Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mart '13

 
Kategori
Kültürler
 

Rus Kadınları

Rus Kadınları
 

1960'lardan, orta büyüklükteki bir Rus şehrinde kadınlar...


Neredeyse gün aydınlandığından beri, gece boyunca yağmış karları önce küreyip, ardından da bahçe duvarının üstünden aşırarak, yandaki boş arsaya yığmakla uğraşmıştım.

Biraz da zorunlu olarak yaptığım sabah jimnastiği sonunda ortaya çıkan manzara, gerçekten de iyi bir kahvaltıyı hakettiğime şahitlik ediyordu. 

Geçen hafta pazardan aldığım ancak, şöyle keyifle yapılacak bir sabah kahvaltısında taze ekmeğin üzerine sürülmeyi bugüne kadar beklemek zorunda kalan ev yapımı tereyağ ve böğürtlen reçeli aklıma geliverdi.

Üstümdeki terli kıyafetlerimi değiştirip, köşedeki markete gitmeye karar vererek evden içeri girdim.  Bu saatlerde fırından ekmek arabası, ya biraz önce gelmiş ya da neredeyse gelmek üzere olmalıydı.

Hava bir kaç gündür, bizi bu kış alıştırdığı parlak güneşli günlerden oldukça farklıydı. Karşımızdaki vadinin yamacına gömülmüş Kazan Kilisesi, tepesine çökmüş kapkara bulutlara sanki esir düşmüş gibiydi. Hemen yanındaki koruluğun çevresinde birikmiş kar öbekleri ise, esecek ilk rüzgarda sanki oradan oraya savrulmak için bir beklenti içerisinde gibiydiler.

''Acaba bugün nasıl bir gün bizi bekliyor?'' diye düşünüp, bir yandan da bahçe kapısını ardımdan kapatmaya çalışıyordum ki, birisinin bana seslendiğini duydum.

Kafamı çevirdiğimde Mariya ile gözgöze geldik. 

''Merhaba, her şey yolunda mı? Bugün erken başlamışsın mesaiye...''

Mariya bizim mahallenin emektar postacısıdır. Kırk yedinci okuldaki fizik öğretmenliği görevinden emekli olduğundan bu yana,  sokakları arşınlayıp durur. Biz altı yıl önce mahalleye geldiğimiz zaman da, o yine buralardaydı. 

Sadece emekli maaşıyla yaşanamayacağını görüp, hiç kimsenin hevesli olmadığı bu işe girmiş, hergün yaz kış demeden, soğuk karanlık dinlemeden, artık çoğunluğu yalnızca resmi dairelerden ya da bankalardan gelen mektupları bizlere ulaştırmakla meşguldu. 

''Aslında bugün tatil günüm ama...'' Bir an, 'tatil gününde şehri gezmeye çıkan postacı' şakası aklıma gelse de, sözünü kesmeden dinlemeye devam ettim.

''Herkes, yine her yıl olduğu gibi tebrik kartlarını postalama işini son güne bırakmış, öyle olunca, bir de üstüne ben de bugün izin yapıp, mektupları dağıtmayı ertesi güne bıraksaydım, belki bir çok kişi hatırlanmama duygusu ile hüzünlenecekti. O yüzden, haydi dedim, onlar postaya vermekte gecikmişler ama, bari sen gecikme ki, insanlar dostlarından aldıkları haberlerle mutlu olabilsinler.''

Mariya'nın gözlerinin içine bakıp gülümserken kendimi, sanki tezgahının başında sanatını icra eden bir mesleğin son ustasına bakıyormuşum gibi hissettim. Erinmeden, yüksünmeden görevini yapan sorumlu insanların, dünyamızda ne kadar da az kaldığını düşünüverdim.

Mariya, hiçbir zaman ''Nasılsınız?'' diye sorduğunuza sizi pişman edecek insanlardan olmamıştır. Hani 'bir sor, bin ah işit insanları'  vardır ya, aynı dertleri defalarca tekrarlayıp duran, kendi iç sıkıntılarını başkalarına anlattıkça rahatlayacaklarına inanan, ama aslında böyle yaptıkça da insanları kendilerinden her seferinde daha da uzaklaştırdıklarının farkında bile olmayan?

İşte bizim 'postacı teyze' asla bunlardan olmamıştır. Hatta ben özellikle ne zaman,  'ateşe körükle gidip', ''Bu iş bu kadar az maaşa çekilir mi? diye kendisine sorsam, ne sahiplerinin başı boş bıraktığı için ortalarda gezinip, gelene geçene havlayan, hatta daha da ileri gidip ısırmaya kalkan köpeklerden, ne 'hiçbir yaraya merhem olmayan' maaşından, ne de canını sıkabilecek başka bir şeyden bahsetmez,

''Ben zaten eskiden öğretmenlik yaptığım zamanlarda da hergün spor için 8-10 kilometre yürürdüm, işte şimdi gene yürüyorum, bir de üstüne para veriyorlar, daha ne isteyeyim?'' der gülerek.

''Tebrikler Mariya, bayramınız kutlu olsun''. İşini biran önce bitirip de eğlenmeye gitmesine daha fazla engel olmayayım diye düşünerek, yanından geçip gidiyorum.

