Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '12

 
Kategori
Söyleşi
 

Rüzgar Baba Haldun Sevel, Ustura Kemal'i anlatıyor

Rüzgar Baba Haldun Sevel, Ustura Kemal'i anlatıyor
 

''Üstüne Kalem Konulan Kağıt, Ateşle yakıldığından daha çok ışık verir'' işte bana göre kabadayılık, babayiğitlik budur


Çizgidiyarı Dergisi'nden Mustafa Pala, Haldun Sevel ile keyifli bir röportaja imza attı. Mustafa Pala röportaj hakkında şunları dile getirdi: "Bu röportajı yaparken büyük bir heyecan duyduk. Kendisine ulaştığımızda, röportaj teklifimizi tek şartla kabul edeceğini söyledi: “Beni yazılarınızda kesinlikle övmeyeceksiniz”Böylesine bir ustayı, Türk çizgi romanına yön veren böyle bir değeri övecek kelimelerden kaçınarak bu yazıyı hazırlamak inanın çok zor oldu. Şimdi sözü çok uzatmadan Üstad’a kulak verelim". 

USTURA KEMAL “VATAN VE NAMUS” KOKAR

Mustafa PALA- Öncelikle sohbet teklifimizi kabul ettiğiniz için tüm Çizgi Diyarı ailesi adına teşekkür etmek istiyorum. Ressamlık mesleğine nasıl başladınız? Herhangi bir okuldan bu konuda eğitim aldınız mı yoksa usta çırak ilişkisi ile mi bu noktaya geldiniz?

Çok küçük yaşlardan beri resmi sevdiğimi hatırlıyorum. İlkokulda iken bir sayfalık resimli romanlar yazar ve resimler, sonrada mahalle arkadaşlarımla o tek sayfalık resimli romanları, o zamanlar (50’li yılların sonları) pek bol olan boş arsalarda oyuncak silahlarımızla oynardık. Ortaokulu yılarımda bu çocuksu resimli romanlar konulu resimli romanlar haline geldi. Bir tanesi hala durur.

O pek genç halimle, bir gün, hazırladığım resimli romanımla birlikte bir gazetenin kapısını çaldığımı bile hatırlıyorum. Sonra Prof. Süheyl Ünver'e gitmiştim. Hoca bana öyle cesaret verici bir şey söylemişti ki, artık derslerde bile dersi dinlerken bir yandan da resimli roman çiziyordum. Şöyle demişti hoca ''Oğlum sen Türk resimli romancılığına değişik bir teknik getireceksin''.

Ortaokul son sınıfta beklemeye kalınca, resim dosyamı elime alıp bir usta aramaya başladım. Talihim beni Türkiye'de grafik sanatlarda, özellikle tiyatro afişinde bir ilk olan büyük usta Mengü Ertel'in atölyesine götürdü. O gövdesi gibi yüreği de büyük, bu uluslararası büyük ustayı saygı ile anmak isterim. O son derece profesyonel atölyesinde (San Organizasyon) bana, yani o 16 yaşındaki çocuğa masa verdi fırça verdi, renk ve boyama teknikleri öğretti. Oraya bir kaç yıl her yaz tatilinde gittim.

Artık çizgilerim oturmuştu, çizmeye devam ediyordum. Gündüzleri ''Mıstık Prodüksyon''da karikatürist Mustafa Eremektar'ın yanında asistanı olarak çalışıyor bir yandan da akşamları UESYO'ya devam ediyordum. (Uygulamalı Endüstriyel Sanatlar Yüksek Okulu) ve her boş vaktimde yine resimli romanlarımı yazıyor ve resimliyordum. Bunlar herhangi bir yerden kopya yada alıntı şeyler değildi, tamamen kendine özgü şeylerdi. Çünkü o yıllarda hayali desenim çok iyi idi. 

Bir gün okul gece müdürümüz resimli romanlarımı gördü. ''Haldun biz her sene şu kadar mezun veriyoruz, çoğu iş bulamakta zorlanıyor, senin böyle bir yeteneğin varken niye bunu meslek olarak seçmiyorsun?''

