Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '09

 
Kategori
Kitap
 

Ruhlar Evi

Bazı sözcükler derin izler bırakırlar. Üstelik o sözcüklerin ardı ardına dizildiğini ve bir roman olarak avucunuza konduğunu varsayın ve etkisini içinizden geldiği gibi tahmin etmeye çalışın. Sonra derince bir nefes alın ve ardından biraz gülümsemek isteyin ancak bu gülümseme, çoğunlukla hüzün duygusuyla karışık bir gülümseme olsun ve hatta gülümserken ani bir “darbe” ile irkilin. Ardından kırılgan ama engellenemez bir ağlama arzusuna kapılın ancak o ağlama arzusu sizi asla ağlatabilecek yeterlilikte de olamasın.

Isabel Allende böylesi bir etkinin kurbanı(!) olarak biz okuyucuları seçiyor ve kusursuzca örgüsünü kurduğu o dünyada, bizlere, öykünün sonunu bağladığı tarihsel gerçekliğin tanıklığını yaşatıyor.

“Bu öyküyü yazmamız gerektiğini düşünen dedem oldu. ‘Bu sayede, günün birinde buradan ayrılmak zorunda kalırsan köklerini de beraberinde götürebilirsiniz, kızım’ diyordu.” (1)

Kendi halkını ve onların gündelik yaşayışlarını, ülkenin ve dünyanın tarihi olaylarıyla harmanlayıp, yoğurabilmek ve daha üst bir bakış açısıyla başkalarına olabildiğince etkileyici sözcüklerle anlatabilmek pek kolay değildir. Bu anlamda, romanın sayfalarını an ve an tüketirken, eş zamanlı olarak da o ülkenin ve dolaylı olarak da o dünyanın yıllarını ister istemez yaşıyorsunuz.

Ruhlar Evi kitabında Allende, bir aileden ve o ailenin üç kuşak bireylerinden söz ediyor ve ailenin yaşadığı evi ise tüm roman içerisinde önemli bir kişilik olarak tasarlıyor. Bu nedenle, evin “ruhlar evi” olarak adlandırılmasını da isabetli bir seçim olarak görüyorsunuz. Ev, kronojik olarak incelendiğinde, kendi ülkesinin yazgısına paralel bir süreç yaşarken, sanki orada yaşayan ev sakinlerinin de izlerini saklıyor. Kuşakların siyasi ve düşünce değişimi, yaşadıkları ülkenin siyasi ve düşünce değişimi içerisinde yoğurulurken, ev de ayrıca o ülkenin paranomasına uygun bir süreç ile değişiyor. Dikkatimi çeken bu husus, sanırım romanın en can alıcı noktasını oluşturuyor. Kitabın başlangıcında, ilk kuşak olarak anlatılan kişilikler, yeni keşfedilen topraklara göç eden, oralara yerleşen öncüler gibi maceracı birer kişiliğe sahipken, sonraki kuşak olarak anlatılan kişilikler, o yere sahip olmuş, toprak ağası ve baskıcı kişilikler olarak karşımıza getiriliyor. Onların çocukları ise sosyalizmin düşüncesine inanmış devrimci kişilikler olarak tasarlanıyor. Kitaptaki bu kurgu, kitabın geçtiği ülkenin de gerçek siyasi tarihine bir çırpıda uyum sağlıyor.

Bilindiği üzere Isabel Allende, Şili’nin devrik sosyalist başkanı Salvador Allende’nin yeğenidir. Ülke o darbenin ardından faşist cuntanın yönetimine geçmiştir. Kitabın gerçek ile gerçek üstü kurgusu arasında gidip gelen öyküsü, kronolojik olarak bu sonuca nasıl gelindiğini de ayrıca anlatıyor.

Clara’nın pşişik güçleri, sağcı kocası Esteban ve onun evlilik dışı oğulları, Clara’dan olan devrimci çocukları, ülkenin Nobel ödüllü ünlü şairi ve seçimle gelen ancak darbe ile öldürülen başkanı, ülkenin darbeci güçleri ve onlara yardım eden Gringoları; bunlar romanda bulacağınız olaylar ve kişiliklerden bazıları olacaktır.

Kitap, Nihal Yeğinobalı’nın çevirisiyle Can Yayınlarından yayımlanmış ve 433 sayfa. İlk basımı 1982’de yapılmış bu romanı eğer okumadıysanız yeni çıkmış bir roman tadında elinizden bırakamadan hemen bitireceksiniz.

İnsan dediğin kaç zaman yaşar sonunda?
Bin gün müdür yaşadığı tek gün mü yoksa?
Bir haftacık mı? Yüzlerce yıl mı?
Kaç zaman sürer kişinin ölmesi?
Ya sonsuzluk, onun anlamı ne?  (2)

 

(1) Sy:431
(2) Pablo Neruda, kitabın giriş sayfasından

 
Toplam blog
: 136
: 1494
Kayıt tarihi
: 16.02.07
 
 

Yaşam ışığını 1968 yılında Bafra’da gördü. İnşaat Mühendisi ve aynı sektörde yazılım geliştiren bir ..