Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Nisan '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Rüya/Gerçek

Rüya/Gerçek
 

http://schnette.deviantart.com/art/love-letter-151573090


Bütün bir gece rüyamda gördüm onu. Nasıl olduğunu tam olarak hatırlamasam da bütün bir rüyayı birlikte ve konuşarak geçirdik. Oysa uzun zaman önce sona ermişti herşey. Tersyüz edilmiş bir zamanın iki ayrı tarafında, nedeni sorulmamış bir sessizliğin (bilinenlerin yeterli olduğu düşünülerek belki de), kabullenilmiş iki ayrı ucunda çoktan yerimizi almıştık, biraz kendi seçimimiz, çokça da mecburiyetten. Aynı dilsizliğin kelimeleriyle takip ediyordum onu çoğu zaman, görüyordum aynı cümlelerden bahsediyorduk ama habersiz. Sessiz ve izsiz bir takipti benimkisi var olduğu halde yok sayılan, kendi gözüme bile batmayan, kimseyi rahatsız etmeyen. Sadece göz önünde değil, içimde, belleğimde, hatırladığım hatırlamadığım her şeyde silik, artık canımı yakmayan bir yaşanmışlık, bir iz olarak yerini almıştı bir süre sonra. Almalıydı. Öyle sanmıştım. Ama değilmiş.

Düşünüyorum da şimdi beni en çok şaşırtan ve üzen, hiç ummadığım bir anda zamanın ve hatta kendi belleğimin oyununa gelmek mi, yoksa bunca zamanın ardından bir rüyanın etkisiyle ilettiğim bir dileğin, sadece nezaketime teşekkür edilmesi şeklinde tek bir cümleyle geçiştirilerek (ki aslında tam olarak beklediğim nasıl bir cevaptı bunu da bilmiyorum ya) bu yaşanmışlığın, bu izin sadece bende kaldığını, benim canımı yaktığını bu şekilde anlamış olmak mı?

Öyle ya, hayat akıp gidiyor ve çoğu insan geçmişini hiç yaşanmamışcasına ardında bırakarak, çoğu zaman şimdiyi bile atlayarak, önüne bakmaya devam ediyor. Bense hala böylesine belirgin, böylesine yüzeyde izler taşıyıp, hala yakın bir tarihin içinde, ya da tarihi kendi içimde demek daha doğru sanırım, yaşıyorum. Merak ediyorum, bir geçmişe sahip ol(a)mamak, kendimi bir yere ait hissedememek mi acaba yaşadığım ve yaşayacağım benzeri anları unutmamamı sağlayan. Beni birilerine, birşeylere bağlayan bu izler aracılığıyla, o bağın hiç kopmaması adına, şimdiden kendimce bir geçmiş oluşturma çabası mı tüm bu yaptıklarım, hissettiklerim. Bilmiyorum.

Ama bildiğim bir şey var ki; zamansız dahil olduğum ve aynı şekilde dışında bırakıldığım bu tuhaf öyküde benim dışımda herkes kendi payına düşeni almış durumda. Bense bir yalanın uzantısında, sorulmamış soruların cevaplarını, cevapların bir bıçak gibi keskin, can acıtıcı yanlarını taşıyorum içimde tek başıma. Belki de bu yüzden sadece kendi kendimi kesip, kendi kendime kanıyorum.

Peki ben bunları sana niye ve neden bu şekilde anlatıyorum. Bilmiyorum deyip işin içinden çıkmak isterdim ama o an için biz bilmiyor bile olsak her şeyin mutlaka bir nedeni olduğuna inandığımdan bu soruyu es geçemiyorum ne yazık ki. Yüzünü bildiğim ama konuşamadığım birini, yüzünü bilmediğim ama konuşabildiğim birine anlatmak belki de bir şekilde rahatlatıyor beni. Bir şekilde içimdeki eksik kalan yanları tamamlıyor kendi kendine kim bilir. Neden bu şekilde kısmına gelince işte bu daha da zor galiba. Bu sefer bir ekranın başına dikip de gözlerimi, parmaklarımı klavye üzerinde dolaştırarak oradaki harfleri kullanıp yazmak ve “send” tuşuna basmak yerine, bana ait beyaz bir sayfanın üzerine arada bir kulak arkası takıp arada bir dişlediğim bir kalemle, sadece bana ait olan harflerle yazmak istedim. Yazdıklarımı başka bir ekranın başından değil de benim, parmaklarımın, kelimelerimin izi olan bir kağıda bakarak okumanı. Dokunarak hissedip yazdıklarımı, dokunarak okuyup anlamanı...

Hepsi bu...

UNUTMA MEKTUPLARI-III/EYLÜL 09’

 
Toplam blog
: 246
: 980
Kayıt tarihi
: 27.01.07
 
 

30’ lu yaşların ağırlığında geçiyor artık yaşam ama teğet geçerek, ama kurcalayıp didikleyerek...İst..