Bunu hemen ertesi gün Mıstık abiye anlatmıştım ''hadi o zaman'' dedi ''birkaç bant bir resimli roman hazırla, Ben Günaydın Gazetesi’ne gideceğim, romanını götürür gösteririm. Bu hevesle 4 günlük 4 bant bir resimli roman hazırladım, Karacaahmet'te geçen bir kavganın resimli öyküsü…

Hiç unutmam o sabah Mıstık Abi resimli romanımı da alıp Günaydın Gazetesi’ne gitmişti. 1972 yılının ilk bahar günleri sabah saat 09.30 gibi...10.30da telefon çaldı. Telefonda Mıstık abi heyecanla anlatı. Haldun bey demiş ki (Haldun Simavi): “Bu çocuk kimse gelsin burada çizsin resimli romanlarını”.

Tabi burada Karikatürist Mustafa Eremektar'ı da ben şükranla anıyorum, o olmasa idi belki de Ustura Kemal hiç bir zaman olmayacaktı. 21-22 yaşında bir gencin öyle Günaydın gibi, o yılların en iddialı bir gazetesine resimli romancı olarak, hem de iyi bir maaşla, işe başlaması fevkalade bir şeydi tabi. Böylece Günaydın bünyesindeki Gün Gazetesinde “Ustura Kemal” resimli roman olarak 1972 Temmuz  ayından itibaren yayınlanmaya başladı ve 1999 yılına kadar pek çok gazetede aralıksız yayınlandı.

Velhasıl resimle dolu, sanatçı bir çevrede resimli roman tarz ve tekniğimi ilerlettim ama resimli romancı olarak beni eğiten bir ustam olmadı. Ancak fotoğrafçılık olsun, karanlık oda olsun, fırça kullanmaktan boyama tarzıma kadar her şeyi Mengü Ertel'den ve Mustafa Eremektar'dan çok şey  gördüm ve öğrendim.

Mustafa PALA- Sizce resim sanatı insanın sonradan öğrenebileceği bir sanat mıdır, doğuştan gelen bir yetenek midir?

Evet ben gen'lerle geçen yeteneklerin bilimsel olduğunu biliyorum. Ama bu sadece bir kabiliyettir. Ama  ham bir kabiliyet. İnsan anasının karnından evet müzik resim vs. kabiliyeti ya da kabiliyetleri ile doğar ama, tarz ve teknik bilgileri ile doğmaz. Bunları işlemek, öğrenmek için çalışmak gerekir, konuyu araştırmak, ustaları araştırmak ve bıkıp usanmadan sevgi ile çalışmak gerekir, yoksa işlenmemiş ham bir resim kabilyeti bir yere varamaz körelir kalır.

VE USTURA KEMAL EFSANESİ

“Heeeeyt! Var mı bana yan bakan?

Fesimiz kaş üstünde püskülü saçak.

Ceketim omuzda, belimde kuşak.

Bir yanda tabanca, bir yanda bıçak,

Yan bakma bitirim yakarım seni.

Yemenim küt burun yumurta topuk,

Ecdattan babayiğitim, değilim kopuk.

Şaşırıp sataşma sakın bitirim,

Kulaklarından duvara çakarım seni!”

Mustafa PALA- Ustura Kemal karakteri nasıl doğdu? Gerçek bir karakterin yansıması mı yoksa hayal ürünü mü? Bize onun neşir hayatı hakkında bilgi verir misiniz?

Haldun SEVEL- Bana “memleket neresi” denirse; “İstanbul'luyum” demem, “Üsküdar'lıyım” derim. Salacak, İmrehor, Ahmediye, İstanbul'un bu mütevazi mahalleleri çok başka idi o zamanlar, yani 1960’lı yıllarda hala eski Üsküdar insanları vardı.

