Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Aysegül Akbay Yarpuzlu

http://blog.milliyet.com.tr/yarpuzlu

06 Mayıs '13

 
Kategori
Felsefe
 

Rorty ile randevu, Nicholas Wolterstorff’tan çeviri

I.

Richard Rorty’nin, Philosophy and Social Hope koleksiyonunun Giriş bölümünde yer alan ama asıl olarak “Rölativizm: Bulmak ve Yapmak” başlıklı makalesinin son paragrafı olan şu ifadelerine göz atalım:

İnsanları bir biyoloğun bakış açısından görmenin mi, yoksa daha çok Plato’nun ya da Kant’ın bakış açısından görmenin mi daha iyi olduğu sorusunu, nasıl tartışacağımı bilmiyorum. Bu nedenle, eleştirmenlerimin “rölativizm” dediği, ama benim “anti-temelcilik” ya da “anti-dualizm” adını vermeyi tercih ettiğim görüş için kesin bir argümanı nasıl sunabileceğimi de bilmiyorum. Kendi adıma Darwin’e başvuru yapmam ve bana karşı çıkanlardan, doğaüstüne başvuruda bulunmaktan nasıl kaçınabileceklerini sormam kesinlikle yeterli değildir. Meseleyi bu şekilde ortaya koymak, birçok soruyu gündeme getirir.  Bana karşı çıkanların da biyolojistik bakış açısının, insanları saygınlığından ve öz-saygısından mahrum bıraktığını söylemesi kesinlikle yeterli değildir. Bu da birçok soruyu gündeme getirir. Sanırım her iki taraf da meseleyi tekrar tekrar, birçok farklı bağlamda yeniden ortaya koymak dışında bir şey yapamayacaktır. Türümüzün ve toplumumuzun, şanslı bir tesadüfün ürünü olduğunu düşünenlerle, bunların her ikisinde de içkin bir teleoloji bulanların arasındaki görüş ayrılığı, öylesine radikaldir ki nötr bir bakış açısından yargılanmaya olanak tanımaz.

Retorik olarak küçük, ama entelektüel olarak büyük bir niteleme ekleyerek, bunu kabul ediyorum. Kendi adıma, “her iki tarafın meseleyi sadece tekrar tekrar yeniden ortaya koyabileceğini” söylemek yerine, Rorty’nin burada sözünü ettiği anlaşmazlıklarda, bunun her iki tarafın da son tahlilde sadece bunu yapabileceğini söylerdim. Bir tartışmanın başladığı yer ile son tahlilde nelerin söylendiği arasında çoğu zaman önemli bir mesafe vardır. Bu aradaki mesafede, genellikle kendi sözümü söylemekten fazlasını yapabiliriz. Muhataplarımızın kendi bakış açılarıyla ilgili bazı ifadelerini alıp çürütebiliriz ve bazen bazı revizyonların gerekli olduğu noktasında karşımızdakileri ikna edebiliriz. Veyahut, karşımızdakinin söylediği bir şeyi açıklığa kavuşturabilir, bunu kastetmek olamayacağını şaşırmış bir ifadeyle ileri sürebiliriz ve bazen karşımızdaki kişi de gerçekten bunu kastetmek istemediğini kabul eder. Benim görüşüme göre, bu şekilde gerçekleşecek revizyonlar hemen her zaman marjların etrafında olacaktır; son tahlilde, durum hemen her zaman için Rorty’nin açıkladığı gibi olacaktır:  Her iki taraf da meseleyi tekrar tekrar, birçok farklı bağlamda yeniden ortaya koymak dışında bir şey yapamayacaktır. Mevcut tablo bu; her zaman da böyle olacağı görüşündeyim.

Rorty’nin, insanların birbiriyle anlaşmazlığının derinliğini yansıtan bu tabloyu, kendi düşündeşinde eşit ölçüde önem taşıyan bir başka unsurla – yani kendi ifadesiyle “evrensel öznelerarası uzlaşma” umuduyla – nasıl örtüştürdüğünü bilmiyorum. Bununla, elbette ki eski yöntemlerle – karşı tarafı öldürmek, evrensel öznelerarası uzlaşmayı sağlamanın bir yoludur – elde edilebilecek bir uzlaşmayı değil, “meşrulaştırma” adını verdiği sosyal pratikle elde edilebilecek bir uzlaşmayı kastetmektedir. Bu iki tema, birbiriyle çatışma halinde değilse bile gerginlik içinde görünmektedir. Kendi adıma, “evrensel öznelerarası uzlaşma” umudum yok ya da en azından böyle bir beklentim yok. Bir kez daha ifade etmem gerekirse, insani koşulumuza baktığımızda, Rorty’nin işaret ettiği türden temel anlaşmazlıkların süreceği görüşündeyim. John Rawls’ın en önemli tespitlerinden birinin geçerli olduğu düşünüyorum: Özgürlük koşulları altında, bu tür anlaşmazlıklar kaybolmak yerine, çoğalma eğilimi gösterecektir. Uzlaşmamızı engelleyen kişiler, kötü niyetli piskoposlar ve baskıcı prensler değildir.

