Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '08

 
Kategori
İstanbul
 

Rumistan İstanbul mu oldu?

Rumistan İstanbul mu oldu?
 

Fotoğraf: Esat Sönmez


İstanbul kentinin kuruluş söylencesini daha önceki yazılarımda anlatmıştım. Kuruluşu bile bir söylence ile kulaktan kulağa dolaşan bu kent, yüzyıllardır bütün dünya ülkelerinin gıptayla baktıkları bir coğrafyadadır. İlk yüzyıllarda savunma ve korunma bir kent için çok önemli olduğundan, İstanbul kenti de doğal bir korunma içinde olduğundan dikkat çekmiştir. Bugün "Suriçi" bölge dediğimiz ve sınırları Bizans surları ile çevrilmiş olan bölge eski İstanbul kentidir ki, asıl kent dokusu da bu sınırlar içindedir. Her ne kadar Megaralıların "Körler Kenti" dedikleri Kadıköy, İstanbul'un Avrupa yakasından yüz yıl önce Osmanlıların eline geçmiş olsa da, hiç bir zaman Suriçi kadar tarihi bir dokuya sahip olamamıştır. Üsküdar'da bulunan önemli Osmanlı camilerinin yanında bir de anıtsal çeşme vardır ki bugün de bu yapıları görme olanağımız vardır. Yakın geçmişimize kadar Üsküdar'ın tipik Osmanlı tarzı ahşap konut mimari tarzı bir açık hava müzesi gibi duruyordu. Ne yazık ki o mimari örnekler de modern mimariye yenildi ve yerlerini çok katlı apartmanlara bıraktı. Ancak, Üsküdar'ın bir sahili olan Salacak ve Harem Osmanlı döneminde sahilsaraylarıyla da ünlüydü. Özellikle Osmanlı saraylarının kadınlarının bu kıyılarda sarayları vardı. Bugün Harem diye andığımız semtin adı da buradan kalmadır. Ve yine "ne yazık ki" diyeceğim, bu saraylardan da günümüze hiç bir şey kalmamıştır. Üsküdar ilçesinde bulunan Osmanlı'nın camileriden ve çeşmesinden başka, Selimiye semtinde III. Selim'in yaptırdığı Selimiye Kışlası da ayaktadır. Kadıköy'den karşıyakaya geçerken, Haydarpaşa Garı'ndan sonra karşımıza çıkan yapı budur. Kadıköy'de ise bir iki cami dışında Osmanlı dönemine ait görülecek hiç bir anıt kalmamıştır. Binlerce yıllık bir geçmişe sahip topraklar için bu olsa olsa utançtır. Tarihe saygısızlıktır.

Tüm bunlara karşı Suriçi bölgesi az da olsa Roma dönemimden, Bizans döneminden ve Osmanlı döneminden kalma çok önemli eserlerle doludur. Bu eserler hakkında diğer yazılarımda bilgiler verdiğim için yeniden yazmayacağım. Ancak, bir başka yazımda sizleri uyardığım gibi şimdi tarihin dokusu içine beş yıldızlı oteller yapmaya izin verildi. Yani, Sultanahmet ve çevresi çok yakında büyük otellere terk edilecek. Çünkü, yetkililer Osmanlı eserleri dışındaki bütün eserleri "harabe yığını" olarak görüyor. Görüyor, çünkü gözü paradan başka birşey görmeyen bu yetkililerin kültürden haberleri bile yok. Okudukları kitaplar üniversite eğitimi sırasında zorla okutulan kitaplardan öteye geçmemiş ki biraz kültüre sahip olsunlar. Kuşkum şudur: Eğer böyle giderse İstanbul diye bir kültür mirası yok olacaktır. Buralara yaptırılacak beş yıldızlı otellerden alınacak rüşvet ve komisyonlar geleceğe İstanbul adlı bir kenti bırakmayacaktır.