İngiliz Müfettiş H.C Armstrong'un 1920’lerde yazdığı ve bizde de ''Türkiye Nasıl Doğdu'' ismi ile yayınlanan anılarında belirttiği ''burası züppe ve hain erkekler ve hafif kadınların şehri, Anadolu'da gördüğüm o mert Türkler nerede?” dediği yer Üsküdar değildi.. Armstrong Üsküdar’a ve insanlarına hayran kalmıştı. İşte ben o insanların en sonuncularına yetiştim. Göğüslerinde İstiklal Madalyası ile dolaşan ''Büyük Ethem Pehlivan’ı, Babanın Ağzını Yiyem Azamet’i, Arap Halit'i, Çamlıca’lı Haydar’ı ve Usta Kemal'i gençliğimde gördüm tanıdım, onlarla dost oldum.

O yıllarda sessiz ama güçlü ve kavgacı bir gençtim. Arkadaşlarımla çeşitli mahalle kahvelerine gider “bilek güreşleri” yapardım. Usta Kemal’i böyle tanıdım fakat ben resimli romanı Günaydın Gazetesine götürdüğüm günlerde Yazı işleri müdürüm Yüksel Baştunç ve Sahir Özbek, “Haldun gel şunun adını Usta Kemal değil de Ustura Kemal yapalım' demişlerdi. Böylece tefrikanın adı Ustura Kemal oldu.

Gün gazetesinde Temmuz 1972 yılında başlayan Ustura Kemal bir yıl sonra haftalık mecmua olarak 36 sayı yayınlandı. Sonra hatırladığım kadarı ile sırası ile şu gazetelerde yayınlandı. Son Havadis, Tercüman, İzmir Demokrat, Güneş, Akşam, Hürriyet. 

Mustafa PALA- Bu karakteri çizerken kendi yüzünüzü çizdiğinizi biliyoruz. Yine aynı dönemde çizdiğiniz “Tozkoparan Kemankeş” romanındaki kahraman da sizin yüz hatlarınıza benzer bir yüz hattına sahip. Bunun özel bir sebebi var mı? karakterlerle bütünleşmek, kendi duygularınızı yansıtmak gibi?

Haldun SEVEL- Evet doğru Ustura Kemalin portresi benim yüzümdür. Ben Süheyl Ünver hocanın dediği gibi çok değişik ve zor bir tarzla girdim çizgi roman dünyasına. Ustura Kemal'deki tüm karakterleri yani boy, büst ve portreleri çevremdeki insanlardan aldım.

Yani önce senaryoya göre siyah-beyaz fotoğraflarını çektim, tab ettim, ve o fotoğrafları “Antiskos” kullanarak kağıda aktardım. Bu arada elimdeki en kolay ve uygun model de bendim. Ustura Kemal'in iri yarı, adeleli, pazulu ve az çok yakışıklı biri olması gerekiyordu. Eh, yüzüm uygundu, 90 kiloluk adaleli vücudum da Ustura Kemal karakterine uygundu. O sıralarda Weider Body Building kulübünün vücut şampiyonu idim. Bana 'bay kol' derlerdi vücut geliştirme çevrelerinde. 50 santime yakın pazuları olan başka bir modeli nereden bulacağım?

Böylece Ustura Kemal ben oldum. Ve tiplerin hepsi gerçektir, mesela 'kolcu Raif' tipi Karikatürist Mustafa Eremektar’dır. Son macera olan 'İsimsiz Kahramanlar'da General Harrington tipi Hürriyet gazetesi yayın müdürü (o yıllarda) Ertuğrul Özkök'tür. Yine aynı macerada hintli bir casus tipi vardır,şimdi hatırlayamadım ismini,o tip de Prof. Şener Üşümezsoy'dur.

Mustafa PALA- Hikayelerinizdeki  bütün kahramanlar gerçek hayattan alınma, mekanlar fotoğraflardan birebir aktarma ve her kare bir tablo gibi ulaştı okuyuculara. Yalnızca çini mürekkebi ve  bilindik malzemeler kullanmak gibi kolay bir yol varken, neden model olarak günümüzde yaşayan gerçek kişileri ve gerçek mekanları kullandınız ve böylesine zahmetli bir teknikle çalışmalarınızı sürdürdünüz?