Bu bölümü yazmaya başladığımda, yapmamaya kararlı olduğum bir hataya düşme tehlikesi içindeyim. Rorty’nin doğru, meşruluk, antirealizm gibi konularda öne sürdüğü birçok provokatif düşünceye yanıt vermemeye ve “Din ve Demokratik Kültür: Kamusal Söylemde İnancın Rolü” konusuna bağlı kalmaya kararlıydım. Açılışı Rorty’nin makalesinin son paragrafından alıntı yaparak yapmamın nedeni, onun düşüncesindeki belirgin tutarsızlığa dikkat çekmek değildi, bu paragrafta yapılan vurgunun canlı bir örneğine tanık olacağınız için sizi peşinen uyarmaktı. Rorty, Darwinci bir pragmatisttir, ben ise birçoklarının teolojik konularda görece muhafazakar bulacağı türden bir Hristiyan’ım. Aramızda gerçekleşecek şiddetli çatışmaya tanık olacaksınız. Ama son tahlilde, tamamen farklı iki bakış açısının kendi ifadesini bulduğuna tanık olacaksınız. Bir liberal demokratik toplumun, yanıt sunacağı temel sorulardan birinin şu olduğunu düşünüyorum: Rorty ve benim gibi gerçeklik, insan hayatı ve iyi üzerine tamamen farklı olan kapsamlı perspektiflere sahip kişilerin, nasıl olup da adil, istikrarlı ve huzurlu bir toplumda eşit bireyler olarak bir arada yaşamaya devam edeceği…

II.

Rorty, Eckhart Ödülünü aldığı seremonideki konuşmasında yapmış olduğu vurguları içeren “Onto-Teolojiden Sonra Din: Vattimo’nun İnancı Üzerine Düşünceler” başlıklı son (henüz yayınlanmamış) makalesinde, önceki yazılarında kendisini tarif ederken “ateist” terimini kullanmış olmaktan pişmanlık duyduğunu ifade eder. Bunu, ateizmden inanca bir dönüşüm yaşadığı için değil, “ateist” sözcüğü, kendisinin girmek istemediği epistemolojik ve metafizik tartışmaların hatıralarını canlandırdığı için yapmaktadır. Girmek istemediği tartışmalardaki konumunu tarif etmek için politik bir terim olan “anti-klerikalizm” terimini kullanır.

Rorty, kurumsallaşmış formlarında dinin, liberal demokratik toplum için bir tehdit olduğunu düşünmektedir. Kiliseye ait kurumların, kendi ifadesiyle “yaptıkları bütün iyiliğe rağmen ve muhtaç olanlara, umutsuzluk içinde olanlara sundukları bütün rahatlığa rağmen, demokratik toplumların sağlığı açısından tehlikeli olduğunu ve çok tehlikeli olan bu kurumların sonunda hiç kalmasının en iyisi olacağını” söyler. Kurumsallaşmış dinin demokrasiye yönelttiği tehlikelerin, günümüz Amerika’sında “bilhassa belirgin” olduğunu savunur: “Sürekli olarak sağcı politikacılara destek sunan Hristiyan fundamentalistler, Amerikan kültüründeki sekülerist, Jeffersoncu geleneğin altını oymaktadır.”

