Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '11

 
Kategori
Bilim
 

Rüya ile gerçeklik ayırımının temeli

Felsefe tarihinde  söylenmemiş hiç bir saçmalık kalmamıştır dense yanlış olmaz. Bu saçmalıklardan birisi de rüya ile gerçeklik arasındaki epistemolojik ayırımın çürütülmesi denemeleridir. Bu denemelere göre varlık insanın duyu algısına sunulandan başka bir şey değilse rüya ile uyanıklıktaki tecrübe birbirinden ayırt edilemez. Her iki durumda da duyularımız iş başındadır. Rüyada da  uyanık iken olduğu gibi, görür,  işitir, hatta hissederiz. Rüyalardaki bu duyusal verinin canlılığından ve gerçekliğinden hiç bir şekilde kuşku duymayız. Bu durum bize rüyanın gerçeklikten ne farkı olduğunu sorgulamaya götürebilir. Hatta daha da ileri giden bazı filozoflar rüya ile gerçekliğin birbirinden ayırt edilemeyeceğini ileri sürerler. Bunun en güzel örneğini mistik filozoflar sergiler. Onların gözünde bu epistemolojik bakış açısı uyanıklıkta tecrübe edilen gerçekliğin ontolojik bakımdan bir rüyaya indirgenmesine ve dahası buna göre şekillenen bir yaşam biçimine dönüşür.  Öyle ya rüya ile uyanıklığın farkında olmayanlardan rüyada gördükleri ile uyanıklıkta gördüklerini ayırt etmeleri ne kadar beklenebilir?  Uyanıklık halinde bile uyuyan insanlar meydana gelir. Gerçeklik değersizleştirilir ve rüya uğruna feda edilir.

Fakat mistiklerin bu anlayış biçimine sıradan insanlar rağbet etmezler. Sıradan insanların sağ duyularına göre burada sanki her şeyin arkasında bir sır arayan zihinler kaba gerçekleri dikkatten kaçırmış görünür. Çünkü sıradan insanlar rüya ile uyanıklığı birbirine karıştırmayacak kadar basit bir prensibin farkındadırlar.  Öyle ise nedir bu basit prensip?

Bu prensip epistemolojik olarak algılarımız arasındaki devamlılığın sağladığı tutarlılık prensibidir. Uyanıklıkta beynimiz algıları kesintisiz olarak birbirine bağlar ve bir algımız ile bir an sonraki algımız birbiriyle tutarlılık oluşturur. Fakat uyurken rüyalardaki görüleri beyin birbirinden kopuk kopuk olarak düzenler. Bu nedenle rüyalar kadar bir rüyadaki görüler arasında bile bir tutarlılık bulamazsınız. Örneğin rüyanızda gördüğünüz kişi bir anda arkadaşınız iken babanız, içinde bulunduğunuz yer bir uçak iken anında evinizin salonu haline gelebilir. Dahası rüyanızdaki görüler uyandığınız an tamamen değişir. Bu durum size tüm gördüklerinizin bir rüya olduğunu söyler. Bir seri katilden kaçarken aniden kendinizi yatağınızda terlemiş ve çırpınır halde bulmanız sizi rüya görmüş olduğunuza şükrettirir. Dolayısıyla tüm hayatın rüya olmadığının kanıtı rüyanın kendisinde yatar. Bu bakımdan rüya ile gerçeklik arasındaki farklılık rüyanın kendisi ile kanıtlanır.  

Dahası illüzyon ve halüsünasyon da bu tutarlılık prensibine göre tespit edilir. Şimdiye kadar ki algılarımıza aykırı yeni bir algı durumunda, örneğin bir adamın hiç bir şey kullanmadan havada uçmasını görmemiz halinde, dünyanın gerçekliğini değil gördüğümüz bu algının gerçekliğini sorgularız. Çünkü bu yeni farklı algı önceki algılarımızla tutarsızlık yaratır.  Aynı şekilde hiçbir kaynağı yokken birden bazı sesler duyma durumunda aklımız algısal tutarlılık bakımından halüsünasyon gördüğümüzü söyler. Ya da aklımız  algısal tutarlılık şartını diğer insanların da algıları ile birlikte tutarlılık sağlayacak biçimde genişletir.  Bu durumda "yanımızdaki birisine benim duyduğumu sen de duydun mu?" diye sorarız. Tutarlılık prensibi epistemolojik açıdan gerçekliği gerçek olmayandan ayırt etmek için birebir gelir.

Hiç bir şekilde gerçeklik bir rüyaya indirgenemez. Rüya ile gerçeklik arasındaki epistemolojik farklılık ontolojik bir farklılığa denk düşer.  Buna göre temellendirilen yaşam felsefesinde gerçekliğin yaşanması değersiz görülmez.   

 

 
Toplam blog
: 17
: 1104
Kayıt tarihi
: 20.07.11
 
 

Ankara üniversitesinde felsefe doktorası yaptı. Halen bir devlet üniversitesinde yrd. doç. dr olarak..