Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Rotalar Mardin'e

Rotalar Mardin'e
 

mardinda akşam


Yürekteki sevdanın; taştan sanat eserlerine dönüştüğü şehre doğru gidiyoruz. Bir gizem şehrinin anahtarlarını, sanki bize teslim edeceklermiş gibi bir duygu sarıyor içimizi. Hakkında anlatılan efsaneler, şehrin doğal büyüsünde çekilen filimler içimizdeki heyecanı biraz daha kamçılıyor. Bazen umduğunu bulamamanın endişesini yaşamıyor da değiliz hani. Beklentilerimizle, göreceklerimiz arasında bir fark olacak mı Mardin’de.

Şanlıurfa’dan Mardin’e doğru uzayan geniş ovaların içinde kendimize yol bulmakta zorlanmıyoruz. Tam aksine bu kadar düzlük ve genişlik içerisinden bazen kaybolacağımızı düşünüyoruz. İlerlediğimiz düzlüğün sonunda Kızıltepe’ye vardığımızda Mardin uzaktan görünüyor. Mardinlilerin deyimi ile “gündüzleri kartal yuvası, geceleri gümüş kemer.” Bu kadar düzlüğün sonunda zirveye baktığımızda Mardin için söylenen kartal yuvası benzetmesine katılmamak mümkün değil. Dağlar, kayalar, evler, camiler, medreseler, kiliseler uzaktan tek bir renk tonu ile görünüyor. Gri ile sarı arasında bir renk. Gökyüzünün açık beyazlığı da olmasa başka bir renk görmemiz mümkün değil.

Mardin’e doğru tırmanışa geçtiğimiz de bir kartal yuvasında yeni dünyaya gelmiş yavruları ilk görecek insanlar bizmişiz gibi bir duygu sarıyor içimizi. Önce Yenişehir olarak adlandırılan Mardin’in eteklerinde ki düzlüğü kurulmuş devlet kurum ve kuruluşlarının çoğunun bulunduğu yere geliyoruz. Burası diğer şehirlerden farklı bir özelliği yok.

Daha zirveye yaklaştığımızda Mardin tüm ihtişamı ile gözümüzün önüne seriliyor. Yamaçta tutunabilmek için köklerini derine salan ağaçlar gibi evlerde taştan derinlikleri ile yamaçta tutunmaya çalışıyorlar. Taş duvarlın arasından yükselen yivli minareler, Kâbe etrafında tavaf ederek sonsuzluk kervanına katılmak isteyenler gibi bulutların arasından başlarını daha yukarılara kaldırmak isterler gibi.
Şehrin en zirvesinde bulunan kale, taştan bir gelinin, taştan tacı gibi şehrin en yükseğine oturmuş durumda.

Şehrin siluetinden çektiğimiz bu zamanın ötesinde çalınmış fotoğraf karesinden sonra şehrin yüreğine inmeye başlıyoruz. Önce şehrin ayaklarının sağlam basması için yapılmış gibi duran Kasımiye Medresesi’ne doğru inişe geçiyoruz. Medresenin önünde, evde yaptıkları takıları bize satmaya çalışan Mardinli çocuklar karşılıyor bizi.

Koca bir tarihin önünde, küçük avuçlar okul harçlığı peşinde. Artuklular’dan kalmış bir medrese. Eğitim ile Yaşam, bilim ile din, sanat ile felsefe, birbiri içine girmiş. Medresenin avlusundaki havuz ve içine akan su, asırlardır İslam felsefesinden yola çıkarak, doğumdan ölüme kadar ki hayatı anlatıyor mimarisinde. Dar odalarında büyük ilim adamları yetiş bu medresenin.

Medreseden ayrılıp; bu toprağın insanının hoşgörüsü ile günümüze kadar gelmiş olan Deyrulzafaran’nın yolunu tutuyoruz. Şehrin dışında bulunan bu manastır Mardin’in tarihi ile varlığını başlatmış. Bu manastın alt bölümünde güneşe tapanlar için taştan bir mabet var. Bu mabet harçsız olarak taşlar bir birine geçerek yapılmış. Bu yapıda olduğu gibi inançlarda birbirine geçmiş. Güneşe tapanların mabedi üzerine Hıristiyanlar kendi mabedini kurmuşlar.

Manastır yıllarca Süryaniler için din adamı yetiştirmiş. Halada yetiştirmeye devam ediyor. Manastır geniş bir alana kurulmuş bağ ve bahçenin içerisinde yaratıcı ile baş başa kalmak için yapılmış bir yer gibi.

