Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '14

     
    Kategori
    Dünya Şehirleri
     

    Rüyalar Kenti Paris

    Paris gibi bir şehir hakkında yazmak hem çok kolay hem de çok zor. Çok kolay çünkü ilham perisi bol bu şehirde: Kafeler, meydanlar, binalar, anıtlar, sanat eserleri ve tarihi olaylar... Bir o kadar da zor çünkü yıllardır bu işin üstadı insanların yazdığı, düşündüğü bir kent Paris. Buraya dair bir şeyler yazmak istediğimde, bununla haddimi aşacağımı, zaten yazılanın yazılmış olduğunu, kalabalık etmemem gerektiğini düşündüğüm çok oldu. Ancak yakın zamanlarda orada bulunmuş bir kişiye ait güncel gözlemlerin, deneyimlerin paylaşılmasının yararlı olabileceğini de ayrı bir gerçek... Tüm bunları gözden geçirerek, 2012 Kurban Bayramı tatilinde 6 gün geçirdiğim Paris'e dair notlarımı yazmaya karar verdim. Gözlemler ve pratik önerilerin yanı sıra izlenimlerimi şiirsel düz-yazı olarak ifade ettiğim kısa bir metni de içeren bu notlar umarım hem keyiflice okunur hem de birazcık da olsa Paris yolculuklarınızda sizlere faydası dokunabilir.

    Yahya Kemal'in de hayran kaldığı Medici Çeşmesi -- Luxembourg Bahçesinde

    Gözlemler & Öneriler

    Güncel sergilerin yoğun olduğu bir kent Paris

    "Chaïm Soutine" Orangerie'de, "LE CERCLE DE L'ART MODERNE - COLLECTIONNEURS D’AVANT-GARDE AU HAVRE" Musee du Luxembourg'da ve "BOHÈMES" Grand Palais'da gezebildiğim sergilerdi.

    Modern sanat tutkunlarının oldukça keyifli anlar yaşayacakları bu sergilerde oldukça yaratıcı, etkileyici, özgün ve yoğun renkler içeren çalışmalar ziyaretçileri karşılıyor. Öneririm.

     

    Musee du Luxembourg'da görebileceğiniz  Charles Camoin'e ait bir eser


    Ayrıca, "BOHÈMES" sergisinde Paris'in en şaşalı "Belle Epoque" dönemini yüksek sanatçı duyarlıkları ile samimi bir şekilde betimleyen Lautrec ve Degas'a ait çalışmaları görerek Paris'in tarihine doğru ufak da olsa bir yolculuğa çıkabilirsiniz.

    Louvre'da "Raphaël", yine  Grand Palais'da  "Edward Hoopper",  Hotel de Ville'de ise "Paris, vu par Hollywood" ilanlarını gördüğüm ancak gezemediğim sergilerdi, umarım siz bu sergilere gidebilirsiniz.

    Başka bir çok güzel sergi de vardı ilanını gördüğüm ancak hepsini yazamıyorum. Etkinlikleri araştırarak gitmenin gezi sırasında zaman kazandırdığını düşünüyorum, sonuçta her zevke uygun etkinlik bulunuyor Paris'te, değerlendirmek keyifli oluyor bunları.

    St. Germain des Pres

    St. Germain bulvarı üzerinde ve St. Germain des Pres kilisesinin çevresinde bulunan tüm mağaza, kafe ve dükkanlarda farklı bir zerafeti ve özgünlüğü yaşamak mümkün. Ben burada Rue de Buci ve Rue Bonapart sokaklarından biraz bahsetmek isityorum. Rue de Buci sokağı için bir açık hava yemek kültürü müzesi denilebilir. Mis gibi yiyeceklerden buharlaşan tatların havaya yayıldığı bu sokakta eşsiz sunumlar ile birlikte besinler gelenekten kopmayan bir seçkinlikte moderne adepte olan tarifler içinde önünüze seriliyor. Size bir yerde oturup bunların tadını beş duyunuzu da bir ziyafete davet ederek keşfetmek kalıyor. Rue Bonaparte da, üst düzey estetik bir özen ile aksesuar, kitap, kitasiye ürünü, dekor ve tasarım malzemelerinin sunulduğu nezih bir atmosfere sahip, bir Paris sokağı. Paristen hoş bir seda ile ayrılmak için buraları gezmenizi önerim.