Bu zor tekniği planlayarak yaptım diyemem, zaten önümde böyle bir teknikle  (resimli romanın önce hemen hemen foto roman olarak fotoğraflanarak çekilmesi ve bu çekimlerin kağıda aktarıldıktan sonra, ecoline boya kullanılarak ve tonlama yapılarak resimlerin hazırlanması) çalışan hiç bir örnek yoktu. Çocukluğumdan beri kendi içimdekini canlandırmak, kendi düşlerimi yaşamak gibi, sessiz ama dik kafalı bir ruh yapım vardır. Bu yüzden çizgi roman çalışmalarımın hiç bir aşamasında, inatla hiç bir örneği kendime örnek almadım. Kalıplaşmış tarzları hiç bir zaman sevmedim. Yani bu tarz çalışma yıllar içinde içimden gelerek kendiliğinden oluştu. Sonra bu tarzı daha da geliştirdim.

Örneğin gidip bir mekanın,(eski bir ahşap bir ev, ya da evler, bir konak, yalı olabilir, bir cami yada mezarlık, yada tarihi bir yapı olabilir, ya da bir manzara) bu mekanın çektiğim fotoğrafını Antiskop vasıtası ile 35x50 bir resim kartonuna (şöhler veya Fabriyano) aktararak, tablo haline getiriyor ve sonra bu tablonun iyi bir kamera ile siyah beyaz fotoğrafını çekiyor, ve bunu mat fotoğraf kağıtlarına çok sayıda tab ettikten sonra...resimli romanın akışında, konu o mekana geldiğinde, birinci plan şahısların resmini yaptıktan sonra, dış konturlarından bir manikür makası ile dikkatle kesiyor ve sonra o mekanın daha önce tab ettiğim mat fotoğrafı üstüne, perspektifine de dikkat ederek, dekupe ediyordum (yapıştırıyordum). İlk bakışta zor gibi geliyor ama, bu şekilde o zor ve detaylı fonları tekrar tekrar çizmiyor ve elimdeki sırasını bekleyen hazır fonlarımı kullanıyordum.

Mustafa PALA- Sizin çizgi roman ressamlığı yaptığınız dönemde, Tarkan, Karaoğlan ve Kara Murat gibi dergiler de yayınlanıyordu. Aranızda bir rekabet ya da dostluk ilişkisi var mıydı? Bize o dönemin çizgi romancılığı hakkında bilgi verir misiniz?

Haldun SEVEL- Evet o yıllarda Karaoğlan, Tarkan, Kara Murat, Malkoçoğlu gibi piyasayı tutmuş resimli romanlar vardı ama bunların hepsi siyah beyaz çalışmalardı. Tarzları birbirinin hemen hemen aynı idi. Sanırım belki de bu yüzden onlarla rekabet içinde olduğumu doğrusu hiç düşünmedim. Ben o zamanlar 20’li yaşlarda idim, genç bir vücut şampiyonu idim, zaaflarımı yenmiştim. Zaten çevremdeki yeteneklerle kendimi kıyaslamak gibi bir saplantım hiç olmadı. Ben bendim, onlarda onlar. Hepsine ayrı ayrı saygı duydum. Onlar benim meslektaşım olan büyüklerimdi.

Bir de şu var, bu çizgi romanları yapanlar, benden önceki kuşaktı, Suat Yalaz mesela, yani Karaoğlan, ben doğrusu Karaoğlan'la büyüdüm diyebilirim, Suat  Yalaz'a her zaman saygı duymuşumdur. Çünkü onların açtığı bir yolda ben kendime iş buldum. Yani onlar sayesinde insanlar Türk resimli romancılığını sevdiler.Dedim ya ben onlardan sonraki kuşaktım. Yani Türk resimli romancılığın son kuşağı. Benim kuşağım olarak Ersin Burak ve Yalçın Didman'ı sayabilirim...

Mustafa PALA- Sizce Kabadayılık nedir? Günümüze baktığımızda şiddet ve kaba kuvvetin artmasına karşın kabadayılık müessesesinin artık var olmadığını görüyoruz. Ustura Kemalden bu yana neler değişti ?