Rorty, kendisi gibi anti-klerikalizm savunucularının, “kurumsallaşmış dinin sonunda ortadan kalmasını umut etmek için” ikinci bir nedenlerinin olduğunu da ekler. Öteki dünya işleriyle meşguliyetin tehlikeli olduğunu düşünürler, zira John Dewey’in ifade ettiği gibi, “İnsanlar sahip oldukları güçleri hayatta iyiyi savunmak için asla tam olarak kullanmamıştır, çünkü kendilerinin dışında ve doğanın dışında bir gücün, kendi sorumluluklarında olan bu işi yapmasını beklemiştir.” (Dewey, “A Common Faith,” Later Works)

Kurumsal dinin, özgürlük için bir tehdit olduğu ve dinginciliği beraberinde getirdiği düşünüldüğünde, ne yapmak gerekir? Liberal demokratik toplumlardan dini lağvetmek mi gerekir? Hayır, bu aşırıya kaçmak olurdu. Bu tehdidi oluşturan şey dinin kendisi değildir, kurumsallaşmış dindir. Demokrasiyi dinden korumak için dinin özelleştirilmesi yeterlidir. “Aydınlanma’nın din ile yaptığı mutlu, Jeffersoncu uzlaşma … dinin özelleştirilmesini,” yani kamusal alanının dışında tutulmasını içerir (Philisophy and Social Hope). Stephen Carter’ın dini özelleştirmenin onu değersizleştirdiği yönündeki itirazı karşısında, Rorty özel olanın değersiz görülemeyeceğini söyler: “Aile veya aşk hayatlarımız özeldir, siyaset dışıdır ve değersiz değildir. Biz ateistlerin yazdığı şiirler de, tıpkı dindar arkadaşlarımızın duaları gibi, özeldir, siyaset dışıdır ve değersiz değildir.” Kısacası, değersiz olmaktan çok uzak olan birçok özel uğraşımız, hayatlarımıza anlam verir (Philosophy and Social Hope).

Buraya kadar her şey fazlasıyla net görünse de o kadar net olmayabilir. Kamusal/özel düalizmini, hem muğlak hem de ideolojik olarak doldurulmuş buluyorum. Kendi adıma buna herhangi bir ağırlık vermekten kaçınmaya çalışıyorum. Dualizmlerin amansız düşmanı olan Rorty’nin buna neden bu kadar çok ağırlık vermesine şaşırıyorum. Ama kabul edelim ki bu çok nettir. Rorty’nin düşüncesinde şimdi ele alacağım kısmı daha az doğru buluyorum. Rorty, dinin kamusal politika hakkındaki tartışmalara dahil edilmesi durumunda, bu tartışmaların katılımcıları dindar insanlarla sınırlı değilse, tartışmanın son bulacağını söyler. Bu nedenle de dinin özelleştirilmesi gerektiğini savunur. Bunun aktüel olarak ne sonuca vardığını, anlaşılır bulmuyorum; bu nedenle, yanlış yorumluyor da olabilirim.

Rorty’nin şimdiye kadarki en ünlü cümlesi, biraz önce alıntı yaptığım makalesinde yer alan şu cümle olabilir: “Dinin özelleştirilmesini gerektiren temel neden, dinsel topluluğun dışındakilerle yürütülen politik tartışmalarda, iletişimi durdurmasıdır.” Doğrusunu söylemek gerekirse, Rorty burada Stephen Carter’ın bir yorumunu kendine göre düzenlemek dışında bir şey yapmaz: “Bir sohbeti sonlandırmanın iyi bir yolu … iyi eğitimli profesyonellere, belirli bir politik görüşü (tercihen kürtaj ya da pornografi karşıtlığı gibi tartışmalı bir görüşü) Tanrı’nın isteğinin bu yönde olduğunu düşündüğünüz için benimsediğinizi söylemektir.”

Carter’ın bu noktada, politik bir görüş için dini bir argüman kullanmanın olağanüstü azimli bir örneğini sunduğunu düşünüyorum. Martin Luther King, Jr.’ın konuşmaları, din ile yüklüydü; ama görüşü son tahlilde bu yönde olsa da, hiçbir zaman Tanrı’nın isteğinin bu yönde olduğunu düşündüğü için entegrasyonun gerekli olduğunu söylemiş olsaydı, buna şaşırdım.

Böyle olsa bile, Carter’ın ifade ettiği şeydeki problem nedir? Rorty, bunun sohbeti sona erdirdiğini söyler. Evet, bazı insanlar için durum bu olabilir, ama bazıları için değildir. Benim için sonlandırmıyor! Keza, dindar bir insanın Darwinci pragmatist bir neden hakkında konuşması da sohbeti sona erdirebilir. Neden dinsel bir neden sohbeti sona erdirsin? Erdirirse bu neyi gösterir? Bu bölümün başında gördüğümüz gibi, Rorty sohbetin bir yerde sona erdirilmesi gerektiğini düşünmektedir. Darwinci pragmatist nedenlerin, sohbeti sona erdirmesinde bir sakınca yokken, dinsel nedenlerin bunu yapması mı sakıncalıdır? Öyleyse neden?