    St. Germain des Pres kilisesinin önündeki bir Zatkin heykeli

    Efsane Paris Kafeleri

    St. Germain des Pres'nin Cafe de Flore ve Les Deux Magots kafelerinin de anlatıldığı gibi birer efsane kafe olduklarını gördüm. Paris'in yerlilerinin de söylediği gibi buralar turistik yerler oldukları kadar hala sanatçılara, entelektüellere ev sahipliği de yapan mekanlar, buralarda yazan çizen okuyan tartışan insanlara her saat rastlayabiliyorsunuz.  Bununla birlikte cumartesi akşam üzeri gitmenizi pek tavsiye etmiyorum, o saatlerde kozmopolit bir ortam ile karşılaşabiliyorsunuz. Ancak hafta içi kahvaltıları için bence çok uygun, meydanın keyifli sabah telaşını izleyebileceğiniz kiliseye bakan önü açık bir masa Les Deux Magots'da isabetli bir tercih olabilir. Cafe Flore'da da bulvarda koşuşturanları izlemek oldukça eğlenceli oluyor bol sütlü kahvenizi içip kurosanınızı yerken. Bu arada  sıcak çikolatanın  Les Deux Magots'da herkesin vazgeçilmezi olduğunu da gördüm.

     

    La Marais

    La Marais semtinde Les Philosophes'u güzel bir öğle yemeği için hareratle öneririm. Ağaçlı genişçe bir sokağın köşesinde bulunan bu lokantada sıklıkla film çekimi oluyormuş - bana da denk geldi. Burada "plat du jour" (günün yemeği) yemenizi ve keyiflice öğle güneşinin tadını çıkararak Rue des Rosiers sokağına akan kalabalığı izlemenizi de öneririm. (Fiyatları da makul bulacaksınız ve yemeğin de çok lezzetli olduğunu göreceksiniz.)

     

    Les Philosophes'dan bir kare

     La Marais semtinde St. Paul kilisesinin arkası çok hareketli değildi ancak Victor Hugo'nun evinin olduğu meydan,  buraya çıkan Rue des Francs-Bourgeois sokağı ve yakınlardaki Rue des Rosiers sokakları oldukça hareketli ve alış veriş için keyifli sokaklar - fiyatlar biraz yüksek olsa da.

    Place des Vosges

     

    Orangerie

    Empresyonizmin Sistine Şapeli olarak bilinen Orangerie müzesi, bu ünvana Monet'inin ünlü eseri  Les Nymphéas ile kavuşmuş.  Bulunduğu oval odaların duvarlarını boydan boya kaplayan parçalardan oluşan bu eser gerçekten görülmeye değer. Sanatçı bu çalışmasında meditatif bir etki yaratmayı hedeflemiş izleyici üzerinde. Gelen rahatlasın, huzur bulsun istemiş. Yakalanan özgün renklerin yarattığı çarpıcı etkinin yanı sıra kompozisyondaki harmonin de insanı büyülediği bu çalışmanın, bazı parçaları hedeflenildiği gibi insana yaşama sevinci verirken, bazı parçaları ise sıkıntılı boğucu bir atmosferin içine çekiyor izleyiciyi. Kasvetin hakim olduğu bu ikinci tür parçalarda, sonbahara özgü yanık kavruk renkler ve komposizyonlardaki yoğunlaşmalar, yer yer patlamalar dikkat çekiyor. Bunlar, sanatçının o dönemde yaşadığı kayıpların, sağlık problemlerinin, ileri yaşının onda yarattığı nevrozların dışa vurumu sanki, ayrıca bu anlatımında empresyonizmin oldukça soyut ucuna doğru kaydığını da gözlemliyoruz sanatçının.

    Bu arada Orangerie'e girmek için en uygun kapının Tuileries bahçesinin Concorde meydanına bakan ana kapısı olduğunu gördüğümü söylemek isterim. Müzenin önünden yakalacağınız Eyfel kulesi manzarasını da fotoğraflamayı atlamamanızı öneririm. Ancak Tuileries bahçesindeki restaurantı çok önermiyorum. Yemekler lezzetsiz olduğu gibi servis de kötü.

    Orangerie'nin önünden Eyfel Kulesi görünümü

    Kısa Kısa ...

    Yolunuz Louvre'a düşerse ünlü Angelina çay evinin Napolyon odalarının yanındaki şubesinde bir şeyler yemeği ihmal etmeyin. Bu oldukça otantik saray odasında hizmet veren restaurantın fiyatları uçuk olmadığı gibi servis ve yemek kalitesi de oldukça yüksek.

