Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

RTÜK'ten şikâyet eden MİHO'nun yazısıyla ilgili yorumumdur

RTÜK'ten şikâyet eden MİHO'nun yazısıyla ilgili yorumumdur
 

Ülke gündeminde her gün birbirinden çarpıcı olaylar meydana geliyor. Günümüzü mahveden, geleceğimizi ipotek altına alan siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik, pek çok oluşumla karşı karşıyayız.

Bizi neyin ne kadar ilgilendirdiği konusunda doğrusu biraz bilinçsiz hareket ettiğimiz düşüncesindeyim.

Çoğu kez incir çekirdeğini doldurmayan olayları abartıp büyütüp gereksiz yere günlerce tartışıyoruz, ama çok daha önemli bazı şeylerin farkında bile olmuyoruz.

Bilgiye ulaşmanın ve iletmenin böylesine kolay olduğu bir çağda, lüzumsuz işlere ayırdığımız zaman ve enerjiyi, işe yarar olumlu şeylere yönlendirebilsek, sanki çok şey daha farklı olurdu sanıyorum.

Milliyet Blog’da da yazılan yazılar ve tartışılan konular, bu çerçevede değerlendirilebilir. Ne var ki, hepimizin yaşam biçimi, alışkanlıkları, kültürleri, anlayışları, olaylara bakışları farklı farklı.

Öyle olunca olup bitenleri de farklı değerlendirmemiz çok normal. Ancak genelgeçer bazı kurallara ve evrensel bazı değerlere de sırt çeviremeyiz.

Şimdi hiç işimiz kalmamış gibi Behlül’le Bihter’in kronometreyle ölçülen sevişme sahnelerini tartışıyoruz. RTÜK üzerinden hareketle işin ahlâkî boyutu biraz da siyasallaştırılıp bir tartışma zemini oluşturmuş.

Oysa ahlâk, bir toplumu ayakta tutan en önemli ögelerden biridir. İnsanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevî niteliklerine, huylarına ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışların bütününe ahlâk diyoruz.

Çoğu insanın aklına ahlâk deyince din, din deyince de bağnazlık, tutuculuk, gericilik gelir. Oysa ahlâk, en ilkel zamanlarda, en ilkel toplumların bile uymayı taahhüt ettikleri kurallardan ibarettir.

Yasaların suç saydığı en hafifinden en ağırına kadar her çeşit kötü davranış aynı zamanda bir ahlaksızlıktır.

Günümüzde insanların bazı sebeplerle dine ve dindarlara karşı takındığı olumsuz tavırlar, sanki ahlâksız olmayı çağdaşlıkla özdeşleştirmek gibi bir yanlışlığa itmiştir.

Bunun yanında hemen her meslek kuruluşu için "etik" diye bir kavram icat ederek konuları irdelemeye veya kişileri sorgulamaya çalışıyoruz.

Oysa etik deyince ahlak farklı bir boyuta bürünmüyor. Etik dediğimiz şey ahlâkın Türkçe olmayan bir karşılığından ibarettir.

Normal hayatında ahlâksız olan bir insanın, iş hayatında "etik" davranmasını beklemek kadar saçma bir şey olamaz. Çünkü insan ya ahlâklıdır, ya da değildir.

*****

Blog’a yeni katılan bir arkadaşımız (MİHO), ilk yazısını ekranlardaki 5 dakika 3 saniye süren Behlül-Bihter sevişmesini biraz uzun bulan RTÜK'e ayırmış ve kendince bazı tenkitlerde bulunmuş. (Arzu edenler önce o yazıyı da okuyabilirler. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=189153)

Aşk-ı Memnu biliyorsunuz neredyse bir asır önce yazılmış Hâlit Ziya Uşaklıgil'in ünlü bir roman. Her edebî eser gibi onun da bir ana fikri var: Yasak ilişkilerin insanlara ve toplumlara zarar vereceğini anlatıyor. Dolayısıyla romanın diziye uyarlanmasında "bu tür" ilişkileri teşvik eden sahneler değil, bunun yanlışlığını ortaya koyarak bizi bilinçlendirecek sahneler gerekli.