Bugün hoyratça davrandığımız ve her anıtsal eserini "harabe" olarak gördüğümüz İstanbul kenti bugün bile bütün dünyanın gözdesidir. Geçmişte de böyle olmuştur. Bu nedenle de bütün dünya dillerinde kendisine bir ad bulmuştur. İşte İstanbul kentimize verilen adlardan bazıları:

Lâtinler: Makedonya

Süryaniler: Yankoviçe ve Aleksandra

Yahudiler: Vizendovina

Frenkler: Yağfuriye, Pozantiyam, Konstantiniye

Nemseliler: Kostantinopol

Ruslar: Tekfuriye

Macarlar: Vizendovar

Lehliler: Kanaturiye

Çekler: Aliyana

İsveçliler: Herakliyan

Felemenkler: İstefaniye

Portekizliler: Kostin

Araplar: Kostantıniye-i Kübra

İranlılar: Kayser Zemin

Hintliler: Tahtı Rum

Moğollar: Çakdurkan

Tatarlar: Sakalya

Bu adların ne kadar kullanıldığı ya da ne kadar doğru olduğu konusunda kuşkular vardır. Ancak, Evliya Çelebi "Seyahatname"sinde bu adları saymıştır. Bence doğru olma olasılığı çok yüksektir.

Bir de Sultan II. Mehmet'in fethinden sonra kullanılan isimleri vardır İstanbul'un. Örneğin Fatih Sultan Mehmet'ten sonra İstanbul hep Kostantıniye diye anılmıştır. Fatih, kendisini hep Roma İmparatoru olarak görmüştür.

İstanbul'un tarihteki diğer isimleri de şöyledir:

İslâmbol, Darüssade-Darüsaadet-Dersaadet, Deraliye-Darüddevleti-Aliyyei Osmaniye, Darülsaltanat-Darülsaltanatüs Seniyyei Osmaniye, Darülhilâfe-Darülhilâfetül Aliyyei İslamiye, Asithane-Asithanei Saadet-Asithanei Saltanat-Asithanei Devleti Aliyyei Osmaniye, Astanei Aliyye.

Bir kentin aldığı isimleri görüyorsunuz değil mi? Bu bile bu kentin ne kadar değerli olduğunu gösterir.

Peki İstanbul ismi nereden gelmektedir?

Birçok araştırmacı bunun İslâmbol'un değişime uğramasından geldiğine inanmaktadır. Bilindiği kadarıyla III. Mustafa (1757-1774) döneminde İstâmbol adı kullanılmıştır. Neredeyse III. Selim'e (1789-1807) kadar paralarda yazılı bulunan Konstantiniye adı İslambol olarak değiştirilmiştir.

Bugün İstanbul.

"İstan" bir son ektir. İstanbul'a isminde kullanılırken başa gelmesi bence kuralsızlıktır. O halde İstanbul adının başka bir anlamı olmalıdır. İslâmbol'dan değiştirilmiş olma olasılığı bence zayıftır. Eğer öyle olsaydı İslâmistan olması hem daha mantıklı hem de "istan"ın son ek olmasına uygun olacaktı. Çünkü, "istan" bir topluluğun birlikte ve çoğunlukta yaşadıkları yerleri anlatmak için kullanılmaktadır. Yani bir topluluğu işaret etmektedir. Bulgar-istan, Afgan-istan, Hind-istan, Macar-istan, Pak-istan, Ermen-istan, Kazak-istan, Türkmen-istan... gibi. Yani, Bulgarların, Afganların, Hindlilerin ya da Ermenilerin yaşadığı yerler anlamına gelmektedir.

