Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '16

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ruh bedene beden ruha eziyet etmemeli

Ruh bedene beden ruha eziyet etmemeli
 

Dünyada yaşadığımız sürece bir ruha ve bir bedene sahibiz. Sağlıklı ve kaliteli yaşam da galiba bu ikisini birbiriyle uzlaştırmaya ve birbirlerinden hoşnut ettirmeye bağlı. 
Ruh ve bedenin öyle her zaman da çok uyum içinde olduğu söylenemez eğer kontrolü ele almazsak.
 
Her ikisinin de elden geldiğince korunması gerek!   Bazen genç ve sağlıklı bir bedende ruhun hasta olduğunu,  bazen de ruhun yıllar geçtikçe eskiyen, yıpranan, yaşlanan bedende sıkıştığını görürüz. 
 
Ruh hep olacak ama beden ne yaparsak yapalım bozulmaya,hastalanmaya, çürümeye ve bir gün yok olmaya mahkum.
 
Beden ruha, ruh da bedene ağır gelmesin esas mutluluk bu! 
 
Ömür uzadı diyorlar ama bir yandan da hastalıklar çoğalıyor. Bütün uğraş insanları daha sağlıklı kılmak, daha uzun yaşatmak, yaşlanmayı geciktirmek, yaşam kalitesini yükseltmek için.
 
Diyet listeleri, güzellik merkezleri, spor salonları, anti-aging programlarına her gün ya televizyonda ya da elinize aldığınız herhangi bir gazetenin ekinde denk geliyorsunuz.
 
Sağlıklı, mutlu, kaliteli yaşam birinin bir başkasına reçete edebileceği bir şey mi? Bana çok öyleymiş gibi gelmiyor.
 
Bedenini, ruhunu tanıyan ve dinleyen her birey kendi bulur, kendi yazar reçetesini.
Bizi, bizden daha iyi kim tanıyabilir? Hayatımızın içine bile isteye sokmadığımız, kendi seçmediğimiz , içselleştirmediğimiz hiçbir şey tavsiyeden öteye gidemez, bir yaşam mottosu olamaz. Biraz uygular sonra boş verir, unuturuz.
 
Ben; bu sağlıklı yaşam, düzgün beslenme, genç kalma meselelerinin biraz fazla abartıldığı ve hatta kimi zaman dejenere edildiğini düşünmekteyim.
 
Bu işler de talep çokluğundan ve bazen de talep edenlerin  bilinçsizliğinden son zamanlarda biraz adam kandırmaca, para kapmaca işine döndü sanki.
 
İşini çok profesyonelce yapan, alanında bilgi ve donanımıyla gerçekten uzman olanları tenzih ediyorum.
 
İşini ciddi yapan insanların elindeysek sorun yok ama  ruh ve beden sağlığımızı koruyalım derken bunlardan olmak da var.
 
Ben yıllar içinde kendi yaşamımı kaliteli kılmak adına kendi kendime bir reçete geliştirdiğimi sanıyorum. Naçizane aktarayım...
 
Eğer ailemizin genetik geçmişinden bize güzel bir miras kaldıysa şanslıyız. Çünkü pek çok hastalığın genetik geçişli olduğu biliniyor ama böyle iyi bir mirasa sahibiz diye bol keseden harcamak da doğru değil tabii. 
 
Eğer bu açıdan çok şanslı değilsek, olası durumlara önceden tedbir almak için erken yaşta rutin kontroller yaptırmak elbette gerekli. 
 
Ancak bu tür bir durum yoksa kafayı sürekli hastane ve doktorla bozmanın da alemi yok kanımca. 
 
Allah eksikliklerini vermesin, muhtaç da etmesin, ben hastane ve doktora çok çok gerekmedikçe gitmeyen tiplerdenim.  Daha doğrusu alanında birkaç iyi doktor belledim mi sürekli aynı doktora gitmek gibi bir alışkanlığım vardır. Ne de olsa benim hikayemi biliyor, o beni, ben onu birbirimizi tanıyoruz. Hasta ve doktor ilişkisinde güven ve karşılıklı iletişim önemli bir nokta bana göre.
 
Doktorun az ilaç yazanı bana göre makbuldür, tercihlerimi öylelerinden yaparım. Çünkü benim, öyle çok ilaç veren ve özellikle hemen antibiyotiğe sarılanlara karşı bir alerjim var.
Hiç doktora gitmeyip, direkt eczaneye gitseniz o da verir geniş spekturumlu bir antibiyotik! 
 
Eskiden -yani çok eskiden - doktora gidince şikayetiniz güzelce dinlenir, adamakıllı muayene edilir, bilgilendirilirdiniz. 
 