Oysa bugüne kadar seyrettiğimiz bölümlerde romanın ana fikrini ve Bihter'le Behlül arasındaki yasak aşkı çoktan unuttuk, hepimiz Behlül'ün Bihter'i ne zaman yatağa atacağını bekler hale geldik.

Olmaması gereken o ilişki başladığı anda, hepimizin yüreği cız etmesi gerekirken, yani bunun yanlış olduğu gerçeği kafamıza dank etmeli iken, biz "oh be nihayet" diye sevinç çığlıkları atmaya başladık.

Bu çarpıklığa aslında toplumun bir reaksiyon göstermesi lazımdı. Ama bizim toplumumuz maalesef ne olumlu, ne olumsuz anlamda tepkilerini medenî şekilde nasıl ortaya koyacağını bilemiyor.

İşte RTÜK bu arada devreye girmiş. Arkadaşımız da buna biraz kızmış, bozulmuş. Ben bu görüşlere katılmadığım için ona bir yorum yazmak istedim. Ancak yazmak istediğim o kadar çok şey vardı ki…

RTÜK'ten şikâyetçi olan arkadaşımız, sanki sapla samanı biraz karıştırmış, elmayla armudu toplamaya kalkışmış gibi geldi bana…

Yazdıklarım oradaki yorum kutusundan taşınca, blog şeklinde bir yorum yazmak ihtiyacını duydum. Yani bu blog MİHO nikiyle aramıza katılan arkadaşımızın ilk yazısına yaptığım yorumumdur.

*****

Değerli genç arkadaşım. Yazdıklarını destekleyen bazı mesajlar alabilirsin. Bu arada RTÜK'e, hükümete, dincilere, gericilere, muhafazakârlara, çağdışı kalanlara vs. kızgınlıklarını ifade edenler de olabilir. Ben sizden farklı düşünen biri olarak olaya bir başka açıdan bakmamız gerektiğini hatırlatmak, dolayısıyla size katılmadığımı belirtmek istedim.

Peki katılmadığım nokta nedir? Anladığım kadar siz senaryo yazan başarılı, becerikli bir arkadaşsınız. Yazdıklarınızla ne anlatmak istediğinizi en iyi siz bilirsiniz. Ancak ben merak edip yazınızda geçen bazı konuları sormak istiyorum. Cevaplarsanız çok sevinirim.

1- “Aile dizisi konseptinde değerlendirilen bir dizide bu tür sevişme sahnelerinin yer alması..” ifadesinden ne denmek istediğini gerçekten anlamadınız mı? Bir senaristin bunu anlamaması mümkün değil. Ancak anlayıp da anlamazdan gelmesi söz konusuysa, bu daha da üzücü.

Aile dizisi konsepti demek, evde çoluk çocuk, genç kız erkek, anne baba, yaşlı dede nine hep beraber seyredilen dizi demektir. Siz bir soru sormuşsunuz: “Ne demek aile dizilerinde bu tür sevişmelerin olması?” Sonra da kendiniz bu soruyu, başka bir soruyla cevaplandırmışsınız: “Türk aile bireyleri sevişmiyor mu?”

Sevişiyor tabii… Annemizle babamız, ninemizle dedemiz, ağabeyimizle yengemiz, eniştemizle ablamız sevişiyor. Eşlerin sevişmesinden daha doğal ne olabilir?

Burada farkındaysanız yasak bir ilişki var. Zaten dizinin adı “Aşkı memnu = yasaklanmış, engellenmiş, menedilmiş, olmaması gereken bir aşk.” Aile içinde yakın akrabalar arasındaki ilişki, insanlık tarihi boyunca, dinen, ahlâken, örfen, hukuken ve tıbben hep sakıncalı bulunmuştur.

Eğer şimdi bu yazıyı okurken bunu da sorgulamak gibi bir adım daha ileri gitmeyi düşünüyorsanız size şöyle bir soru sormak isterim:

Siz bu sahneden pek hoşnut olduğunuza göre, sanırım kendinizi farkında olmadan Behlül’le ya da Bihter'le özdeşleştiriyorsunuz. Peki, lütfen şimdi düşünerek cevap veriniz. Adnan beyin yerinde olmak ister miydiniz?

