Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '07

 
Kategori
Rüyalar
 

Rüya kuyruğu

Rüya kuyruğu
 

Rüya görsek bir dert görmesek başka bir dert….Görünce de nasıl yorumlayacağız? Kimin yorumu doğru, hangi olay neyin sembolü soruları kafamızda, bit ayıklayan şempanze elleri gibi dolaşıp durur.

İsviçreli psikiyatrist Carl Gustav Jung’un Anılar Düşler Düşünceler isimli kitabında okuduğum bir rüya çok ilgimi çekmişti; ama önce onun hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum; çünkü bunun rüyayla ilgisi var: Jung , Protestan bir rahibin oğludur, ailesinde pek çok din adamı vardır.Birçoğu onun din adamı olmasını ister, Jung tıp eğitimi alır, Freud’un öğrencisi, sonra da onun rakibi olur .Analitik psikolojiyi kurar, Freud’un pek çok şeyi cinsellikle açıklayan kuramını eleştirir, rüyalara da farklı bir boyut getirir. Tabii ki Jung’u üç satırla anlatamayız; ama konuyu dağıtmamak için Jung’un rüyasına geçiyorum.

Jung küçük bir çocuktur, büyük bir katedralin bahçesinde dolaşırken katedralin yüksek kulelerinden patır patır insan dışkısı düşer. Rüya bu kadar; ama Jung bu rüyayı gençlik yıllarına kadar sürekli görür; anlamını merak eder. Rüyalar hakkındaki araştırmalarını yaparken de bu arayışı sürer. Jung’a göre genlerimizde sadece atalarımızın bedensel özelliklerini taşımıyoruz, onların yaşadığı olayların izlerini de taşıyoruz; bu nedenle rüyalarımızı yorumlarken bunların da için de yer aldığı karmaşık bir dizge vardır.Neyse ben

Jung’un kendi rüyasına getirdiği yorumu aktarayım: Jung, ailesinin onda oluşturmaya çalıştığı Tanrı inancına karşı kendisinin oluşturduğu bir tepki olarak açıklıyor rüyasını. Kuleden dökülen dışkıların ise Tanrı’yı olumsuzlamadığını bilakis kendi inisiyatifiyle oluşturduğu Tanrı inancını yansıttığını söylüyor. Kitabın ileriki sayfalarında başka rüyalar ve yorumları da var.Benim kitaptan çıkarımım şu oldu: Sadece bir rüyaya bakılarak rüya yorumlanamaz; rüyalar bir bütündür ve rüyaları en iyi yorumlayacak olan da biziz..

Rüyalar konusunda kafası karışık olan bendeniz de bu kitabı okuduktan sonra kendi rüyalarımı yorumlamaya kalkıştım, belki doğru belki yanlış yaptım; ama rüyalarımı irdeledikçe kendimle daha fazla hesaplaştığımı görüp bu işten vazgeçtim.Sizlere yirmi yaşımdan beri gördüğüm ; ama yorumunu tamamlayamadığım bir rüyamı anlatmak istiyorum.

Güneşin hiç doğmadığı karanlık bir şehirdeymişiz. Bir kuyruktayız, insanlar itiş kakış…”Ne kuyruğu bu?” diye soruyorum. ”Düşçü kuyruğu…” diyorlar. Ne iş yaparmış ki düşçü?” diyorum. Anlatıyorlar: Düşçü, rüya göremeyenlerin rüya görmesini sağlıyormuş. Düşçü rüya görmek isteyenle önce göz göze bakma oyunu oynuyor; onun hayallerini, hayal kırıklıklarını, özlemlerini saptıyor, sonra kişiye özgü bir rüya senaryosu yazıyormuş. Senaryoyu alan kişi düşçünün evinin bahçesindeki sıra sıra karanlık hücrelerden birine giriyor, üç gün üç gece boyunca bu senaryoyu ezberlemeye çalışıyormuş, Hiçbir şey yenmeden, uyunmadan geçen üç günün sonunda düşçü sizi oradan alıp bir samanlığa götürüyormuş; yalnız samanlığın çatısı yokmuş. Siz derin bir uykuya dalınca, düşçü yavaşça göz kapaklarınızı açıyormuş. Gökyüzünde herkesin bir yıldızı varmış, bu yıldızı sadece düşçü biliyormuş. Göz kapaklarınızı açıp sizin gözlerinizdeki ışıkla yıldızınızın ışığını birleştiriyormuş ve siz rüya görmeye başlıyormuşsunuz.

Ben de merak ediyorum. Sıra bana gelince, düşçü beni de içeriye alıyor, işlemleri yapıyor; fakat gözlerimdeki ışıkla yıldızımın ışığını birleştirirken güneş doğuyor, şiddetli bir şekilde sarsılıyorum. O günden sonra o şehir ikiye ayrılıyor: güneşin doğduğu ve doğmadığı iki bölüm. Her iki taraftan da diğer tarafa geçmek yasak…Bunlar neyse de bu olaydan sonra ben hep şu kabusu görmeye başlıyorum: Ben başka bir gezegenden buraya gerçek aşkı bulmak için sürgün gönderilmişim.Gerçek aşkı bulduğumda bu sürgün bitecekmiş. Yüzlerce ağrılı aşk yaşıyorum, tam gerçek aşka ulaştım dediğimde düşçü sırtı dönük bir şekilde beni dürtüyor: ”Dur bakalım rüyada aşk mı olurmuş!”…Sil baştan…( Murathan Mungan’ın bir öyküsünde böyle bir olay vardır.)

Bu kabuslar beni öyle rahatsız ediyor ki …Bir de düşçünün sırtının bana dönük olması. Onu çok merak ediyorum.Olanları hatırlamaya çalışıyorum, düşçünün benimle göz göze bakma oyununu oynamadığını hatırlıyorum.Bu, düşçüyü daha çok merak etmeme sebep oluyor. İyi ama karşıya geçmek yasak .Oraya nasıl geçeceğim? Onu da buluyorum: Güneş tutulmasının olduğu bir gün aradaki sınırlar belirsizleşiyor ve ben karşıya geçip koşar adım düşçünün evine varıyorum. Bana engel olmaya çalışıyorlar. Karşıma çıkanları aşıp odasına çıkıyorum. Onu zorla uyandırıyorum. Kabusumdaki o boğuk sesiyle: ”Rüyada aşk olmaz ki !” diyor. Yüzünü kendime çeviriyorum, bu boğuk sesin gözlerini merak ediyorum. Bilin bakalım düşçünün yüzünde ne görüyorum: Düşçü benmişim.

İşte böyle bir rüya…Umarım yorumumu derleyip toparlayıp bir gün sizinle paylaşırım.

 
Toplam blog
: 114
: 1620
Kayıt tarihi
: 01.08.07
 
 

1964'te Ankara'da doğdum. Meslek lisesinin elektrik bölümünü bitirip fabrikada ve şantiyede çalıştım..