    Sorbonne meydanın önünden hava kararmışken geçersiniz ışıklı meydanın tadını çıkarabilirsiniz.

    Yılların değiştiremediğini yazılan çeşitli anılardan öğrendiğim, biraz salaş öğrenci kahvesi Le Soufflot'de oturarak çevreyi  izlemenin çok keyifli olduğunu söylemek isterim. (Kafe, Panthéon meydanına çıkan Rue Soufflot caddesi üzerinde bulunmaktadır.)

    Centre Pompidou'nun terasındaki muhteşem Paris manzarasını ise kesinlikle kaçırmayın. Buradaki oldukça aydınlık ve ferah restaurantta panaromik şehir görüntüsü ile yemek yemek biraz pahalı olsa da, verdiğiniz paraya değiyor.


    St. Severin kilisenin giriş kapısının bulunduğu sokağın ve Hotel Clunny'nun - Moyen Age müzesine ev sahipliği yapıyor- St. Michelle bulvarına bakan ana cephesinin dışındaki yan cephelerinin baktığı sokakların çok işlek olmadığını  gözlemledim.

     

    Center Pompidou'nun çatısından bir görünüm


    Gölgeli Taraflar

    St. Michel Bulvarında ve Rue Saint-Martin sokağında (Centre Pompidou'a çıkarken) gördüğüm pejmürde, yarı baygın, biçare evsizlerin ve St. Germain bulvarında dilencilik yapan çingenelerin Paris'in biraz tedirgin eden taraflarını oluşturduğu da gözlemlediğim başka bir nokta. Paris'i bu gölgeli tarafları açısından daha iyi tanımak için http://wikitravel.org/en/Paris#Stay_safe linkini incelemenizi öneririm.

    İzlenimler

    Paris Sıkıntsı*

    Bir rüya gibiydi Paris. Ya da kafanda esip geçen bir rüzgar. Yumuşacık bir kadın eli değip geçen yüzüne. Ya da derinden bakan, içten gülümseyen sen anlamadan uçup giden bir erkek. Anladığında peşine düşmen imkansız unutman hiç mümkün değil. İşte böyle bir şey Paris. Gerçek çok gerçek, bir o kadar da elinle tutamayacağın şişeye doldurup saklayamayacağın düş gibi bir gerçek. 

    Flamboyant gotiği Monet Sunrise tablosu Degas’ın absent’den bitik Paris ayaktakımı Lautrec’in tükenmiş Montmarte kaberistleri Baudelaire’in sıkıntısı. Zatkin’in St.Germain des Prés kilisesini selamlayan yaratıcı heykel çalışması art deco binaların süslemelerindeki yığınla hüzün Alexander III köprüsünün haşmeti. Paris ayaklarınızın altında bir garip sarhoşluklara dalacağınız Centre Pompidou’nun terası güçlü çekimlerinden kopamayacağınız canlı yoğun renklerine batacağınız modern resimlerle dengenizi şaşacağınız müze sarayları cennet bahçelere konmuş. Hugo’nun Vosges meydanına bakan gözlerindeki sürgün yalnızlığı Marais’nin rönasans saraylarının duvarlarından akan kan rengi tarih  Sorbonne’un ışıklı meydanı. Bir kere kahvesini havasını tatdınız mı iflah olamayacağınız kafeleri.  Sefiller Goriot Baba Nana  nasıl yazılmış “la liberté guidant le peuple” nasıl resmedilmiş Hemingway neden Paris bir şenliktir demiş Carne’nin Cennetininin Çocukları niye umutsuz Edit Piaf nasıl içten ağlatmış amber kokulu odunsu sesi ile bizleri. 

    Paris nasıl Paris olmuş ve niye bu kahrolası bıkkın hayat ve niye bu serseri gezginlik ve niye bu Paris biz ölümlülerin başını bu kadar döndürüyor.

    * Baudelaire‘in düz yazı şiirlerinden oluşan  kitabının adı

    Değerli editörüm kardeşime yardımları için çok teşekkür ederim.

     



    Yararlı Linkler

     

    Seyahet Kardeşliği Sitesi --- Gezginlerden gezi yazıları

     
    Toplam blog
    : 1
    : 77
    Kayıt tarihi
    : 15.08.14
     
     

    Müze, mimarlık, sanat tarihi ..