Şimdi özel, devlet her kurumda doktorun yanına ışık hızıyla girip çıkılıyor. 
 
Tüfek icat olunca mertlik bozulmuş. Performans değerlendirmesi çıktı çıkalı en ufak bir sorunda bir sürü tahlil, tetkik, tıbbi cihazlara girip çıkıyor herkes. 
 
Nezleyim diye hastaneye  gidince beyin MR ı çekerlerse şaşmayın !
Bunların sonucunu beklemek, sürekli hastane ortamında olmak insanın ruhuna  iyi gelen bir şey değil. Stres nedeni bana göre...
 
Kaldı ki teşhis ve takip için kullanılan bütün bu çok gelişmiş alet edavatın bir yandan sağlığımıza olumsuz etkilerini de öğreniyoruz şimdi. 
 
Neremde ne çıkacak diye düşünüp, beyni olumsuz düşünceye odaklayıp, hastalık çağırılıyor gibi geliyor bana. 
 
Benim böyle tahlilden, tetkikten gelemeyen tanıdıklarım var, bakıyorsunuz ortada ciddi bir rahatsızlık da yok ama adet edinmiş bir kere. Hal böyle olunca sohbetlerinin konusu da hep hastalık. Böyle insanlarla mümkün mertebe sınırlı ilişki içindeyim, ruh sağlığıma zararlı...! 
 
Bir diğer konu da sağlıklı beslenme...
Bana göre; bir insanın sağlığı el verdiği ölçüde istediği şeyi yiyebilmesi kadar güzel bir şey yok. Bugüne kadar hiç perhiz yapmadım, dilerim Allah'tan ilerde de perhiz yapmamı gerektirecek bir rahatsızlığım olmaz.
 
Fazka kilolarından kurtulmak için diyetisyenlere gidip, aylarca kendine dikkat eden,  bir süre sonra bir hayli  kilo veren insanlar var. Ancak benim yakınımda olanlar dahil, çok kısa bir süre sonra verdikleri kiloları misliyle geri aldılar. 
 
Bazı arkadaşlarımın, sözde diyetisyen kontrolünde yediklerine, içtiklerine bakınca dudağımın uçukladığı çok oldu. Yani illa kilo vereceğim diye gözüne perde inmese ya da bu kadar acele etmese yaşadığı eziyete bakıp, " benim canıma kastım ne" diye sorar insan.
 
Alanım değil ama; öğrendiklerim ve gözlemim sonucu kilo probleminin, eğer altta etki eden başka bir rahatsızlık durumu yoksa tamamen öz denetim yoksunluğu ve duygusal kökenli olduğunu düşünüyorum. Başkasının size ne yiyeceğinizi söylemesi ve kontrolü onun yapması ile bir yere kadar, esas içerden olacak o iş.
 
Hepimizin sevdiği şeyler var. Ben şeker, pasta, tatlı sevmememi bir avantaj saysam da , gelin görün ki bilumum hamur işlerine bayılırım mesela...
 
Sanırım hareketli olmaktan ve metabolizmamın hızlı çalışmasından kurtardım hep. Çocukluğum ve gençliğimde hep zayıftım, yıllar içinde de öyle alıp başımı gitmedim çok şükür! Dal gibi olmasam da boya göre normal kabul edilen bir kiloyu muhafaza edebildim en azından.
 
Hiçbir zaman restorana gidince yağsız salata sipariş eden ya da acıktıkça kuru kraker kemirenlerden olmadım. Kilo sorunu olmayanlar da yapıyor bunu,gayet fit ama kendine kalsa hiçbir zaman yeterli değil! 
 
Ben miktarı dengeli tutup, yediğimin hakkını verenlerdenim ne yalan söyleyeyim. Nadir yapıyorum ama pilav yaptıysam tereyağlı, patlıcan biberin de kızartmasını sarımsaklı ve domates soslu şekilde mesela.
 
Ayda bir İskender kebabı yenecekse üstüne kızgın tereyağı dökülmeden olur mu? Yemeğin de bir şahsiyeti var!
 
Sevdiğim şeyleri ölçülü, aralıklı yemek ve mutlaka hareket etmeyi yazdım kendi reçeteme.
 
Hareket ve spor gerçekten önemli.
 
Hatta bu çocuklukta kazanılması gereken, günlük yaşam içinde mutlaka doğal bir eylem halini almalı. Hani diş fırçalamak, duşa girmek, uyumak gibi...
 
Yoğunluğumun ve sorumluluklarımın çok fazla olduğu zamanlarda yürümek her gün yaptığım bir aktivite değildi. Zamanla yarışınca  yürünecek yere bile arabayla gidiyorsunuz. 
 
