Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ocak '12

 
Kategori
Sinema
 

Rüzgar gibi geçti

Rüzgar gibi geçti
 

TRT iki bölüm halinde RÜZGAR GİBİ GEÇTİ'yi (GONE WITH THE WIND) yayınladı bu hafta sonu.

Yayın saati oldukça geçti, benim gibi gece kuşları dışında pek fazla izleyeni olduğunu sanmıyorum. Ben de tesadüfen rastladım cuma gecesi.

Amerikan Film Enstitüsü'nün Tüm zamanların en iyi filmleri listesinde dördüncü sırada gösterdiği 1939 yılı yapımı RÜZGAR GİBİ GEÇTİ, tüm zamanların da en iyi gişe yapan filmleri listesinde birinci sırada yer alıyor.

Yayınlandığı yılın Oscar ödüllerine 14 dalda aday olmuş ve 10 dalda ödül kazanmış.

1993 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından, "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde korunmasına karar verilmiş.

İlk kez, genç kızlığa adım attığım dönemde yine TRT'de izlemiştim. Üç buçuk saat süren filmi o zaman tek seferde yayınlamıştı TRT. Çok etkilenmiştim; o zaman henüz ırkçılık, Amerikan Kuzey Güney savaşı gibi şeylerden haberdar olmadığımdan, görüntüler ve maceranın dışında en çok oyunculardı beni etkileyen.

Clark Gable'a anında âşık olmuştum, Vivien Leigh'e kızmıştım, kıskanmıştım.

Aradan yıllar geçtikten sonra tekrar izlediğimde ne çok şeyi atlamış, kaçırmış olduğumu gördüm. Her sahnede, "Aaa, bu böyle miydi? Burada bu mu oluyordu?" diye diye bir hal oldum. Velhasıl, filmi aslında ilk kez izlemiş oldum.

Film, İrlandalı Scarlett O'Hara ile Rhett Butler arasındaki fırtınalı ilişkiyi anlatırken arka fonda Kuzey-Güney savaşnın etkilerini veriyor. Aynı zamanda sinema tarihindeki büyük epik dramlardan biri kabul edilmesine neden olan görüntüler, müzik, esprili diyaloglar da bol bol var filmde.

İlk kez zenci bir oyuncu da Oscar almış, bence sonuna kadar bu ödülü hak etmiş Hattie Mc Daniel. Öyle bir dadı tiplemesi yaratmış ki sanırım hiç gözümün önünden gitmeyecek.

Scarlett'in bir sahnesi var ki onu asla unutmayacağım. Savaş sürerken, daha önce ailesiyle yaşadığı çiftlik olan  TARA'ya geri dönen Scarlett, annesinin öldüğünü, babasının ise aklını kaçırdığını öğrenir. Yiyecek, içecek namına bir şey olmadığı gibi bunları alacak hiç paraları olmadığını da öğrenir. Çiftik evinde süte ihtiyacı olan yeni doğmuş bir bebek, bebeğin hasta annesi, Scarlett'in dadısı, kız kardeşleri ve bir zenci yardımcıları vardır. Bir de yakılıp yıklmış, ekilip beyaz pamuklarla dolmayı bekleyen bir toprak...

Tüm enerjisini yitirmiş, morali dibe vurmuş Scarlett, gece yarısı tarlalarına gidip bakar, elleriyle çorak toprağı eşeler, gözyaşlarıyla ıslattığı topraktan bir parçayı avucuna alır, tüm gücüyle onu sıkar ve havaya kaldırır. "Bir daha asla aç kalmayacağız." der. "Çalmak zorunda da kalsam, cinayet işlemek zorunda da kalsam, bir daha asla aç kalmayacağız." diye bağırır alacakaranlıkta. 

Müthiş bir sahneydi bu ve Scarlett o andan itibaren bambaşka bir Scarlett oldu. Bir daha asla aç kalmadı, ama ne pahasına? Ne büyük bedeller ödeyerek?

Büyük aktör, çocukluk aşkım Clark Gable'nin ruhu şad olsun. Vivien Leigh ve diğer oyuncuların da.                

 
Toplam blog
: 314
: 1210
Kayıt tarihi
: 07.08.11
 
 

Üsküdar İstanbul doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Okumak, yazmak ve seyahat etmeyi çok seviyor..