Haldun SEVEL- Kabadayılığı bana sormayın. Gerçekten bilemem, benim yarattığım roman Ustura Kemal esasında kabadayılık romanı değildir, “Yiğidi Bıçak Kesmez”i okuyun.. “Şeref Sözü”nü ve “İsimsiz Kahramanlar”ı okuyun. Ustura Kemal etik ve ahlaki değerleri savunan sıradan insanların resimli romanıdır.

Fakat ille de “size göre kabadayılık nedir?” diye sorarsanız, o yıllarda bir gazetenin girişinde şöyle bir yazı vardı ''Üstüne Kalem Konulan Kağıt, Ateşle yakıldığından daha çok ışık verir'' işte bana göre kabadayılık, babayiğitlik budur. Bu ifadeye göre artık dünün ve bugünün gerçek babayiğitlerin gerçek kabadayıların kimler olduğunu siz bulun.

Mustafa PALA- Yiğidi Bıçak Kesmez adlı romanınızın kahramanı Saraylı Teyze kimdir, bize onun hikayesini anlatır mısınız?

Haldun SEVEL- Saraylanım Teyze kim midir? Hatırladığım kadar anlatayım. O  yıllarda, yani 50’li yıllarda, bazı bazı “Saraylanım teyze”ler vardı. Bu kadınlar bir şekilde Yıldız Sarayı’nda saray hizmetlerinde çalışmış ama Padişahlığa son verildikten sonra, evlerine çekilmiş kadınlardı. Hatta Bebek'te bir Nevzat hanım vardı. Vahdettin'in eşlerinden.   Benim çocukluğumda, Harem İskele sokakta ahşap şirin bir evde otururduk, evin tamamını üzüm asmaları sarmıştı, hatırlıyorum, pencerelerden elinizi uzatıp üzüm yiyebilirdiniz. Arkada güzel şirin bir bahçesi vardı.

Bahçesi bahçemize bitişik, yalnız başına oturan bir komşumuz vardı. “Saraylanım Teyze” derdik ona. Vaktiyle “Hasan” adında biriyle (namı diğer Ağır Hasan) evli imiş, Kocasını bir polis vurmuş, her cuma Karacaahmet mezarlığına kocasının kabrine ziyarete giderdi. O kadıncağızın hikayesini o yıllarda çok kimse bilirdi. İşte ''Yiğidi Bıçak Kesmez'' öyküsünde anlatmaya çalıştığım öykü, işte bu Saraylanım Teyzenin, ve hak tanır iyi insan, babayiğit, etik ve ahlaki değerlerin koruyucusu Ağır Hasan’ın öyküsüdür.

Mustafa PALA- Çizgi roman çizimine neden ara verdiniz? Resim sanatı ile hala ilgili misiniz?

Çizgi romana ara vermedim, son verdim. Çünkü çok zor bir iş tek başına çizgi roman hazırlamak. Yapıp hazırlaması çok zor, çok sabır isteyen bir iş. Her gün ve hiç aksatmadan saatler,günler,haftalar,aylar yıllar boyu çalışmanız, hiç durmadan çalışmanız lazım.

Tek bir ressamın yada çizerin uzun süre dayanabileceği bir iş değil, bir ekip işi. Aldığınız maaş sınırlı, yardımcı çalıştıramıyorsunuz. Yine de 1972’den 1999’a kadar yıllarca hiç aksatmadan çalıştım, çalıştım, çalıştım. Fakat artık sonunda devam edemeyecek kadar yıprandım, hastalandım ve bıraktım.

Ama ara ara resim yapmaya devam ediyorum. Fırtınada yelkenliler konulu tablolar yapıyorum kendimi yormadan, şu saatte şuraya yetiştirme stresi olmadan. Mütevazi yelkenlimle denize açılamadığım  kış günlerinde ve evdeki atölyemde yavaş yavaş.

Mustafa PALA- Ustura Kemal’in eski maceraları yeniden basılacak mı? Sizin için en özel olan hikaye hangisiydi ve neden?

Haldun SEVEL- Evet İnşallah. Sağ ve sıhhatte kalırsam Ustura Kemal'in yeni albümleri yakında çıkacak. Arşiv romanlar hazır, sadece oturup kapak yapmam gerekiyor. Basıp dağıtımını yapacak tanıdığım dost bir yayınevi de var.