Yolumuzu tekrar şehir merkezine yöneliyor. Şehrin meydanında park edip tarihin içerisinde yürümeye başlıyoruz. Her yanımız tarih her yönümüz bir başkası için kıble. Kırklar kilisesinin ziyaret ediyoruz. Kırklar adının nereden geldiğini öğreniyoruz. Efsaneye göre Roma Kralı Dukius Hıristiyanlara baskı yapar. Buna karşı çıkan kırk kişiyi Sivas’a sürer. Onları inançlarından vazgeçirmek ister. Hepsini kışın ortasında bir gölete atar. Karşısına da hamam yaptırır. Soğuktan donan Hıristiyanlardan bir kişi inancından vazgeçip Hamama koşar. Soğuktan aniden sıcağa geçtiği için oracıkta ölür. Hamamın bekçisi gökten 40 tane tacın indiğini görür. Ancak bir taç vardır ki. O havada asılı kalmıştır. Bunu gören Hamam bekçisi Hıristiyanlığa inanarak kendini göle atar. İnen taçlar göldekileri alarak kaybolur.
Kırklar kilisesinden çıkıp dar sokaklardan ilerleyerek Zinciriye (İsabey) medresesine varıyoruz. Kasımiye medresesi Şehrin ayağını oluştururcasına şehrin altında, Zinciriye medresesi ise şehrin beynini oluştururcasına en zirvede.

Ziciriye medresesi’nin yapılışındaki bir olay duvarlara konulacak her taşın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Medrese yapılırken işçiler çalışır. Bir gün İsa bey işçileri uzaktan seyreder. İşçinin birisi elinde bir taşı alıp medrese inşaatı alanına getiriyor. Daha sonra aynı taşı getirdiği yere geri götürüyor. İşçinin sürekli bunu yapması İsabey’in dikkatini çekiyor. Yanına çağırıp neden böyle yaptığını soruyor. Aldığı cevap onu şarşırtıyor. İşçi “sabah kalktığından gusül abdesti alması gerektiğini, ancak su bulamadığı için abdest alamadığını, bu hali ile de taşıdığı taşların medreseye koymaya içinin elvermediğini ” söylüyor. İsa bey Medresenin yapımını durdurup işçilere bir hama yaptırıyor sonrasında Medrese inşaatına devam ediyor.

İşte bu olay Zinciriye medresesi üzerin de yoğunlaşmamıza da bir vesile oluyor. Medresede her taş yerine konurken bir anlam aranmış. Medresede eğitim yanında bölgedeki mezheplerinde farklı olması sebebi ile iki mescit bölümü var. Şafi Mescidi Mihrabında buluna bir taş var ki üzerine ışık düştüğünde içi görünecek kadar şeffaf duruyor. Bu bölümde maddi güzellik ön plana çıkarken, Hanifi mezhebinin mescid bölümünde daha çok anlam ön plana çıkmış. buradaki mihrapta motifler imanın ve İslam’ın şartlarını simgeler tarzda yapılmış.

Zinciriye medresesi’nin üzerine çıktığımızda Mardin ayaklarımız altında kalıyor. Dilimli medrese kubbesi ilginç motifi ile içimizde tarihten sayfalar açıyor.

Yakın zamana kadar Zinciriye medresesi ile Ulu caminin minaresi arasında bir Zincir bulunuyormuş. Bu zincirden dolayı Medrese bu ismi almış. Zincirin iki ucu afsunlanmış. Bu afsun biri akrep diğeri yılan sokmasına karşı yapılmış. Yıllarca Mardin’de akrep ve Yılan çok olmasına rağmen akrep ve yılan sokması olayına rastlanmış ta ki zincir kopana kadar.

Bizde kopan zinciri takip edip Ulu caminin büyüsüne doğru yola çıktık. Ulu caminin büyüsünden kopamadan Şehir meydanına geri döndük Meydandaki müzede tarihin derinliğine bir yolculuk yaptık.
Ezanların taş duvarlara çarpıp yankılandığı saatlerde akşam ışıkları yanmaya başladı. İçimizde tatlı bir mutluluk ayaklarımızda hafif bir yorgunluk vardı. Mardin’e has Kaburga, İçli köfte, Perde Pilavı gibi özgün yemeklerin sunulduğu nostaljik bir lokantada yemeğimizi yiyerek şehir Meydanında karanlığın iyice bastırmasını bekledik. Tahta bir sandalyede çaylarımızı yudumlarken. Karanlık etkisini artırdıkça ışıklarda varlıklarını göstermeye başladı.

Bize sadece fotoğraf makinemizin deklanşörüne basmak kaldı. Karşımızda taştan,
taş taçlı gelin gitmiş. Yerine gelin olup atına binmeye hazırlanan zümrütten tacını giymiş bir güzel peri çıkı verdi.

www.truvadergisi.com

 
Toplam blog
: 65
: 3295
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

Çeşitli dergi ve gazetelerde, gezi, deneme, öykü, şiir yazan bir yazar. ..