Rorty, Carter’ın dini nedenin sohbeti neden sona erdiği konusunda şunları söyler: Tanrı’nın isteğine gönderme yapan kişi, kamusal politika hakkındaki bir tartışmanın bağlamında kendi özel hayatı hakkında bir yorum yapmış olur. Rorty, bunun bir grup insana “Hiç kürtaj yaptırmam” ya da “Pornografi okumak, bugünlerde hayattan aldığım tek zevk,” demekten hiçbir farkı yoktur. Bu örneklerde, Carter’ın durumunda olduğu gibi, ortaya çıkan sessizlik, grubun şunu söyleme eğilimini maskeler: “O halde? Senin özel hayatını tartışmıyoruz; kamusal politikayı tartışıyoruz. Bizi ilgilendirmeyen meselelerle gündemimizi meşgul etme” (Philosophy and Social Hope).

Bunu anlamıyorum. Rorty açık bir biçimde dini nedenleri genelleştirmemizi istemektedir. King’in ırk ayrımının yasaklanması için dinsel bir neden sunmasıyla, insanın bugünlerde sadece pornografi okumaktan keyif aldığını açıklaması hangi bakımdan birbirine benzer ki her ikisini de insanın özel hayatı hakkında yorumlar olarak kabul edelim?

Anlayabildiğim kadarıyla, Rorty’nin bu pasajdaki özel hayat vurgusu, aslında düşünmeden söylenmiş bir referanstır; hiçbir işlevi yoktur. Bu tür tartışmalarda kamusal/özel düalizminin hiçbir fayda sağlamadığı hakkındaki görüşümün iyi bir örneği! Rorty’nin politik görüşler için dini nedenler sunmakta gördüğü problem, bu tür nedenlerin hiçbir anlamda “özel” olması değildir, genel olarak vatandaşlar tarafından paylaşılmıyor olmasıdır.

Bu şekilde düşünmemin nedenini açıklamak istiyorum. Rorty, Carter’ın getirdiği bir eleştiriye, onun kendi sözcükleriyle, atıfta bulunur: “Çağdaş liberal filozofların, çok farklı bakış açılarına sahip bireylerin, herkesin kabul edebileceği bir diyalojik konvansiyonlar grubuna uygun olarak diyalojik tartışmaya katılabileceği bir söyleşi alanı oluşturma çabası.” Rorty, Carter’ın buna getirdiği eleştiriye atıfta bulunduktan sonra, onun konumu hakkında şunlar söyler:

Carter burada hem günümüzün en önde gelen toplumsal düşünürleri olarak Rawls ve Habermas’ın konumlarının asgari müştereğinin, hem de Aydınlanma’nın merkezi sekülerleştirme mesajının iyi bir açıklamasını sunar. “Sohbeti, ortak olarak paylaşılan önermelerle sınırlanmaya yönelik bütün bu çabaların, dini dışladığını” söylerken çok haklıdır. Ama bu dışlamanın, adil olmadığını düşünür.

Ancak bu dışlama, Jeffersoncu uzlaşmanın tam kalbindedir ve Carter’ın bu uzlaşmanın yerine daha adil olan hangi anlaşmayı getirebileceğini görmek zordur. Çağdaş liberal filozoflar, dini inanç sahiplerinin dini özgürlüğün bir garantisi olarak özelleştirmeyi kabul etmeye istekli olmadıkça, demokratik politik toplumu koruyamayabileceğimizi düşünür ve Carter, onların yanıldığını düşünmemiz için hiçbir neden sunmaz. (Philisophy and Social Hope)

Rorty’nin burada bir şeyin karşılığında “özelleştirmenin” kabul edilmesinden söz ederken, sadece insanın dini inanç sahiplerinin dışındakilerle konuşurken, “sohbeti ortak olarak paylaşılan önermelerle” sınırlandırmasını kasettiğini varsayıyorum.

III.

