Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '11

 
Kategori
Deneme
 

Rus Geline İstanbul Büyüsü

Rus Geline İstanbul Büyüsü
 

Bir ilkbahar sabahı düşün... Dairenden çıkıp rutubet ve komşuların geceden kalma yemeklerin kokusunun doldurduğu apartman boşluğundaki merdivenlerden iş telaşi ile ikişer ikişer inerken aklında sadece tek şey olacak- işe zamanında yetişmek. Ve o apartman merdivenlerinin sonunda- iki kat indikten sonra-  yaklaşık 1-2 dakika içersinde kapıyı açacak ve İstanbul sabahını selamlayacaksın. Oldukça serin, nemli deniz havasını ciğerlerine doldurduğun vakit, kulakların belki işe yetişme, belki anacaddeden gelen minibüslerin korna sesleri veya başka, ama bu güzellik ve estetik karşısında saçma olacak bir nedenden dolayı martıların sesini duymayacak- gerçi bence sen yinede duyarsın ya...- ve acele ile her zaman yürüdüğün o yola koyulacaksın...

Yolda yürürken ilk önce dükkanını açan-belki çoktan açmış olan- bizim kötü bakkalı göreceksin. Genelde suratsız olarak göreceğin bu amca büyük ihtimalle o saatlerde dışarıya çıkarttığı sebze-meyve kasalarıyla uğraşıyor olacak. Onu sabahları öyle suratsız, gün içinde ya da akşamları kafan bozukken sigara almaya gittiğinde ise farklı göreceksin. Daha sonra camiye giden sakallı dedelerle karşılaşacaksın. Sana şöyle bir bakıp geçecekler. Bazan, -çoğu zaman taktığın o haç kolyene rağmen- belki gülümseyecek sana “iyi sabahlar dileyecekler”-gerçekten “müslüman” olan koomşu dedeler.

İşe gitmek için yürüdüğün dolmuş durağına giderken daha bir sürü açılan dükkanla karşılaşacaksın... 50-60 metre uzaklıktaki karpuzcumuz dikkatini çekecek mesela... O’nu hiç unutmayacak, o yüzden gördüğün her zaman oraya kısacık bir bakış atacaksın ister istemez. Yazın karpuz almaya gittiğimiz ve paramızın yetmediği zaman satıcının bize gülümseyerek afiyetle karpuzu yememizi dilediği gün gelecek aklına... Hemde o serin ilkbahar sabahı yazı düşleyeceksin... Belki de daha mahallelerin ıslak betonlarının kedi sesleriyle inlemediği ve şehrin ruhunun yaz aylarına daha uzak zamanlarda... Ama sen yinede, farkında olmaksızın bir bakış atacaksın oraya, hemşerime her geçtiğinde...

Biraz ilerde validenin seni kıyma veya et almak için gönderdiği kasabın önünden geçeceksin... O sabah soğuğunda-ki Kiev'in kuru soğuğuna benzemez- kasabın kapısında, akşam işten döndüğün zamanlarda keyifle et yiyerken gördüğün kedileri göremeyecek, şimdi nerelerde üşüdüklerini düşüneceksin, biliyorum. Ama her akşam, işten dönerken onları görüp mutlu olabileceksin.

Yaklaştın sevgilim... Ve işte Ramazan günlerinde sıcak pideyi aldığımız fırın... Bozuk Türkçenle “Günaydın” diyerek içeri girecek ve kahvaltı için poğaça-açma alacaksın. Serin hava ve gümüşümsü renkteki gökyüzüyle beraber seninle dost olacak o fırınların bacasından çıkan duman, bazan da seyyar satıcıların arabalarındaki buhar... Yürüyeceksin o kalabalık iskeleye ve kırmızı ışığa doğru, seni hep sabırsız kılan ve hep memleketini hatırlatan...

O ışıktan önce, iskeleye doğru yürürken ilk olarak Üsküdar Belediyesinin çeşmeleri, sonra da hep balık aldığımız çarşının önünden geçeceksin. Bunu okurken bil; biz Türklerin işi hep Batı’yla... Hep batıya doğru gittiğimiz içindir ki sende batıya yürüyorsun şimdi... Ama o yolda dahi sana selam verecek birileri olacak; hani bazı Cuma-Cumartesi geceleri rakımızın yanında keyifle yediğimiz balığı soframıza getiren her zamanki balıkçımız Murat. Onlar isimsiz kahramlar olacak bu hikayede, ama sen bunu okuyup anlayabildiğin zaman bileceksin; bu insanlar hayatmızın gerçek kahramanları.

İskelenin kalabalık, dikkatsiz insanları ayağına basacaklar, sana yol vermeyecekler... İşte o zaman hatırla bu hikayeyi. Çünkü birazdan keyifli ve tarihi bir yolculuğa, boğazın “serin sularına” doğru açılacaksın bir vapurla ya da bir tekneyle... Rüzgar o aylarda buz gibi keskindir- Kiev'inkindende kesiksin... Ama yinede atkını bağlayıp dışarıda oturursan Dünya’nın yedi harikasından biri olan(!) İstanbul’un yedi harikasını görebilirsin... Bir tarafta kız kulesi, Ayasofya, Dolmabahçe, köprünün sabahları buz gibi olan silüeti, Çırağan Sarayı, Yıldız Parkı hep dikkatini çekecektir. Ve yedinci olarak-belkide en güzeli- o vapurların arkasında toplanan martılar. Aldığın poğaçaları bitiremediğin zaman yavaşça yalpalayarak geminin kıçına gelecek ve bu keyifi yaşayacaksın. O parçaları atarken okuduğum lisenin pembe yapısını göreceksin Çırağan'ın yanında ve o güzel bina içinde fısıltılardan olşan bir gürültüyle hiç duymasan bile beni hatırlatacak sana, her iş sabahı. Bilmiyorum kaç kere bundan keyif alabilirsin ama, bana bu yazıyı yazarken bu keyifin sonsuz olduğu düşüncesi hakim... İstanbullu olduğumdan olsa gerek, bir büyünün içersindeyim. 

 
Toplam blog
: 6
: 418
Kayıt tarihi
: 20.03.09
 
 

Zühtüpaşa İlkokulun'da, ardından Beşiktaş Lisesi'nde okudum. 2011 yılında Kiev Ulusal Dil Ünivers..