Sakın “yaşlı bir adam da gencecik kızla evlenmeseydi” filan gibi bir cevap vermeyiniz. Çünkü bu üçlü arasında hiç yaş farkı da olmayabilirdi. Burada sorun olan ve önemli olan, ilişkinin “yasak” olmasıdır, “sevişmek” değil. Dolayısıyla konuyu leyleklere bağlamanız buram buram demogoji kokuyor.

2- Sizin de söylediğiniz gibi RTÜK’e gerçekten çok az sayıda başvuru olmuştur. Yani binlerce milyonlarca kişi şikâyette bulunmamıştır. Gayet iyi bilirsiniz ki, bu tür olaylarda beğenenler beğenmeyenler birebir seçimde oy kullanır gibi görüş bildirmezler.

Vaktiyle seçimlere katılımı artırmak için insanlara para cezası veriliyordu ama, buna rağmen dört yılda bir yapılan seçimlere önemli bir vatandaşlık görevi olduğu halde milyonlarca kişi katılmıyordu. Yani RTÜK’e şikâyette bulunmayanların hepsinin bu sahneden memnun olduğu anlamı çıkmıyor.

Ülke genelinde bu konuda ne düşünüldüğünü siz az çok tahmin edersiniz. Kaldı ki doğrular ve yanlışlar “kural”dır. Uyanların sayısına göre ne yanlışlar doğru olur, ne doğrular yanlış.

"RTÜK'ün bu şikâyetleri değerlendirirken neyi temel aldığını gerçekten çok merak ediyorum" demişsiniz. Bilmiyorum şimdi birazcık bir şeyler anlayabildin mi?

3- “Beş dakika üç saniyelik sevişme sahnesi neye göre uzun ve ateşli?” diye soruyorsunuz... Evet çok güzel bir soru… Aslında biz daha uzun olmasını bekliyorduk. Heyecanımız biraz daha artsa, libidomuz yükselse ne iyi olurdu değil mi?

Sevgili arkadaşım. Bir senarist olarak çok iyi bileceğiniz ve anlayacağınız gibi, roman veya film, gerilimi olduğu ölçüde okunur, izlenir ve ilgi çeker. Ancak her filmin ve senaryonun bir de ana fikri vardır. Burada (romanda) yasak aşk anlatılırken, insanları özendirmeye değil, tam tersine bunun ileride ne gibi zararlar doğuracağına dikkat çekilmek istenmiş, dolayısıyla böyle bir ilişkiden uzak durulması gerektiği anlatılmak istenmiştir.

Farkındaysanız zaten Behlül de Bihter bu yanlışlığı bildikleri için (dizide bile) ellerinden geldiği kadar direniyorlar, ya da en azından direnmeye çalışıyorlar. Sonunda içgüdüleri galip gelip bu yasağı deldikleri an, sahne zaten bitmeliydi.

Çünkü a an seyircide oluşması gereken duygu, “tüh, yapmamaları gereken bir şeyi yaptılar” şeklinde olmalıydı ve bundan gerçekten üzüntü duyup insanlar ders almalıydı.

Ondan sonrası tamamen ikisini ilgilendiren bir olay. Sevişmeleri 5 dakika da sürebilir, 5 gün de. Konu bu değil ki... (Ama dizinin amacı bu tabii)

Oysa biz filmin konusunu da ana fikrini de unutup sevişme sahnesine daldık.

Peki dizilerde sevişme sahnesi hiç olmasın mı? Olsun tabii… Türk insanı 5 dakika kadar uzun sevişemez diye bir kural yok. Zaten buradaki sahneler sevişme sahnesinden çok öpüşme sahnesi… Sevişme sahnesi her halde daha da farklı olur ve olmalıdır. Normal evliler veya sevgililer arasında neden olmasın?

Şimdi bu noktadan bakıldığı zaman ortaya , "5 dakika 3 saniyenin üzerinde sevişenlere suçlu gözüyle bakmak" gibi bir anlam çıkıyor mu Allah aşkına değerli arkadaşım, biraz insaf…

4- “Utanma sıkılma duygularının harekete geçirilmesi…” meselesine aynen katılıyorum. Neden derseniz, siz sadece sevgilinizle baş başa bu diziyi seyredermiş gibi düşünüyorsunuz. Sözgelimi yakın akrabalardan oluşan bir ailede, büyüklerinin yanında kızlı erkekli bir gurup böyle bir sahneyi gönül rahatlığıyla seyredebilir mi?