Biraz ileride, mahallenin en yaşlılarından, elektrik idaresinden emekli ancak, daha düne kadar ayaklarına çengel kelepçelerden takarak elektrik direklerine tırmanan Averkin'in, yine kendi yaşlarındaki hanımı, kapının önüne çıkmış, komşusuyla sohbet ediyor.

''Oğulları hiç beklenmedik bir anda öldükten sonra, küçük kız torunlarıyla nasıl da bir başlarına kalakaldı zavallıcıklar?'' diye geçiriyorum içimden. Kimbilir Averkin'in hanımının içinde de ne fırtınalar kopuyor ama, o eşi gibi yılgınlığa düşmedi. Her sabah küçük torunları Nastya'yı okula götürüp, akşamüstü de tekrar okuldan alıyor. Bayan Averkin bir kaç yıldır, Nastya'nın artık sadece büyükannesi değil aynı zamanda annesi de, babası da...

''İyi günler Tamara teyze, tebrik ederim. Ayrıca Nastya'yı da benim yerime öpüp kutlayın lütfen.'' Askeri aracın arkasında oğlunun cenazesi köşeyi dönerek sokağa girdiğinde, kocası Averkin ancak komşularının kollarına girmesi ile ayakta durabilirken, Tamara teyze nasıl da hiç kıpırdamadan dik durabilmişti öyle?

Kendi kendime, ''Bu hızla ekmek almaya gidersem, sabah kahvaltısına değil de belki öğlen yemeğine yetişebilirim'' diyerek adımlarımı hızlandırıyorum.

Markete girince, artık yerini ezberlediğim raflardan eşimin sevdiğini bildiğim ekmeği alarak, kasiyer kızın önüne bırakıyorum,

''İyi günler, bayramınızı kutlarım''  

Herhalde bir bayram günü çalışmak çok da keyifli olmasa gerek ama o da 'tanıdık' bir yüz görmenin sıcaklığıyla, gülümseyerek teşekkür ediyor.

Marketten dışarı adımımı atınca, yine soğuğu hissediyorum. Güneşin kaybolduğu anlarda sanki bir anda hava sıcaklığı, üç beş derece birden düşüyor. Yine de rüzgarın olmamasına sevinmek gerekli çünkü, soğuk havada esen rüzgar, insanın nefesini kesip neredeyse hareketsiz kılıyor.

Karşıdaki otobüs durağının yanına genç kızlar dizilmişler. Herbirinin önünde hasırdan örülmüş sepetler var ve içleri de değişik boylardaki mimoza dalları ile dolu. 

Yola adımımı atıp karşıya, kızların yanına doğru gideceğim sırada, durağa bir troleybüs yanaşıyor ancak yaya geçidinden karşıya geçmekte olanları görünce, yayalara yolveriyor. 

Şoför de bir kadın. Kendi bayramında, hemcinslerinin bazılarını işlerine, bazılarını da eğlencelere taşıyor. Sanırım kendisi de biran önce işini bitirip, evine eşinin yanına, dışarıda arkadaşlarına ama bir şekilde kutlamaların içine gitmek istiyor olmalı.

Sepetlerdeki mimozaları görünce, yine çocukluğumun Heybeliadası'na gidiyorum. Bilmem ki baharın gelişini dallarda açan mimozalardan daha iyi tanımlayacak ne olabilir? Adaya bahar sanki geceden sabaha gelir, yatar kalkarsınız ve adayı sapsarı buluverirsiniz, sanki mimozalar bir gecede adayı ani bir baskınla ele geçirivermişlerdir. 

Mimoza'nın sarı çiçekleri, gri ve beyaz renkli uzun kışın ardından, insanlara yaşama sevinci verir. Onca mimoza dalını görüp de hüzünlenmek de gerekmez çünkü, mimozayı her yıl ne kadar bilinçli olarak budarsanız, bir sonraki yıl ondan o kadar daha çok verim alırsınız.

Üzerinde daha henüz patlamamış tomurcukların da olduğu bir ufak dalı işaret ederek parayı uzatıyorum. Kız da paranın üstünü verirken, elindeki tüm mimozaları satmak olan hedefine bir parça daha yaklaştığını hissederek  gülümseyip teşekkür ediyor.

''Ben size teşekkür ederim, iyi bayramlar''

Soğuk ülkenin, sıcakkanlı ve çalışkan kadınları, varoluş sebebinin kendilerinin olduğu bir bayram gününde bile, kendi ayakları üzerinde durup çalışıyorlar. Hiçbiri, evde boş boş oturup 'beyaz atlı prens' hayali kuracak kadar gerçeklerden uzak değil ama aslında, bazı ülkelerdeki kimi hemcinsleri  çevreleri mimoza ağaçları ile doluyken başını bile çevirip bakmazken, kendilerine hediye edilecek bir mimoza dalı ile mutlu olmayı bilecek kadar da duygusallar.

Birisi gelecek, bir kaç tatlı söz ve vaatler ile onları evinin prensesi, çocuklarının anası yapacak, sonra da aradan bir kaç yıl bile geçmeden mutluluğu dışarıda aramaya başlayacak.

Rus kızları, kara kışa alışık olduklarından da olsa gerek, 'güvendikleri dağlara kar yağması' riskine karşın, küçüklüklerinden beri ayakları üzerinde durmaya çalışıp, bayramlarını da sonuna kadar hakediyorlar.

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..