Benim için en ilginç macera belgesel nitelikli olan son yapıtım  “İsimsiz Kahramanlar”dır. Bu öyküde 30 yılın birikimi sonucu ulaştığım yer vardır. 30 yılda topladığım yakın tarihimize ait belge ve ruh vardır.

Yıllarca İşgal İstanbul’unu anlatmak istemişimdir ama kendimi bir türlü o yılların, o günlerin dramını ifade edebilecek ruh ve tarihi detaylı bilgi olgunluğuna layık bulmadığım için, o konuyu hep bir sonraya bırakmışımdır. Sonunda, yani yıllar sonra, elimde İşgal İstanbul’una ait, sahaflardan, mübayedelerden, gazeteciler müzesinden toparladığım bilinmeyen, bulunmayan bir arşiv ulaştığında, bu resimli romanı yapmaya hazır olduğuma karar verdim. Ve kolları sıvadım ama 97 senesinde Hürriyet gazetesinde yayınlanmaya başlayan bu roman, “vatanseverliği tetiklediği! İçin” bir an önce son verilmek istenen bir hedef oldu. Açık açık söylendi bana, “bu konuyu bırak işine son verilecek” dendi.

Dinlemedim, konuyu da değiştirmedim. İşime yani vatan sevgisini tetikleyen Ustura Kemal'e son verilecek güne kadar, “İsimsiz Kahramanlar”ı yazdım ve çizdim.  

Mustafa PALA- Ustura Kemal, yıllar önce tv dizisi olmuştu ve siz başrolde oynamıştınız. Bugün de ekranda yeniden dizi olarak karşımızda Ustura Kemal.

Haldun SEVEL- Ustura Kemal “vatan ve namus” kokar, yani bu mesajı verir. Ne ikinci Cumhuriyetçilere yalakalık yapar, ne Amerikan emperyalizmine, ne bölücülere. Ustura Kemal ulusal değerlerimizi, geleneklerimizi, ahlakımızı anlatır. Bugün ulusalcı olmak yasak. Düşünün artık. buram buram ulus, vatan, ahlak ve gerçek bir Türk-İslam terbiyesi kokan  Ustura Kemali gözler önüne serdirirler mi? hiç sanmıyorum... Bu yüzden de üzülmemek için işin üstüne düşmüyorum. Çalışmalar en son ne aşamada ben de tam olarak bilmiyorum. Çünkü bu işi yapan şirketle olan anlaşmam gereği, Ustura Kemal'in (senaryoda, filmde ve dizide) milli, etik ve ahlaki değerleri tahrip edilirse, anlaşmayı fes edebileceğime ait bir madde var. Yani bu kimseler hep bilinen, öyle bilinmesi istenen şeyleri, yeniden Ustura Kemal ismi altında yayınlamak kısır döngü uyanıklığına düşerlerse, bende buna pek tabi mani olurum.

Mustafa PALA- Türk çizgi romanı gerçekten bitti mi? Neden hiç bir yerde bir Türk kahramanın maceralarını okuyamıyoruz?  Sizce yeni nesil kendi öz değerlerinden bağımsız yabancı kitapları okurken, Türk ressamlar neden çizgi roman konusuna eskisi gibi ilgi göstermiyorlar?

Haldun SEVEL- Evet, bence de Türk çizgi romanı bitti. Neden bitti? Cevabını zaten siz verdiniz. Hiç bir yerde yayınlanmıyor da ondan. Yani çizgi romancıların ekmek kapısı olan gazeteler, artık Türk çizgi romanı yayınlamıyorlar. Sebep bu. Yoksa nice güçlü çizgiler-fırçalar var hala. İlgi göstermeyen ressamlar değil, gazeteler. İstemiyorlar. Niye istemiyorlar?

