Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Kasım '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Rüya şehir Venedik

Rüya şehir Venedik
 

Venedik


“Kendilerine geniş yollar kazandırmak için kanalları kapatan ve bu sayede adına “campo” dedikleri geniş meydanlar elde eden Venedikliler, bugün altı bölgeye ayrılan ana kara ve civardaki adacıklarıyla bir bütün olarak Venedik lagününde yaşamlarını sürdürmektedirler.’’

Venedik

Venedik’in Kuruluşu ve Şehirde Mimari’nin Şekillenmesi

MÖ. 800’lü yıllarda şekillenen Venedik lagünü, uzun yüzyıllar boyunca Venetolu balıkçıların tuz çıkarıp balık tuttukları bataklık adalardan ibaretken V. yüzyılda, önce Atilla’nın Hunlarından (MS. 452), ardından da Lombardların akınlarından (MS. 568) kaçan Venetolulara ev sahipliği yapmıştır. İlk olarak Torcello Adası’na yerleşen, ardından da lagünde yavaş yavaş kendilerine yer bulan Venetolular, böylece Brenta Irmağı üzerinden taşıdıkları tahta kazıklarla sağlamlaştırdıkları bataklık zemin üzerinde yüz yirmi üç adacığı birbirine bağlayan dört yüzü aşkın köprü inşa ederek, dünyanın hiç bir yerine benzemeyen bir şehir kurmuş oldular. Kendilerine geniş yollar kazandırmak için kanalları kapatan ve bu sayede adına “campo” dedikleri geniş meydanlar da elde eden Venedikliler, bugün altı bölgeye ayrılan ana kara ve civardaki adacıklarıyla bir bütün olarak Venedik lagününde yaşamlarını sürdürmektedirler.

Kuruluşunun ardından Bizans Devleti tarafından atanan valilerin yönetiminde, ardından da bağımsız olarak ama Bizans ile kurduğu sıcak ilişkileri sürdürerek zaman içerisinde önemli bir şehir devletine dönüşecek yapının ilk adımları böylece atılmış olur.

Doğu Roma'nın (Bizans) Etkisi

Yüzyıllar boyunca Doğu Roma İmparatorluğu valilerince yönetilen Venedik, bu zaman içerisinde yoğun olarak Doğu Roma’nın  mimarisinin de etkisi altına girmiştir. Bugün, şehrin kalbinin attığı yer olan San Marco Meydanı’ndaki San Marco Bazilikası, altından mozaikleri ve kubbeli yapısı ile şehirdeki Doğu Roma mimarisinin en güzel örneği olarak kabul edilir. Bunun haricinde Büyük Kanal ( Canal Grande) üzerinde yer alan evlerin çoğu da özellikle pencere stilleri ile Doğu Roma mimarisinden büyük izler taşır.

Venedik’teki Doğu Roma egemenliği, IV. Haçlı Seferi’ne (13.yy) kadar sürer. Bu tarihten sonra Hıristiyan ittifakıyla İstanbul üzerine gelen Venedikliler, İstanbul’u günler boyunca yağmalar ve bunun neticesinde İstanbul’un en önemli zenginlikleri Venedik’e getirilir. Bugün San Marco Bazilikası’nı süsleyen atlar ve kilisenin dış süslemeleri için kullanılan mermerler, işte bu Haçlı Seferi neticesinde Venedik’e taşınan zenginliklerden bir kısmını oluşturur. Doğu Romaİmparatorluğu'nun İznik’e çekilmesi,  İstanbul’da bir Latin Krallığı kurulması ve Venedik’in krallara taç giydirir hale gelmesi, iki şehrin ilişkilerinde yeni bir döneme girilmesine neden olur. Doğu Roma’nın etkisiyle şehrin ilk koruyucusu olan Bizans Kralı San Teodoro ve ardından onun yerini alan San Marco ve onun sembolü olan kanatlı aslan, birer sütun üzerinde, meydanda, geçmişi ve bugünü ile Venedik’i Venedik yapan önemli birer öge olarak yer alır.

