Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '10

 
Kategori
Deneme
 

Ruhumuzun Buzlu Camı

Ruhumuzun Buzlu Camı
 

Bazı kapıların zili veya tokmağı yoktur. Ya da açıp kapamaya yarayan tutma kolu... İnsanın ruh alemi, iç dünyasını buna örnek olarak gösterebiliriz.

Herkes kendi yönetim merkezinin patronudur. Bunu derken maaşımızı veren kurumdan vs. bahsetmiyorum. Tamamen her çeşit duygumuzun örgütleştiği, karar mekanizmamızın sürekli işlediği kendimizden yola çıkıyorum.

İstersek sabaha kadar fikir üretiriz, istemezsek yerimizde sayarız. Günümüzdeysek ruhumuza komşu buluruz, değilsek tek bir sese tahammül edemeyip tabiri caizse saf dışı ederiz.

Düşüncelerimiz bize tapuludur. Ağzımızı kapı olarak kabul edersek ses olarak dışarı çıkmışsa bir kere o andan itibaren topluma mal olmuş demektir.

Sert çıkışlar yaparsak kapımızı bir daha çalan olmaz, çok taviz verirsek yol geçen hanı gibi olur. Önüne gelen karışma yetkisi bulur kendinde... Çok konuşmak da yağlanma dönemi gelmiş kapıya benzer. İkisi de inanılmaz gıcık eder insanı... Ne yazık ki sözkonusu olan insansa pamuğa yağ döküp ağzına da süremeyiz.

Bazı kapılar dışarı açılmaz hiç. Örülmüştür duvar gibi... İçine kapanık insanları onlara benzetirim... Kilit vurur yüreğine, mühür vurur dudaklarına, erir içinde gün be gün..

Mevsimi yoktur ruhumuzun... Dışarıda güneş açarken bakarsınız biz de batar... Bazen de kapalı havada sebepsiz açarız. Bazı kapıların buzlu camları vardır. Dışarıdan içeride olup biteni net olmasa da görürsünüz. Işığı dışarı verir. Yüzümüz de iç dünyamızın buzlu camı gibidir aslında...

Meterolojik durumuzu ya yağmaya hazır bulutlar gibi gözlerimizdeki hüzün veya yaşlar belli eder. Ya da gül gibi solan, kireç gibi beyazlaşan ya da pancar gibi kızaran yüzümüz... Hele dudaklarımız kah titrer, kah güler, kah büker.

Geçmişimizi sorgulayıp hatalarımızdan dersler çıkarırken geleceğe yönelik de durmadan planlar yaparız.

Ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı, Başbakan kadar mesul hissederiz kendimizi. Yıllık değil bazen günlük planlar yaparız. Alınacaklar verilecekler, atılacaklar diye.

Bazen de kendimizi öyle bir harcarız ki... Değmişse ne ala ama değmemişse üzüntüden kahroluruz.

An gelir kendimizi nerede kaybettiğimizi bile hatırlamadığımız bir şemsiye gibi unuturuz . Önceliklerimizi başkalarına veririz. O kadar kaptırırız ki karşımızdaki de bizi unutur. İşte o zaman hatamızı anlarız.

Eşimiz, çocuklarımız, anamız, babamız hepsi için düşüncelerimiz vardır. Sağlıklarını, geleceklerini takarız kafamıza. Onların mutluluğu bizim mutluluğumuz, üzüntüleri bizim üzüntümüz olur...

Darbeler yaşarız tanksız, tüfeksiz... Tokat gibi, tokmak gibi iner yüreğimize... Çarşaf gibi denizde fırtınalara yakalanırız. Kaptanı biziz ya batarız ya da karaya çıkarız.

Velhasılı; içimiz ne ise dışımız da o olmalı diyorum. Güzel düşünceler güzellik doğurur, kötü düşünceler ise hayatı zindan eder.

Dünyayı yaşanır kılmak bize bağlı... Gözlerimiz gerekirse çirkini bile güzel görmeli. Çünkü nasıl bakarsak öyle görürüz. Madem geldik dünyaya mümkün olduğu kadar yaşanılır hale getirmeliyiz ki hem kendimiz hem çevremizdekiler mutlu olsun. Bu da tamamen ruh sağlığımızı korumamıza bağlı...

Küçük şeyleri dert etmemeli, büyük şeylerle karşılaşınca Karadenizde gemilerimizi batırmamalıyız. Her yeni gün yeni bir kapı açar.

Umutlarınız hep yeşil kalsın..

Sevgi ve saygılarımla..

Aysel AKSÜMER

 
Toplam blog
: 334
: 482
Kayıt tarihi
: 22.03.10
 
 

Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Iki çocuk annesiyim. "Bir Öykü Kadar Kısa Bir Roman Kadar D..