Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '10

 
Kategori
Siyaset
 

Ruhban okulu pimi çekilmiş el bombasıdır…

Ruhban okulu pimi çekilmiş el bombasıdır…
 

Bu yazıma bir sitem ile başlayacağım. Nedense bilmem hangi mankenin bacak boyunu konu alan bir yazı “tık” rekoru kırıyor, ülkemizi ilgilendiren çok önemli konular okunmuyor. Peşinen söyleyeyim. Bu yazı ülkemizin yarınını ve öbür gününü çocuklarımızı, torunlarımızı ilgilendiriyor.

Batı ve işbirlikçileri bizden bir şeyler koparmak için sürekli bir çaba halindedirler. Ne zaman taviz koparabilecekleri bir hükümeti bulurlar, hemen hücuma geçerler. Ruhban okulunun açılması konusu da böyle bir konudur. Öncelikle bilinmelidir ki, hiç kimse ülkesinde yaşayan farklı dinden insanların din görevlilerinin yetişmesine olanak sağlayacak bir okulun karşısında değildir. Eğer Rumların da böyle bir talebi varsa hükümet derhal yerine getirmelidir. Bu her şeyden önce bir insanlık görevidir.

Ruhban okulu, 1844-1919 : Dört yıl ortaokul ve üç yıl teoloji eğitimi veren bir okuldu. Ancak Osmanlı’nın yıkılmasında büyük katkısı olan bir fitne yuvası, terör örgütü olduğu belgelerle sabittir.

Cumhuriyetin kurulmasının hemen ertesinde, ülke geleceği için son derecede önemli bir yasa kabul edilmiştir: Bu yasa, “Eğitim Birliği Yasası”dır (Tevhid-i Tedrisat Kanunu). Böylece, Türkiye’deki bütün “ortaöğretim kurumları” (yani ortaokul ve liseler) tek bir çatı altında toplanıp Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır (3 Mart 1924). Bundan maksat (kız-erkek) tüm gençlerimizin aynı laik eğitimden geçerek bilimin ışığında ve çağdaş bir eğitim görmelerini sağlamak, aynı zamanda yüzlerce yıl geride kalmış, köhnemiş medrese eğitimine de son vermektir.

Ruhban okulu 1950 ye kadar Milli Eğitim içinde görev yaptı.

1950 de Demokrat Partinin ilk işlerinden biri özel yüksek okulların milli eğitim dışında kurulabileceğine karar verdi. Bu şekilde ruhban okulunun özel statülü (doğrudan patriğe bağlı) yani milli eğitimin denetimi dışında bir konuma geçmesine olanak sağladı. Bu hem anayasaya, hem mevcut yasalara, hem de Lozan antlaşmasına aykırı idi. Tabii, o okul yalnız değildi. Amerikan Robert Koleji gibi bazıları da beraberdi.

13 Nisan 1964’te dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. İbrahim Öktem Rum Azınlık İlkokullarına tanınan mevzuat hükümlerini aşan özel hakların kaldırılacağını, Ruhban Okulundaki yabancı öğrenci sayısının sınırlanacağını, Yunan hükümetinin Türkiye’de eğitim görmüş 35 öğretmene Batı Trakya’ da görev vermediğini, buna karşılık Yunanistan’da Türk azınlık okullarına tanınmayan bu tür haklar konusunda da bundan böyle mütekabiliyet esasına göre davranılacağını açıklar. Türk hükümeti tekrar eski uygulamaya dönerek, 16 Temmuz 1964’te İmroz ve Bozcada’daki Rum okullarının Milli Eğitim Bakanlığının denetiminde, Türkçe ve dini eğitim yapmalarını öngören ilgili yasa maddesini tekrar yürürlüğe koyar. 127 yıl Patrikhanenin idari ve mali denetiminde yaşamını sürdüren Heybeliada Ruhban Okulu Özel Yüksek Okulların Devletleştirilmesi şeklinde görülen uygulama hakkındaki Anayasa Mahkemesinin 12 Ocak 1971 tarih ve 1971 / 3 sayılı kararından sonra kapanmıştır.

Ne var ki bu icraatın hemen arkasından devlet, bu kez “özel statüdeki bu okulların devlet denetimine alınmak koşuluyla yeniden açılmasına” izin verdi. Buna karşılık Fener Rum Patrikliği bu “denetim” koşulunu reddederek, “Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasına” izin vermedi ve halen de vermiyor.

Doğru okudunuz. Okulun açılmasına bu günde izin vermeyen patriğin kendisidir.

Diğer yandan Patrikliğin “tüzelkişiliği” olmadığı için, bir yüksekokul açma şansı hiçbir şekilde yok. Buna rağmen, bu okulun “özel teoloji yüksekokulu” statüsünde açılmasını istiyor, “Türkiye’deki bütün yüksekokullar YÖK’e bağlıdır” denilince de, adeta Patrikliğe istisna yapılmasını istiyor. “Ben devletin denetimine girmem” diyor. Anlaşılır gibi değil.

Bu durumda imam hatip liselerinin de MEB yerine örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanmak isteyebileceği, aynı şeyin ilahiyat fakültesi için de söz konusu olabileceği, Onlara bile bir ayrıcalık tanınamayacağı, zira Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olduğu ve bir “özel statü” bir kuruma verilirse, eşitlik ilkesi gereği diğerlerine de sağlamak gerekeceği anlatılmasına rağmen Patrik, çözümü Avrupa Birliği’nde, Başkan Obama’da, orada burada arıyor.

“Buna göz yumarsak Türkiye’deki cemaatler, tarikatlar, mezhepler de kendi ‘özel’ din okullarını açmaya kalkarlarsa ne yaparız?” sorusu Patriği hiç ilgilendirmiyor. O sadece kendi istemlerini, ültimatom verir gibi yineliyor:

Ruhban okulu Türkiye’den olduğu gibi, diğer ülkelerden de öğrenci alabilmeli, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Heybeliada Ruhban Okulu üzerinde hiçbir denetim hakkı olmamalı,

Fener Patrikhanesi bünyesinde, başta Patrik olmak üzere, Kutsal Sinod ve Metropolitlerden “Türk vatandaşı olmak” şartı kaldırılmalıdır.

Oysa Patrik efendi şu hususların altını çizmeli ve mutlaka bellemelidir: Arkasına ABD’yi veya AB’yi alarak ileri sürdüğü bu taleplerin bağımsız, egemen, laik bir hukuk devleti ile bağdaşır hiçbir yanı yoktur.(cumhuriyet)

Türkiye Cumhuriyeti “bir çadır devleti” değil, “bir hukuk devleti”dir. Batı Trakya’daki soydaşlarımız, daha kendi müftülerini seçme hakkına dahi müstahak görülmezken, kendisi de Türk vatandaşı olan bir Patriğin bu tavrı, bu ülkenin en azından haksız yere prestij kaybetmesine yol açmaktadır.

Anayasa mahkemesinin ilgili kararı ortada iken bu şartlarda böyle bir okulun açılması asla mümkün değildir. Birileri Galatasaray üniversitesine bağlı gösteririz gibi hukukun arkasından dolaşma yoluna gitseler bile.

2009 / 9 Ocak

 
Toplam blog
: 1508
: 1688
Kayıt tarihi
: 16.07.08
 
 

Yetmişiki yaşında iki çocuk ve iki torun sahibi bir erkeğim.. Lise mezunuyum. Uzun yıllar esnaflı..