Buraya kadar, Rorty’nin görüşlerini açıklamaya çalıştım. Benim gibi dindar bir kişi için, Rorty’nin din ve özgürlük ilişkisi üzerine tek taraflı ve kasıtlı ifadelerine itiraz ederek işe başlamanın, çok cazip geldiğini de itiraf etmeliyim. Evet, gerçekten de din bazen bir liberal toplumun özgürlükleri için tehdittir. Ama, şu anda sahip olduğumuz özgürlükleri nasıl kazandığımızın tam öyküsü, bu mücadelede dinin rolüne belirgin yer verecektir. Dinin sağladığı iyilik, Rorty’nin ifadeleriyle “muhtaç olanlara, umutsuzluk içinde olanlara sunulan” destekle sınırlı değildir. Amerikan yurttaşlık hakları hareketlerinde dinin oynadığı belirgin rol unutuldu mu? Güney Afrika, Polonya, Romanya ve Doğu Almanya’daki devrimlerde dinin oynadığı rol nasıl unutulabilir? Tam ve adil bir anlatım, 20. Yüzyılın en kanlı sekülarizm örneklerine de dikkat çekecektir: Nazizm, Komünizm, milliyetçilik. Gerçek şu ki insanların derinden bağlandığı hemen her şey özgürlük için bir tehdit olabilir; buna ironik olarak özgürlüğe derinden bağlılık da dahildir. Bu noktaya daha sonra değineceğim.

Kısacası, din Darwinci pragmatistlerin değer verdiği bu çalışmalar üzerinden değerlendirilecek bile olsa, Rorty’nin bize sunduğundan çok daha ayrıntılı bir anlatıma ihtiyaç duyarız. Yine de bu noktaya çok fazla takılıp kalmanın, şimdiki tartışmamızda bizi çok ileriye taşıyacağını düşünmüyorum. Dinin, Darwinci pragmatist standartlara göre çok iyi olduğunu söyleyerek, Rorty’nin dinin liberal demokrasideki yerine ilişkin daha pozitif bir görüş benimsemesi gerektiğini iddia etmeyeceğim. Öte yandan, Rorty’nin daha dengeli bir öykü bildiği muhakkaktır; ama neden onu anlatmadığını bilemiyorum. Dinin, Darwinci bir pragmatistin bakış açısından ne kadar çok iyilik yaparsa yapsın, yine de tehlikeli olduğunu ve bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, dinin olmamasının daha iyi olabileceğini düşünmektedir. Daha net bir ifadeyle, kurumsallaşmış ve kamusal tezahürleri olmaksızın, her şeyin daha iyi olabileceğini savunmaktadır.

IV.

Farklı bir noktadan başlamama izin verin. Rorty’nin, dinin demokratik politikadaki rolü hakkındaki yorumlarının, diğer bütün konulardaki yorumlarından çok farklı bir ruhu soluduğunu düşünüyorum. Rorty diğer pasajlarda hayal gücünü, açıklığı, yeniden açıklamayı, kendi kendini yaratmayı överken, burada sadece sınırlardan söz etmektedir. Din, kendini özel alanla sınırlamalı ve sohbet, ortak olarak kabul edilen önermelerle sınırlandırılmalıdır.

Sohbetin, ortak olarak kabul edilen önermelerle sınırlandırılması ne anlama gelir? Bugün Rorty ile benim aramdaki sohbette, kendimizi ortak olarak kabul edilen önermelerle mi sınırlandırıyoruz? Bunu nasıl söyleyebiliriz? Hem Rorty hem de ben, bu sohbete yaptığımız şeye inanarak girdik ve mevcut konu üzerinde konuşmaya başladık. Ortak olarak kabul edilen önermelerle kendimizi sınırlandırmadık, en azından ben sınırlamadım. Her ikimiz de karşımızdakinin absürt olarak nitelendireceği bazı argümanlar sunduk. Ama bunun, sohbeti ortak olarak kabul edilen önermelerle sınırlandırmayı gerektirdiğini düşünmüyorum.

Rorty, kendi isteğine uygun bir şekilde hareket ettiğini söyleyebilir mi? Philosophy and Social Hope adlı çalışmasının ele alalım. Kitaptaki şu veya bu toplumsal konum için sunduğu argümanların, büyük ölçüde Darwinci pragmatizme dayandığını görmemek için kör olmak gerekir. Bunlar, ortak olarak kabul gören önermeleri temel almaz. Bu kitap, Rorty’nin diğer bütün kitapları gibi genel kamuoyuna hitap eder; hedef kitlesi, kendisinin Darwinci pragmatist çevresiyle sınırlı değildir.