Bu yüzden iş yaşamı içinde olan insanların spor salonlarına gitmesini anlayabiliyorum. Ama benim tercihim ve deneyimim açık havada, oksijen borçlanmadan yapılan yürüyüşün ve yüzmenin bana çok iyi geldiği... 
 
Sadece bedene değil, ruha ve zihne de iyi geliyor. Açık hava ve suyla temas bir anlamda terapi benim için. 
 
Gelelim  gençlik, güzellik konusuna...
 
Bu nasıl çılgınca bir hal aldı  anlayamadım ben! Bana sorarsanız insan psikolojisine ciddi zararı var.  Elbette genç ve güzel olma isteği herkes de var ama henüz 20 li yaşlarındaki genç kızların bile bu estetik, botoks merakı nedir? O yaşta zaten insan genç ve güzel değil mi?
Yani merak ettiğim şu, doğuştan ya da sonradan olan, kişiyi çok mutsuz ya da rahatsız eden  ciddi bir problem yok ise insanlar nasıl bu kadar cesaretli oluyor? 
 
Riskli bir durum, çünkü gerçekten bu konuda hatalı işlem kurbanı olan bir sürü insan var. 
Belli bir yaştan sonra insan kendindeki değişimi ve bozulmaları fark ediyor.
 
İtiraf edeyim, ben de bazen aynada alındaki  çizgileri, yüzdeki sarkmaları görünce beni de bir toparlasalar hiç fena olmaz diye içimden geçirmiyor değilim ama ne cesaret buluyorum ne de makul bir gerekçe...
 
Bedenimin bozulmasına ve yıpranmasına ne kadar süre karşı gelebilirim? 
 
Beni ben yapan mimiklerim bozulur, çizgilerimle oynanırsa nasıl kendim olabilirim? 
Geldiğim yaşın güzeli olmak varken neden güzelliği 10 yıl, 20 yıl önceki resimlerde arayayım? 
 
Yani ne kadar para dökerseniz, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bu estetik müdaheleler yapay duruyor. Uzaktan bakınca liselik, yakına gelince müzelik görünmenin bir alemi yok. 
Önemli olan kadın için de, erkek için de kendi yaş aralığı içinde bakımlı, temiz ve hoş olabilmek bence. 
 
İskelet sisteminin sağlam olması, iyi bir duruşa sahip olmak, sağlıklı bir kiloda kalmak, kendine has bir tarz sahibi olmak benim kendi reçeteme yazdıklarım.
 
Gençlik güzellik, yaşama sevinci ve niyetle ilgili bence. Çok sevmek, sizi doğal halinizle seven, ruhsal ve duygusal olarak besleyen insanlarla olmak, sevdiğiniz şeyler için kendinize zaman ayırmak, canlı  ve içten davranmak ömrü uzatır mı bilmem ama keyifli yaşattığı ve bunun da size sağlık ve güzellik olarak döndüğü kesin. 
 
Teknoloji bu alanda ne kadar ilerlerse ilerlesin, insanın yaşını ve yaşadıklarını  bakışından gizleyemez.  Ben hep bunu gördüm hayatta ve bakışlarıyla genç ve güzel kalabilenlere hep imrendim.
 
Allah öyle yaşlanma nasip etsin herkese, hepimize...
 
Akıl başta, ayakların üstünde, göz görüp, kulak duyup, kalbinin atışını hissederek bir yaşam...
Bir Hintli uzmanın sözünü hatırlıyorum. Bütün hastalıklar önce ruhsal enerji alanımızda oluşur daha sonra fiziksel bedende kendisini gösterir demişti. Ben buna inanıyorum.
İnsanın düşünce yoluyla kendisini hem iyi etme hem de hasta etme gücü var. 
 
İnsan en iyi kendisini bileceği ve kendisi için en iyi olanı seçip, yapma gücüne de kendisi sahip olduğu için; kendi  kendinin öğretmeni, psikoloğu,yargıcı, doktoru, yaşam koçu olmalı. 
 
Sağlık, mutluluk, gençlik ve güzelliğin sırrının  ben ruhla  beden arasında yaratılan ahenkte olduğunu keşfettim.
 
Sanırım hepimizde " denge" de kaldığımız sürece kaliteli yaşam reçetemizi oluşturacak içsel bir zekâ ve sihirli bir bilgi var. 
 
Toplam blog
: 115
: 830
Kayıt tarihi
: 18.11.12
 
 

1967 yılında İstanbul'da doğdum.Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinden 1988 yılınd..