Eğer birazcık saygı varsa, bu durumda gençler ya odadan çıkmayı, ya seyretmiyormuş gibi yapmayı tercih ederler. Ya da en azından kan ter içinde kalırlar.

Belki diyeceksin ki, “sen ne söylüyorsun birader, artık böyle aile mi kaldı?

Bu durumda iki şey söyleyebilirim. Birincisi böyle aile gerçekten hâlâ çok. İkincisi böyle aileler olmalı.

İşte bu noktada ben bir şeye daha işaret etmek istiyorum. Paragrafın başındaki “utanma sıkılma duygusunun harekete geçirilmesi” meselesini, bu tür sahnelerin “utanmazlığı ve sıkılmazlığı harekete geçirdiği” şeklinde değiştirmemiz gerekiyor.

Kendi içinde büyük küçük ayırımı yapmayan, sevgi ve saygı sınırlarını tanımayan bir toplumun, çağdaş olduğunu iddia etse de bir varlık gösteremeyeceğini, bir başarıya imza atamayacağını düşünüyorum. (Gerekirse bu konuyu ayrıca tartışabiliriz)

Bu açıklamalardan sonra “utanma duygusuyla” “baba ben nasıl oldum?” sorusu ve “seni leylekler getirdi” cevabı arasında herhangi bir bağ bulunmadığını, burada da yine demogojiye başvurduğunuzu sanırım siz de fark etmişsinizdir.

Kindlig filmiyle ilgili olarak söylediklerinizin de uzaktan yakından bu konuyla bir ilgisi yok. Artık çocukları “seni leylekler getirdi” diye kimse kandıramıyor. Böyle bir durumda onlar “bizim ailede demek hiç normal doğum olmamış” diyebiliyorlar.

Keşke tezinizi kuvvetlendirecek başka bir şey bulabilseydiniz… Bu örnek, çocuklara cinsel bilgiyi doğru veya yanlış vermekle alakalı… Dizilerdeki sevişme sahnesiyle, hele Aşkı Memnu’nun Behlül-Bihter sevişmesiyle uzaktan yakından bir ilgisi yok.

Alay etmeye çalıştığınız doğru. Ama kiminle, nasıl ve ne için alay ediyorsunuz, o belli değil. Ayrıca kime niçin acıdığınız da…

Yıllar önce TRT’de oynayan diziyle, dolayısıyla romanın aslıyla, bu dizinin konsepti çok farklı. Çünkü romanda dediğim gibi ana fikir, yasak aşkın yanlışlığı ve olumsuzluğu iken, dizide sevişme sahnesi heyecanla ve arzuyla beklenen bir merak unsuru haline geldi. Çünkü burada topluma mesaj vermek gibi bir amaç yok. Tek amaç reyting yapmak, izlenme rekorları kırmak, diziyi ön plana çıkarmak, bol reklam almak, çok para kazanmak… Bir senarist olarak bunun da farkındasınızdır sanırım.

Siz de eğer en kısa zamanda köşeyi dönmek amacıyla yola çıktıysanız, böyle senaryolar yazmalısınız. Ama bu tür yazılar yazmamalısınız. Eğer toplumda biraz şu sizi kızdıran ahlâk anlayışı, utanma arlanma duygusu olmasa, bu sahneler zaten bu kadar olay yaratamazdı.

Eğer hayallerinizde, bu tür duygulardan arınmış modern(!) bir toplum yatıyorsa, bilmelisiniz ki, öyle bir ortamda sizin yazacağınız daha erotik sahneler bile dikkat çekmeyecektir.


*****

Ben insanların kanaatlerinin çok uzun zamanda ve pek çok etkenin bir araya gelmesiyle oluştuğuna inanıyorum. Aynı şekilde kimse kanaatinden de şıp diye vazgeçemez.

Bu yazıyı sadece geleceğin toplumuna yön vermeyi amaç edinmiş genç bir senarist arkadaşımın, biraz daha derin düşünmesini ve yüzeysellikten öteye, toplumun, hayatın ve iç içe geçmiş pek çok felsefenin, anlayışın temelini kavrayarak sahneye atılmasını istediğim için yazdım.

Sürçü lisan ettiysem affola… Sevgilerimle….

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..