Yaklaşık yirmi yıl önce kaleme aldığım Until Justice and Peace Emprace adlı kitabımda, Rorty’nin Philosophy and Social Hope adlı çalışmasında incelediği özgürlük ve eşitlik sorunlarının aynılarını, Hristiyan bakış açısından ele almıştım. Kitap genel kamuoyuna yönelik olsa da argümanlarımı ortak olarak kabul gören önermelerle sınırlandırmamıştım. Bu kitabımda yaptığımın, liberal demokratik toplumda hiçbir problem teşkil etmediğini düşünüyorum; tıpkı Rorty’nin yaptığı şeyin de hiçbir problem teşkil etmediğini düşündüğüm gibi. Rorty’nin de bunda benimle hemfikir olduğunu tahmin ediyorum. Eğer öyleyse, herkese yönelik konuşmalarımızda kendimizi ortak önermelerle sınırlandırmamız gerektiğine ilişkin yorumlarının bununla nasıl örtüşebileceğini anlamıyorum.

Rorty, Carter’a sohbetimizi ortak olarak kabul edilen önermelerle sınırlandırmamızdan daha adil bir düzenlemenin olamayacağını söyler. İşte daha adil bir düzenleme: İnsanların politik konularda söylemek istediklerini söylemelerine ve konumlarını savunmak için en iyi olduğunu düşündükleri argümanları kullanmalarına, gerekli erdemlere sahip bir biçimde davranmaları koşuluyla, izin vermek. İnsanlar, ikna edici olmak istiyorlarsa, “Benim duruşum bu,” demek yerine, kendilerinden farklı temel yargılara sahip kişilerin inandırıcı bulacağı argümanlar aramaya başlayacaktır. Rorty’nin makalesinde sohbetin sona erdirilmesine ilişkin kullandığı bir cümlesi, istemeyerek de olsa tam olarak buna işaret eder: “Çoğulcu ve demokratik bir devletin şiddet tekeli tarafından uygulanacak ahlaki kararların, Tanrı’nın veya aklın veya bilimin sesi olduğunu iddia edenlerin herkesle aynı seviyeye yerleştirildiği bir genel tartışma sonucunda verilmesi en iyisidir. (Philosophy and Social Hope) Aynen öyle! Farklı seslere izin verin!

Burada bir parantez açmama izin verin. Rorty ve bu meselelerde onunla aynı konumu paylaşanlar – Rawls, Audi, Larmore ve diğerleri – çoğu zaman sanki bir Yahudi toplumsal politikayla ilgili bir konuda Yahudi perspektifini sunduğunda, Hristiyanların buna söyleyecek bir şeyi olmayacakmış gibi veya bir Hristiyan kendi Hristiyan perspektifini sunduğunda, Darwinci pragmatistlerin buna söyleyecek bir şeyi olmayacakmış gibi konuşur. Ben hiç de öyle olmadığını düşünüyorum. Politika, felsefe veya başka herhangi bir konuda hepimiz birbirimize anlayış gösteriyoruz. King’in “Bir Rüyam Var” konuşmasını duyan herkes, onunla aynı dini paylaşmıyordu; ama herkes birbirine anlayış gösteriyordu. Onunla aynı dini paylaşmayanlar da bu konuşmadan etkilendi ve ilham aldı.

V.

Rorty’nin, sohbeti sürdürmeye büyük bir toplumsal değer verdiği açıktır. Bunu yapmanın tek yolunun, sohbete katılanların kendilerini ortak olarak kabul gören önermelerle sınırlandırmak olduğunu varsayar; bu tür bir sınırlandırmayı getirmesinin nedeni budur. İnsanın bir tartışmada kendini ortak olarak kabul gören önermelerle sınırlandırmasının ne anlama geldiğini bilmiyorum. Sınırlar getirmeyi savunurken, kendi tavsiyesine uygun hareket etmediğini görmek bana şaşırtıcı geliyor.

Elbette ki sohbetler bazen bir noktada tıkanabilir ve karşımızdakine, onun görüşüne itiraz etmek ve hesaba katmadığı bir noktayı hatırlatmak için söyleyecek bir sözümüz kalmadığı halde bir uzlaşmaya varamayabiliriz. Bu, Rorty’den en başta alıntı yaptığım paragrafında ifade ettiği noktadır. Buna karşın, Rorty kamusal politika tartışmaları söz konusu olduğunda, bu tür bir tıkanmanın yaşanacağını peşinen söylemek ister. Buna ulaşmak için izlediği strateji hakkındaki şüphelerimi ifade ettim. Peki ya amacın kendisine ne demeli? Politik tartışmalarda bir açmaza düşmenin nesi bu kadar kötü?