Venedik’in Evleri

Venedik, Doğu Akdeniz üzerinde hâkimiyetini geliştirdikçe daha da büyür ve bu büyüme, şehrin mimari anlamda şekillenmesine yol açar. Şehrin soylularının kendilerine yaptırdıkları evler, klasik Venedik mimarisinin en güzel örnekleri olarak bugün de hala varlıklarını sürdürmektedir. Venedik mimarisi ile yapılmış bir ev, sadeliği ve gösterişten uzak hali ile dikkat çeker. Klasik bir soylu Venediklinin evi, genellikle iki kattan ibarettir. Evin, biri karadan biri denizden olmak üzere, iki tane girişi bulunur. Giriş katına deniz yoluyla mallarını getiren Venedikli tüccarlar, bu malları aynı katta bulunan depolarına yerleştirirler. Evin birinci katında ise sağlı-sollu ev halkının odalarına açılan ve evin sonuna kadar uzanan bir salon yer alır. Bu büyük salon genellikle soyluların verdikleri davetlerde, balo salonu olarak ya da misafirlerini ağırladıkları yer olarak kullanılırdı. Murano camından büyük lambalar, aynalar, doğu stili vazolar, biblolar ve buna benzer eşyalar ile süslenen salon, ev sahibinin zenginliğinden ve soyluluğundan izler taşır. Büyük kanala bakan geniş pencereler, salonun dekorasyonunu tamamlar. Evlerin tavanı oldukça yüksek ve ferah, pencereleri ise yapıldığı dönemin stilini belli edecek şekilde sade bir zarifliktedir. Pencerelerin zarafeti, genellikle yeşil bazen de kahverengi ve açık mavi tonlarında kepenkler ile tamamlanır. Venedikliler bu kepenklere “Venezian” diyorlar. Bunların kendine has bir açılıp kapanma sistemi var. Açıldığında da kapakların duvara bağlı kalmasını sağlayan minik başları var.

 Venedik’ten Ayrıntılar

Venedik’in evleri genellikle pastel renklidir ve denizde kalan kısımlarında tuğlalar dikkat çeker. Evler orijinalliğinin korunması açısından eskiliği muhafaza edilerek restore edilir. Sadece Burano Adası buna istisna olarak, sarhoş balıkçılar söylencesini destekler şekilde, düzenli aralıklarla rengârenk boyanmıştır. Burano’nun renkliliğine inat Venedik, sadeliği ile güzeldir. Şehre uzun süreli baktığınızda kanalların da rengi olan su yeşilinin hakimiyetini görürsünüz. Venedik’e turist olarak gelen biri, muhtemelen bitki örtüsünün yoksunluğundan şikayet edecektir. Oysaki bu küçücük şehrin, kendine yetecek kadar yeşil alanı da bulunmaktadır. Genellikle her soylu evinin iç kısmında gözlerden uzak biçimde bir bahçesi, minicik bir süs havuzu bulunur. Bunların çoğu özel mülkiyet olduğu için ziyarete açık değildir. Büyük mimari yapılar üzerinde ya da birkaç önemli meydanda mutlaka heykeller de bulunur. Şehrin sembolü olan San Marco’nun kanatlı aslanı Venedik’te birçok noktada bulunmaktadır. Santi Giovanni e Paolo Meydanı’nda bulunan Verlacchio’nun Bartolome Colleoni adlı atlısı, şehrin en ünlü heykellerinden biridir.

Venedik Kiliseleri’nin Mimarisi

San Marco Bazilikası’nın Doğu etkisinden bahsetmiştik. Bunun haricinde şehrin en uzun kilisesi olan San Giovanni e Paolo ve en geniş kilise olan San Maria Gloriosa dei Frari Kilisesi, Ortaçağ’ın Gotik yapılı kiliselerine en güzel örnek olarak dikkat çekmektedir.San Marco Bazilikası’nın hemen yanında yer alan Dükler Sarayı (Palazzo Ducale) da, Gotik sanatının en güzel örneklerinden biridir. Bir de bizim açımızdan oldukça önemli bir bina olan Fondaco dei Turchi (Türk Hanı), şehirdeki en güzel gotik mimari eserlerinden biridir. Rönesans Mimarisi de, şehre ulaşmakta gecikmez ve bugün şehrin en güzel yapılarına örnek oluşturacak şekilde yerini alır. Venedik’in en ünlü ailelerinden Foscarilerin evi Ca’ Foscari (Bugün şehrin en büyük ve en ünlü üniversite binası olarak hizmet veriyor.) de Venedik’in gotik saraylarına bir örnektir. Ca’ Doro Müzesi olarak da bilinen Palazzo Franchetti de Gotik mimari eseridir. Dünyanın en güzel ve zarif köprülerinden biri olan Rialto Köprüsü (Ponte di Rialto) ve bugün Casino olarak faaliyet gösteren Palazzo Loredan Vendramin de Rönesans yapıları olarak dikkat çekenlerdendir.

Andrea Palladio Kiliseleri

16. yüzyılın Vicenzalı mimarı olan Andrea Palladio, bilhassa Venedikli soylular için Veneto bölgesinde yaptığı villalar ile tanınmaya başlayınca Venedik’e davet edilir. Önceleri Venedikliler tarafından dehası çok da farkedilmeyen Palladio’ya San Giorgio Maggiore, Zitelle, Redentore kiliselerinin yapımı ve Castello bölgesinde bulunan San Francesco della Vigna Kilisesi’nin ön yüzünü tamamlama görevleri verilir. Palladio’nun tamamladığı eserler, şehrin San Marco Meydanı’ndan karşıya bakanları bugün dahi müthiş bir sadelik ama bir o kadar da gösteriş ile etkisi altına alır .

