Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '09

 
Kategori
Deneme
 

Ruh ve Atmosfer

Ruh ve Atmosfer
 

Uygarlık, içgüdüsel doyumdan vazgeçişle kazanılmıştır.” ( Sigmund Freud* )

Yazıma, beni çok etkileyen bir çocukluk anımı sizinle paylaşarak başlamak istiyorum.

İlkokulda, Hayat Bilgisi dersinde öğretmen, çocuklar, astronotlar neden o acayip giysileri giyiyorlar, hiç düşündünüz mü? diye sorunca, her kafadan ayrı bir ses çıkmıştı ilk önce; sonunda çoğunluk, yangından korunmak için şıkkında ittifak etti.

Bunun üzerine öğretmen, aferin çocuklar, bir bakıma haklısınız, ama bundan da önemli bir neden daha var ki, şimdi ben, size bunu anlatacağım, dedi ve kan ile atmosferin arasındaki ilişkiyi anlatmaya başladı.

Aradan geçen ellbeş yıla rağmen bu gün gibi hatırlıyorum; duyduklarım karşısında büyülenmiştim adeta.

Ama aynı zamanda; öğretmen tersini ne kadar söylerse söylesin, günün birinde, hissedilmeyen o korkunç ağırlığın altında ezivermekten, ya da her şeyin yolunda gittiğini sandığım bir sırada vücudumun bir bomba gibi patlayıvermesinden; başka bir deyişle, teminatı olmayan bu dehşet verici dengenin bozuluvermesinden korkmuştum.

İşte, bir gencin damarlarında dolaşan deli kan kan, dışarı fışkırmak için nasıl çırpınıyorsa; ruhumuz da, kalıbından dışarı çıkmak için öyle çırpınır. Tüm  varlığıyla; bir  an'da, bir tek hareketle, mutlak olana karışıp mutlak olmak ister.

Çünkü hiç değilse bir kez olsun, özünde, muhtevasında her ne varsa, hepsiyle birlikte, aynı anda tecelli etmek ve yoklukta bir hiç olarak ölümsüzleşmek istemektedir.

Ne var ki, tıpkı deli kanlının damarlarındaki kana baskı yapan atmosfer basıncı gibi, ruhumuza baskı yapan kültürün yasaları da vardır.

Adına; sanat, din, felsefe, bilim, kültür, uygarlık vs. gibi isimler taktığımız bu güçleri bünyesinde barındıran hafıza kartının adı tarihtir ve bu hafızada biriken şeyler, ruhlarımızın üstündeki atmosferi oluştururlar.

Sanki bizi sınırlayan madi evrenin iradesi; ruhların arzusuna karşı koymakta, onların yok olmasını istememekte; acı pahasına sahip olduğumuz yegâne servete, yani manevi birikimimize yani anlamsallığa açlıl duymaktadır.

O anlamlar ki, hissettiğimiz her türlü duygunun lezzetini belirleyen içeriğe sahiptirler.

Görüldüğü üzere; bir yanda ruhların tutkusu, diğer yandaysa evrenin iştahı duruyor gibidir.

Henüz ruhuna giydirebileceği bir astronot elbisesi olmayan İnsanoğlu ise ise, bu gerilimin tam ortasında, kendi çarmıhını kendi elleriyle çakmaktadır.

* Kaynakça: Uygarlık, Din ve Toplum. Öteki Yayınları

 
Toplam blog
: 164
: 710
Kayıt tarihi
: 13.09.06
 
 

1956 yılında doğmuşum. Tanrı Bilimi Eğitimi aldım. 78 kuşağından olmanın verdiği şevkle olsa gerek;..