Bakın neyi anlatır Türk çizgi romanı? Mesela Karaoğlan, Malkoçoğlu, Ustura Kemal, Kara Murat ve bunlar gibiler. Türk insanının kahramanlığını anlatır değil mi? İşte istenmeyen bu, ulusalcılık, milliyetçilik, vatan sevgisi,  çizgi romancıların ekmek kapısı olan gazeteler tarafından istenmeyen budur maalesef. Ben bu yıkımla 90lı yıllarda sürekli mücadele ettim. Karşı karşıya kaldım kendi çalıştığım gazetede. Yani talep olmazsa arz olur mu? İstenen tek şey Amerikan kahramanlarını okumamız, daha doğrusu çocuklarımızın okuması. “Yayınevleri yok mu?” diyeceksiniz. Var tabi, işte ben mesela, ancak üç albüm yayınlayabildim son 15 yıl içinde, ”Ne kazandın?” derseniz, öyle ya onca emeğin karşılığı geçimimi sağlayacak bir parayı kazanmalıyım ki, bunu meslek olarak ya da bir iş olarak sürdüreyim. Hiçbir şey kazanmadığımdan emin olun. Kazanmak şöyle dursun, son albüm olan “İsimsiz Kahramanlar” için harcadığım rakam 9 bin lira, elime geçen ise 4bin 5yüz lira. İşte durum bu. Çizgi romancıların ekmek kapısı gazetelerdi, artık ekmek yok, çizgi roman da yok ve maalesef olmayacaktır da.

Mustafa PALA- Hayatınızın bu döneminde neler yapıyorsunuz? Sizin büyük bir deniz tutkunu olduğunuzu biliyoruz. Size “rüzgar baba” diyorlar. Mavi sulara olan sevginiz nasıl başladı, deniz sizin için ne ifade ediyor.

Haldun            SEVEL- Ben çizgi romana veda ettiğim 99 yılından beri, hiç bir zaman terk etmediğim büyük tutkum olan “denizlerde yaşam”ı yaşıyorum artık. Zaten çizgi romanla geçen o uzun yıllarda ancak hafta sonları yapabildiğim denize kaçışlarım olmasaydı, sanırım çizgi romanın o hiç ara verdirmeyen temposuna 30 yıl kesin dayanamazdım. Şimdilerde artık, yani son 10 yıldır,10 metrelik mütevazı yelkenlim Maviş benim mabedim oldu. Milyarlarca dönüm mavi sularımın içinde, dibinde, koylarında yaşıyorum. Çoğunlukla yalnız olmaya gayret ediyorum. Üretebilmek için.

Naviga adlı bir aylık denizcilik dergisine aylık yazılar yazıyorum. Sonra bu yazıları kitap halinde yayınlanması için çalışıyorum. İşte böyle çizgi romanı bıraktıktan sonra yayınlanmış 3 kitabım oldu. “Böyledir Denizler Ülkesinde Yaşamak”, “Dünyanın Ucundaki Fenerin Bekçisi” ve “Merhaba Denizci”. Yani beni seven ve hatırlayan dostlarıma yine de güzel ve kalıcı bir şeyler uzatmaya çalışıyorum.

Söyleyeceğim şey sizlere teşekkür etmektir. Ben beni unutmuşken, sizler beni hatırlıyorsunuz. Ne diyebilirim teşekkür etmekten başka. Son olarak da yeni Ustura Kemal albümlerini mutlaka yapacağım. Elimde aylar-yıllar süren büyük emeklerle hazırladığım maceralar arşivlenmiş olarak duruyor. Tabi ki onların öylece küflenip gitmesi artık mazi olmuş Türk Çizgi romancılığı adına üzücü olur, onları mutlaka yayınlayacağım. Çizgi romansız kalmayın. Sevgilerle...

Biz de Türk çizgi roman okurları olarak, hem yıllarca bize yaşattığınız haz için, hem de çizgi diyarının gönül dostları olarak bu keyifli sohbet ve içten cevaplarınız için tekrar teşekkür ediyoruz. Bileğinize, kaleminize, yüreğinize sağlık Rüzgar Baba.

Mustafa PALA

www.cizgidiyari.com

 
Toplam blog
: 35
: 2068
Kayıt tarihi
: 03.09.11
 
 

1970'li yıllarda başlayan yaşam serüvenimde yazmak daima benim için itici bir güç oldu. İstanbul ..