayatını, eşini, çocuklarını emanet edebileceğin kişilere denir kardeş. Ve Adıyan gerek“akleden kalp rakik vicdan” gerekse “dili özgür ismi yaşar olaydı” adlı şiirlerinde kardeşlik kavramını işliyor. Her kardeş mirastan eşit paylar alarak. Diyor ki; “değil buralarda erkeklerin ismi / turan, burhan veya mesut, mutlu / şivan’dır, hozan’dır, ya da umut (…) varsın unvan, şan şöhret olmasındı / yeter ki rüzgâr kınına sokulmayaydı / fikir, düşünce zincire vurulmayaydı / ne olurdu dili özgür, ismi yaşar olaydı.” İnsanlık olurdu, dostluk olurdu, birliktelik olurdu. Her haksızlığa birlikte karşı çıkılırdı. O zaman bölüp, parçalayıp rahat rahat itaat ettiremezlerdi.

Unutulmuş bir köyün, unutulmuş insanları her nasılsa bombalanmak için hatırlanıyor. İnsanları, insanlığı unutanlar “Fatiha”yı nasıl unutmasın, onu da unutmuşlardır. Ey şair, “saçlarımı kestim şiir damıtıyorum” demek seni; bu yazıyı yazmak beni hatırlatacak mı, göreceğiz. “gel keyfim kaç aklım” adlı şiir iki bölümden müteşekkil. İlk bölüm “ömrü çalınmış halkın tebessümü”. Bu bölümde unutulmuş insanların unutulmaz dramı bir kez daha bir çocuğun bir anaya muhtaçlığında dillendiriliyor. Diğer bölüm “ömür hırsızlarının şen şakrak kahkahası” ki, bu bölümde hangi baba kendi çocuğunu kurşunlatarak öldürebilir? Devlet babalığından vazgeçmesine /vazgeçirilmesine karşın çocuk, ara sıra sitem etse de hürmette kusur etmiyor. Baba içkici ve kumarbaz kabuğundan sıyrılıp çocuklarına karşı görevini yapmalı ki, çocuk da sabır sınırlarını aşınca isyan etmesin. “biz ayçiçeğiydik vatanın toprağında / aynı toprakta sarmaşıktı devlet baba / sarılmış gövdeme nefes alamıyorum / sarmaşığın ayırt etmeksizin sarılışı / hâkimiyet dürtüsünden midir anne.

“dünya kaç renktir körün gözlüğünde”bu şiire yorum yapmaktan çok “Bu Vatan Kimin” adlı Orhan Şaik Gökyay’ın şiirine atıfta bulunmak istiyorum Abdurrahman Adıyan’ın bakış açısını kullanarak. Bu devlet kimin? Yetmiş milyon insandan kaçı ‘benim’ diyebiliyor. “ömür çalmak suç” adlı şiir önceki şiirlerin farklı ifade edilişi, ancak “otuz dört kandamlası”adlı şiir bana, Nâzım’ın şiirlerini anımsattı. Anadolu insanını aynı üslupla işlemekte Nâzım da... Bakın nasıl: “bacımın sancısına / hekimden evvel yetişir yüreğimiz / hâkimden evvel hak kesilir / havarımıza hısım akrabamız (…) mayının, hayının tezgâhında ölüm fermanımız / libasımızda asırlık korku.”

“kep asabiyeti”şiiri “halkın yaşam manifestosu” ve “toplumun vicdan manifestosu” alt başlıklarıyla kaleme alınmış. Halkın yaşamından duyuramadığı sesine, güleç yüzünden, çatık kaşa teslimiyet ve isyanını işlemektedir. “toplumun vicdan manifestosu”nda Roboskê halkının hayat boyu süren dramını ve karşılık bulamayan sesini duyurmaya çalışmakta… “fısıltı” adlı şiir, şairin kulak verdiği seslerin roboskê yorumları, ama halkın değil, yönetimin /yöneticiliğin sesi… Nefesi kurutacak kadar pis kokular yayılan ve duyulan sesleri…

“kan parası”Âşık Veysel’in “Beni hor görme kardaşım / Sen altınsın ben tunç muyum” dizeleriyle başlıyor. Ve bir insanın ne kadar ettiğini belirleyen zihniyeti sorguluyor. Kölelikle bunun arasında ne fark var? Ölü veya diri satılmak… Hem de mezatsız bir ortamda kendi belirledikleri edere… Ve “büyük yönetmen” medyanın hem bizi, hem çocuklarımızı, hem geçmişimizi, hem geleceğimizi nasıl kontrol altına alıp, bizi değil kardeşlerimizden, eşimizden, çocuklarımızdan, insanlığımızdan uzaklaştırmanın enfes bir değerlendirmesi âdeta.

Beni değil, kitabı okursanız daha sağlıklı düşüncelere ulaşacağınızdan eminim.

23 Mart -09 Mayıs 2013 Muğla /Bodrum

Not: Tasfiye Dergisi, 47.sayı, Mayıs-Haziran 2014

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..