Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '11

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Rusya'yı Özlemek

Rusya'yı Özlemek
 

MEMLEKENT DERGİSİ


Uzağım artık Rusya’dan... Hem de birden fazla, yıllar oldu, gitmediğim... Yaşamımın başka merhalelerini yaşıyorum artık. Araya giren bir Balkanlar sefasından sonra iyice güneye inmek söz konusu bugünlerde... Afrika’nın kuzey kıyıları, “Trablusgarp” cazibesine girmişken İstanbul’da gezdiğim bir sergi burnumun direğini sızlattı.

Pera Müzesi’nde “Çarlık Rusyası’ndan Sahneler” isimli sergiye, yolum ikinci kez düştü. Amaç “ Frida Resimleri” ni görmekti. Ama St. Petersburg’dan gelen resimlere bir daha bakmaktan kendimi alakoyamadım. Bu resimleri anavatanlarında da defalarca görmüştüm. Birden farkettim ki yıllarca coşku ve hevesle gittiğim bu ülke benden uzaklaşmış! Değişik kentlerinde yaşarken hep “ - buralara kimbilir bir daha ne zaman gelirim!? ” önermesi kendini gerçekleştirdi, uzak kaldım oralara...

Tablolardaki görüntülerle birdenbire koku ve sesler de duymaya başlayınca anladım ki zihnimde derin yerlerde yaşayan bir Rusya var. Kimilerine abartılı gelecek bu duygular nereden doğuyor!? Aşık olunan kentler vardır. Çoğu zaman orada yaşanmış bir aşkın izdüşümüdür o... Ama bazı kentlerde aşk yaşamamış olsanız da bir büyü hissetmişsinizdir.

İşte Rusya genel olarak o büyülü yerlerden kanımca... Acaba çelişkilerle dolu ve bizimkine benzeyen tarihi mi; yoğun kültürel birikimi mi; etkileyici ve devasa coğrafyası mı; bizlere bir zamanlar yasaklı olması mı...! Dedikodu ve spekülasyonlara kaynaklık etmesi mi; karizmatik devlet başkanı mı; dünyalı diğer kadınları kıskandıran güzel kadınları mı... Uzayıp gider bu liste! Herkesin bir Rusya’sı vardır elbet... Bende ki “Dr Jivago” ile başlar. O film aslında Rusya’daki rejimi yermek üzere yapılmış ama o kadar başarılı olmuş ki, adeta turistik bir propaganda gibi... Bembeyaz steplerde yol alan sefillerle dolu sefil bir tren bile görme isteği yaratabiliyor, Hollywood’un amaçladığının tersine...! Elbette daha sonraki zamanlarda Anna Karenina’dan başlayıp Kuğu Gölü balesiyle devam eden, Poloveç Dansları’yla zirveye çıkan romantizmi destekleyen Dostoyevski romanları, ressamları, müzisyenleri bu etkiyi katmerleştirerek sardı. Ülkeyi saran bu parlak aura tabii ki çekim yarattı. Ve günün birinde gidilip gelinebilir olunca bu aurayla sarmaladı bizleri de... Bu defa cadde ve sokaklarında gezinirken, sefil görünümlü yıpranmış Sovyet konutları, görkemli anıtsal yapıları, iyi korunmuş tarihi eserleriyle çelişki dolu bir sosyal yaşamı verileyen etki giderek arttı. Son derece zor koşullarda yaşayanların yanısıra parlak ve lüks içinde yüzen bir kısım ahali de Rusya gerçeklerine dahildi. Paçavralara sarılı düşkünlere bir acıma duyarken şatafatlı giyinmiş fotomodellik güzeller kıskançlık yaratabiliyordu. E, bu ileri uçlarda gidiş- geliş zihinde oyuklar yaratabiliyor elbette...

Sergilenen resimlerde de bu çelişkiler bolca görselleşmiş. Her ne kadar Çarlık Rusyası’na ait olsalar da, ana fikir bugün için de geçerli doğrusu... Paçavralar içerisinde melek tasvirleri kadar güzel çocuklar, bembeyaz karlarla örtülü alanların üzerinde parlayan acı mavi gökyüzü, derin huş ormanları dibinde göllenmiş su birikintileri, fonunda görkemli katedrallerin göründüğü sefalet anları...
Getirildikleri müzede hiç de eksiklik yaratmayacak sayıda resim bile ikibuçuk yıl evvelimde kalmış “Rusya’m” ı canlandırdı tekrar...

 
Toplam blog
: 93
: 1712
Kayıt tarihi
: 12.12.06
 
 

Ununu elemiş, eleğini henüz asmamış bir ''Mimar''ım. Hep özel sektörde çalıştım. Yoğun çalışma yılla..