İstanbul, bilindiği gibi Romalıların ve Bizanslıların da yönetimi altında kalmıştır. Hem de bin yılı aşkın bir süre. Aslında Bizans dediğimiz bir imparatorluk tarihte hiç bir zaman olmamıştır. 19. yüzyıl tarihçilerinin verdiği bu isim aslında hep Doğu Roma İmparatorluğu olarak kullanılmıştır. Yani, Roma'yı ve Doğu Roma'yı birleşik olarak görürsek, bin yılı aşkın bir zaman İstanbul Romalıların elinde kalmıştır. Fatih'in İstanbul'u ele geçirmesinden sonra da bu Romalılar şehirde barınmayı sürdürmüşlerdir. Dini merkezleri ise Fener'de bulunan Patrikhane olarak bugüne kadar süregelmiştir. Fatih Sultan Mehmet, Ortodoks dünyasının merkezi olarak Fener'i korumuş ve kollamıştır. Bu nedenle de Fener ve çevresi önemli ve çok varlıklı Romalılar ile dolmaya başlamıştır. Zaman içinde bu Romalılar Osmanlı İmparatorluğu'nun çok önemli görevlerini üstlenmişlerdir. Hattâ Eflâk ve Boğdan'a voyvoda olarak zengin ve Fenerli Romalılar seçilmiştir. Böylece çok kısa zamanda İstanbul'un o zamanlar (İstanbul'u Suriçi olarak düşünün) çok önemli bir bölgesi Romalıların eline yeniden geçmiştir. Bu hem dini bakımdan ele geçiriştir, hem kültürel anlamda ve hem de zenginlik anlamında böyledir. Ve işte bu sırada daha sonra tarihten silinen bir isim ortaya atılmış:

R u m i s t a n.

Yani, Rumların yaşadı topluluk, yer, şehir.

Bilindiği gibi İstanbul'da ve özellikle Fener'de kalan Romalılara, "Roma"dan bozma "Rum" denegelmiştir. Bugün bile çok az kalmasına karşın bu azınlıklara İstanbullular "Rum" der.

Osmanlı döneminde de sayısını arttıran bu Rumlar büyük zenginliklere ulaşarak Osmanlı'nın önemli gelir kaynaklarını oluşturmuşlardır. Fener ve çevresini çok önemli zengiliğe ulaştıran bu Rumlar, Patrikhane'yi de dini merkez durumuna getirerek Ortodoks dünyasının "Kâbe"sine çevirmişlerdir. Böylece bütün dünyada hiç değilse Fener ve çevresi "R u m i s t a n" olarak anılmaya başlanmıştır. Bunun yayılmasının nedeni elbette burada bulunan zengin ve tüccar Rumların çok önemli bir liman olan Fener'e gelen giden gemilerle yaptıkları ticari anlaşmalar da rol oynamıştır. Fener'e gelen gemiler hep Rumistan'a gelmişlerdir.

Ancak, Osmanlı'nın çok güvendiği bu Rumlardan Boğdan voyvodası 19. yüzyılda Yunanistan'ın bağımsızlığı için savaş başlatmıştır. Böylece Osmanlı, Fenerli Rumlarla olan ilişkisini kesmiş, onları "hain" olarak görmeye başlamıştır. III. Selim'in paralara "İslâmbol" yazması boşuna değildir. Çünkü 1789 yılında Büyük Fransız Devrimi gerçekleşmiş ve ulusalcılık akımları bütün dünyaya yayılmıştır. Elbette bu Devrim'den, Osmanlı tarafı da, Rum tarafı da kendi paylarına düşen dersleri çıkaracaktı.

Yakın zamana kadar Konstantıniye adını kullanmakta bir sakınca görmeyen Osmanlı yönetimi, Rumistan'ın yayılmasına izin vermemiştir.

Şimdi, Yunancada "eis tén pólin ya da sten pole =şehire doğru ya da şehirde" anlamına gelen bu kentin kaynağı üzerine biraz daha düşünelim. Selçukluların ya da o dönemlerde başka toplulukların bu kente Stambul demelerinin bir açıklaması var mıdır?

Bence, Rumistan olan ve Fenerli zengin Rumların koyduğu bu ad, değiştirilmek zorunda kalındığında, Yunanca'nın da etkisiyle (eis tén polin) olarak Evliya Çelebi tarafından uydurulmuştur. Osmanlı'nın kullandığı "İstambol" ya da "İslâmbol" bir kent adından çok bir işarettir.

İstanbul kentinin adı, bence Rumistan adının kullanılmaması için ortaya atılan ve İstambol ya da İslâmbol işaretinin Evliya Çelebi tarafından İstanbul diye anılmasından ve yazılmasından başka bir şey değildir diye düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..