Palladio yaşadığı dönemden çok daha sonraki dönemde kıymeti artan bir mimar olarak, eserlerindeki sadelik ve asimetrik yapıları ile kendisinden sonraki mimarları etkisi altına alır. Bugün dünyanın birçok noktasında Palladio tarzı yapılar, evler, villar, kiliseler ve bahçeler bulunmaktadır. Bunlardan en ünlüsü, bütün dünyanın yakından tanıdığı “Beyaz Saray” dır. 1792-1802 yılları arasında Mimar James Hoben tarafından yapılan bu saray, birebir Andrea Palladio tarzını yansıtmaktadır.

Barok Mimari’nin En Güzeli: Salute Bazilikası (Basilica di Santa Maria della Salute) Sayısız kiliseye sahip olan şehir Venedik’te birçok kilise, şehri dönem dönem etkisi altına alan veba salgınlarının anısına inşa ettirilmiştir. Bunlardan biri de bir zamanlar şehrin giriş kapısı kabul edilen ve altın topun (Palla d’oro) bulunduğu Punta della Dogana’da yer alır. Salute Kilisesi özellikle akşam ışıklandırmasıyla görenleri kendine hayran bırakır. Barok mimari eseri olduğu için mimariden anlamayan birini dahi, sahip olduğu gösterişli hal ve sayısız heykeliyle adeta büyüler. Kilisenin mimarı olan Baldassera Longhena, bu kiliseyi yapmadan önce bütün dikkatini Andrea Palladio’nun kiliselerine verir ve Palladio stilini kendi barok stili ile birleştirir.

Mimari yapılar ve dönemleri oldukça önemlidir; ancak bu mimari yapılara ruh katan küçük ayrıntılar da gözden kaçmamalıdır. Venedik işte tam da bir ayrıntılar cennetidir. Şehri tüm ayrıntıları ile keşfetme çabası, asla sonu gelmeyecek tatlı bir hayaldir. Venedik’i bu anlamda keşfetmek için bir ömür asla yeterli değildir. Siz öğrendikçe, şehir adeta sizinle dalgasını geçer gibi önünüze bir ayrıntı daha serecektir.

Minik balkonlar, evlerin önlerini süsleyen tuhaf ve çirkin başlar -ki bunları kötü ruhları evlerinden kovmak için kullanırlarmış-, mutlaka bir hikâyesi olan minik heykeller, adına “calle” yani “Venedik dar sokağı” denen ve bazen yarım metreden dahi dar olabilen sokaklar, geniş meydanlar ile tezat oluşturur.

Sokakların, meydanların, köprülerin isimlerinin mutlaka ilginç bir hikâyesi vardır. Örneğin “ponte dellla tetta” yani “Göğüs Köprüsü” söylenceye göre bir zamanlar hayat kadınlarının yaşadıkları evlere oldukça yakın bir bölgedeymiş. Bu nedenle hayat kadınları, müşterilerini bu köprü üzerinde beklerlermiş. Ancak zamanla erkekler de kadın kılığında köprüye çıkınca bu durum, küçük skandalların yaşanmasına neden olmuş. Venedik yönetimi de aynı şey tekrarlanmasın diye, köprüye çıkan kadınlara, göğüsleri açık şekilde orada bulunma zorunluluğu getirmiş. İşte, köprü adını bu hikâyeden almış.

“Venedik su ile evlidir.” derler. O nedenle de Venedik’i sudan bağımsız düşünemezsiniz. Ancak son yıllarda Venedik’in suya olan aşkı, başına oldukça belalar açmış. Şehirde sık görülen “acqua alta” yani suların yükselip alçalmasının şehri yavaş yavaş suya boğduğu söylenir. Lagün içerisinde Marghera adlı bölgeye yapılan sanayi bölgesi, deniz üzerinde bir sanayi alanı elde edebilmek için bölgeden pompalama yöntemiyle suyun itilmesine ve antik şehrin zemininin çökmeye başlamasına neden olmuştur. Bu nedenle yüzyıllar boyunca ayakta kalan şehir, son yıllarda sık sık sel baskınlarına maruz kalmaktadır…

 

Bu yazı decor 35 dergisi kasım 2013 sayısında yer almıştır.

http://www.decor35.com/

 
Toplam blog
: 79
: 5412
Kayıt tarihi
: 25.10.11
 
 

Dr. Serap Mumcu Geronazzo, Padova Üniversitesi Tarih bölümünde doktoramı tamamladım. Tarih, Sanat..