Stehpen Carter’ın, kürtajın hiçbir koşul altında yasal olmaması gerektiğini, çünkü bütün kürtajların Tanrı’nın iradesine karşı olduğunu savunması durumunda, Rorty’nin ona yanıt olarak özel hayatı hakkında konuşmaya son verip politika alanında kalmasını söylemesi, kendini ne diyeceğini şaşıran biri gibi gösterir. Rorty’nin, Carter’ı bu düşünceden vazgeçirip vazgeçiremeyeceğini görmek için bir an olsun onun düşünce tarzının içine girmeye neden çalışmadığına şaşırıyorum. Bu çabasında başarısız olursa, kendisinin Carter ile uzlaşmadığını söyleyebilir ki zaten Carter ile uzlaşamıyor. Rorty, kürtajı yasal hale getirmenin Tanrı’nın iradesine karşı bir şey olduğuna inanmıyor. Bunu ifade etmesinde ve Carter ile uzlaşamadıklarını beyan etmesinde ne sakınca var?

Tartıştıktan sonra halen uzlaşamadığımızda – ki hemen her zaman uzlaşamayız – bir politik konu üzerinde karara varabilmek için liberal demokrasilerde çok bilindik ve benim de çok takdir ettiğim bir prosedür izleriz. Oy kullanırız. Rorty, Rawls, Audi, Larmore ve destekçilerinde, demokrasinin özünde var olan bir prosedüre, yani oylamaya karşı üstü kapalı bir rahatsızlık sezilmektedir. Bunu anlamıyorum. Elbette ki oylama prosedürünün adil olması daha iyi olurdu; çoğu zaman adil değil. Ama eğer adilse, bunda yanlış olan nedir? Sohbetin sona ermesi, aksi halde sürekli konuşmaya davam edebilecek bir kamuoyunun dindar insanlar tarafından susturulması anlamına gelmez. Sohbetin sona ermesi, bir demokraside politik tartışmaların her zaman karşımıza çıkan bir özelliğidir ve sohbetin bittiği yerde bir karara varabilmek için oylama yapılır.

VI.

Biraz farklı olsa da bununla bağlantılı bir vurguyla bu makaleyi sonlandırmak istiyorum. Bütün açık yürekliliğimle şunu söylemeliyim ki dindar biri olarak, Rorty’nin konumunda ve argümanında özgürlük karşıtı, hatta zaman zaman tehdit edici bir hava hissediyorum. Yüksek sesle ve net bir biçimde verilen mesaj, liberal demokrasimizde dine tolerans gösterilecekse, dinin şekillendirilmesi gerektiğidir. Bu şekillendirme, kendini özelleştirme şeklinde gerçekleşmelidir.

Peki neden şekillendirilmesi gerekir? Dindarlar, Amerika Birleşik Devletleri’nde liberal demokrasimizi hiç tehdit etmiş midir? Bu bir tarafa, dindarlar Rorty ve onun gibi Darwinci pragmatistleri oy kullanma ve mahkemelere başvurma hakkından mahrum bırakmış mıdır? Bunların hiçbiri olmamıştır. Bazı dindar insanların, Darwinci pragmatistlerin hemfikir olmadığı bir özgürlük modelini ve bazı kısıtlamaları savunması yüzünden ve dindar insanların, kamusal politika hakkında dini nedenler sunduklarında, kamuoyunun diğer üyeleriyle iletişimi sona erdirmeleri yüzünden, dinin şekillendirilmesi gerektiği savunulmaktadır.

Argümandaki net benzerlik göz önünde bulundurulduğunda, Darwinci pragmatizmin de özelleştirilmesi gerekir. Darwinci pragmatistler, bazı dindar insanların hemfikir olmadığı bir özgürlük modelini ve bazı kısıtlamaları savunmaktadır ve Darwinci pragmatistler,  kamusal politika hakkında kendi felsefi nedenleri sunduklarında, kamuoyunun diğer üyeleriyle iletişimi sona erdirmektedir. O halde Rorty, neden Darwinci pragmatizmin değil de dinin şekillendirilmesi gerektiğini savunmaktadır? Biri için gerekli olan şey, diğeri için neden gerekli değildir?

Tahminimce, bu yaklaşım farkının temel nedeni, Rorty’nin sahip olduğu demokrasi fikrinde bulunabilir. Daha genel olarak, kamusal alanda politik görüşleri açıklamak için dini nedenlere atıfta bulunulması hakkında farklı görüşlere sahip olmamızın, bu meseleler hakkında düşünürken farklı demokrasi görüşlerinden hareket etmemizden kaynaklandığını düşünüyorum. Ben kendi adıma, vatandaşlara ve azınlıklara temel hak ve özgürlükleri garanti etmenin ve bütün normal yetişkinlere adil bir biçimde oy kullanabilme olanağı tanımanın, liberal demokrasinin yapısında var olduğuna inanıyorum. Bu temel çerçevede, liberal demokrasi Rawls’un terimiyle bütün “kapsamlı perspektifleri” olduğu gibi kabul eder. Dindar insanlara kendi dinlerini özelleştirerek şekillendirmeleri gerektiğini söylemediği gibi, Darwinci pragmatistlere de kendi perspektiflerini şekillendirmek zorunda olduklarını söylemez. Onları olduğu gibi kabul eder. Bazı oylama sonuçları ve yargı kararları, dindar insanları mutlu, Darwinci pragmatistleri mutsuz kılabilir. Bazı oylama sonuçları ve yargı kararları da bunun tam tersini yapacaktır. Demokrasi bu şekilde işler. Liberal demokrasi, oylamayı kaybedenlerin, bunun sistemin yok olmasından daha iyi bir şey olduğunu düşündüğü müddetçe varlığını korur. Liberal demokrasinin varlığını koruması, sistemin kendisinin formal gereksinimleri dışında, bir şekillendirme dayatmasının yapılmasına bağlı değildir.

Rorty, farklı bir demokrasi görüşünden hareket ediyor. Demokrasiyi Dewey’in düşündüğü gibi düşünüyor: “Demokratik kurumlar, insani özgürlüklerin yeni formlarının icat edilmesini, özgürlüklerin daha önce hiç ele alınmadığı gibi ele alınmasını mümkün kılabilir” (Philosophy and Social Hope). Buna göre, Rorty demokrasiyi bir amaca hizmet ettiği için savunmaz. Bunun yerine, Dewey’in demokrasiyi kendi için yüceltmesini, demokrasinin kendi için gelişmesi karşısında duyduğu heyecanı olumlar. Dewey’in yaklaşımını, belirsiz olduğu kadar verimli de bulduğunu söyler. Belirsizliğin kötü bir şey olduğunu düşünmeyelim diye, “Dewey’in Emerson ile paylaştığı belirsizliğin, Wallace Stevens ve Harold Bloom’un ‘Amerikan Ruhu’ olarak nitelendirdiği şeyin simgesi olduğunu” ekler Philosophy and Social Hope).

Kısacası, Rorty’nin dini özelleştirmek istemesinin nedeni, dinin belirli bir politik düzenleme olarak düşünülen liberal demokrasiyi kamusal alanda bir şekilde tehdit etmesi değildir. Dini özelleştirmek ister, çünkü kendi görüşüne göre, din Deweyci demokrasi vizyonuna aykırıdır. Amerikan Ruhu için bir tehdittir.

VII.

Amerikan Ruhu; bu tür konuşmalarda dini tonları sıkça duyduğumu düşünüyorum. Herkesin derinlerde dindar olduğunu ve insanların yapabileceği tek seçimin, hangi dine inanacaklarını seçmek olduğunu savunanlardan değilim. Kendini ateist olarak nitelendirenleri, yanlış bir farkındalığa sahip olmakla suçlayamam. Ama bu prensibi çiğnemeden, Rorty’nin demokrasiye bağlılığını ifade ederken kullandığı retoriğin, kesinlikle dini bir ton taşıdığını söylemeliyim. Darwinci pragmatistlerin Amerikan Ruhu dininin, bana ve çocuklarıma hükümet eliyle dayatılmasını istemiyorum; tıpkı Rorty’nin benim dini inancımın ona ve çocuklarına hükümet eliyle dayatılmasını istemediği gibi.

Her ikimiz de kendi inancımıza sahip olabiliriz ve liberal demokrasimizde, birbirimizi sahip olduğumuz inançları şekillendirmeye zorlamadan bir araya yaşayabilir.

 

 

 
Toplam blog
: 46
: 361
Kayıt tarihi
: 21.03.12
 
 

Halk Sağlığı Profesörü, Kamu Yönetimi ve Avrupa Birliği Uzmanı   ..