Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '15

 
Kategori
Öykü
 

Rüzgar

Rüzgar
 

Pencereden bakmakta olan karısına el sallayıp, bahçedeki çiçeğe durmuş ayva ağacına dayalı kürekleri omuzuna vurup çıktı. Ağır adımlarla denize doğru inen sokağı geçip, denize paralel çay bahçelerinin yanından geçen caddeye girdi. Baharın renkleri asırlık çınarların dallarını yeşillemiş, bir insan kalabalığı doldurmuştu altlarını. İlkinin içinden geçip hemen denizin kıyısında bir zamanlar kumsal olan, şimdilerde betona kesmiş yerden balıkçı barınağına doğru yürümeye başladı.

 -Hüseyin balığa mı?

  Sese döndü. El sallayan hoca'nın gülümseyen yüzünü gördü. Memduh Hoca emekli öğretmendi. Orta okuldan onun, yaşıtlarının, sonra onların çocuklarının öğretmeni olmuştu. Kasabanın insanıydı, tanımayanı, sevmeyeni, sözünü dinlemeyeni yok gibiydi. Her zamanki masasında kitabı önünde oturuyordu.

 -Zamanın varsa gel otur, konuşuruz biraz.

  Gülerek döndü Hüseyin. Hukuk Fakültesi ikinci sınıfta eğitimini bırakmış, askere gitmiş, terhis olunca Almanya'ya gidip emekli olana kadar orada çalışmış, bu arada amatör olarak tiyatro oyunculuğu yapmış, futbol oynamış birikimli, renkli bir kişilikti. İyi de balıkçıydı Hüseyin. Anlardı denizin dilinden.

 -Merhaba Hocam, balığa çıkacağım ama, seninle oturacak kadar zaman bulunmaz mı hiç.

  Kürekleri hemen önlerinde uzanan çimlerin üzerine bırakarak sandalyeyi çekip oturdu.

 -Gel bakalım, nasıl gidiyor?

 -Nasıl olsun hocam, hep aynı değişen bir şey yok. Lafın gelişi tabi, her şey o kadar çok değişti ki ayak uydurmak zor artık.

 -Doğrusun, bize zor geliyor. Bir zamanlar sevdiğimiz, değer verdiğimiz, uğruna ömür harcadığımız ne kadar şey varsa adına değişim dedikleri bir kuşatılmışlık altında hırpalanıyor gözlerimizin önünde. Çıkıyor mu bari balık?

- Av yasağı başladı ya, gördüğün koca tekneler yatıyor artık, deniz bize ve oltacılara kaldı kalmasına da, balık var mı dersen; eh işte. Biraz tekir, biraz mezgit alabilirsek ne mutlu. Nafaka çıkar, kaynar tencere.

 -Haklısın be Hüseyin. İzmarite bile hasret kaldık. Hatırlar mısın, şu önümüzdeki beton iskelenin yerinde tahta bir iskele vardı eskiden, oradan bile ne karagözler, ne alyanaklar tutardık.

  Daldı, gözlerinden bir eski, bir mutlu deniz geçti gitti anlığına. Sustu bir süre. Bahar enikonu yerleşmişti ağaçların yapraklarına, çimlere, papatya sarıları, gelincik allarına, domurcuklanan güllere ve sol taraflarında evlerden sonra başlayan zeytinliklere. Yemyeşildi tepeler. Önlerinden bir grup genç parmakları cep telefonlarının tuşlarında kıpır kıpır, gözleri ekranlarında konuşmadan, önlerine bakmadan geçip gittiler.

 -Şu gençleri görüyor musun; içim acıyor onları gördükçe. Okullarını bitirince ne olacak, kaçı üniversiteye girecek, girse bile kaçı bitirip iş bulabilecek. Hiç birisine atadan, babadan gelen bir iş de kalmadı ki başına geçsin.

  Elini sol tarafına sallayarak uzanan görüntüye döndü. Kurbağalıdere sahili boydan boya arkasında iki sıra ev daha, Seyitgazi Tepesi'nin eteğinden tırmanmaya başlamış askeri lojmanlara kadar kişiliksiz bir beton yığını halinde uzanıyordu.

 -Şu gördüğün evlerin olduğu yerler bir zamanlar silme zeytinlikti, bilirsin. İçlerinde bir iki yağhane, bir sardalye konserve atolyesi o kadar. Şimdi betona boğuldu güzelim yerler. Çok yakında insanlar zeytinyağını şişelerde eczane raflarında görürler, ilaç niyetine. Bütün olup bitenin yanında işin kötüsü ahde vefayı, doğaya saygıyı, sevgiyi öldürdük. Sevgiyi... Bir doymak bilmez hırs, bir aç gözlülük uğruna. Ne oldu bizim kalender, alçakgönüllü insanlarımıza. Ver zeytinliği kat karşılığı mütahite, al parayı yat aşağıya. Sonra, canı sıkıldı sustu. Garsona seslendi.

 -Oğlum tazele bizim çayları, soğudular.

  Seçimler yaklaşıyordu. Çaybahçesinin büyük ekran televizyonundan konuşma sesleri geliyordu. Dinleyen yoktu, herkes ya yanındakiyle konuşuyor ya da manzaraya dalmış kafa dinliyordu.

 -Malum, işgaldeydi ya, artık iyice yayılırlar ekranlara. Şu konuşmalara bak ne kadarı hitap ediyor bizlere, bu insanların çoğuna, bu çocuklara, yarınlara. Bozbulanık bir yozlaşma kapladı her yeri. Satmadık ne bıraktılar ülkede, ümitlerini yediler insanların. Çıkmışlar şimdi barıştan bahsediyorlar. Kendisi ile barışık olmayan insanlar nasıl barış sağlayabilirler ki. Şu yüz ifadelerine, gözlerine, el kol hareketlerine, şu buyurgan üstten ifade tarzına, şu kibir kokan söyleme bak; ne kadar uzak barıştan. Ülkenin iki ucunda bu ülke genç insanlarının mezarlarını çoğalttılar. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı şehitliklerinde yan yana yatanlar şimdi ayrı coğrafyalarda birbirinden ayrılar. Bu küçücük kasabanın şehitliğine bir git bak, kaç gencimiz oralardan şehit olarak dönüp gömülmüş şaşarsın. Ülke bölünmüş yol değil ki; yarısıyla barış sağlayabilesin.

Canı sıkıldı sustu. Zaten Hüseyin dinliyordu, uzadı suskunluk. Önlerindeki çaylar soğumuştu gene. Tuhaf, yapışkan, bu mevsimde olmaz bir sıcak çıktı aniden. Tenleri yapış yapış oldu, arttırdı suskunluğu. Martılarda, kuşlarda ani bir hareketlenme oldu, bir ikirciklenme, kediler kaçıştı. Batı ufkunda Biga Körfezi'ne doğru bir bulandı ufuk, geldi toprak rengi bir sis oturdu. Fırın kapaği açılmışcasına bir sıcak soluk gibi, bir sıcak hava akımı geldi vurdu sahilde insanların yüzüne.

 -Canını sıkmadım ya Hüseyin, dolmuşum biraz. Dertleşecek kimse de yok. Çıkacak mısın, bir tuhaf görünüyor hava. Batı patlayacak gibi.

 -Olur mu hocam, sıkmak ne kelime. Fazla uzağa gitmeyeceğim. Uzatmayı her zamanki voli yerine serer dönerim.

 -Haydi rastgele, ben de kalkacağım.

  Kürekleri omuzladı. Marinada bağlı teknesi Rüzgar'ın baş ipini çözüp atladı. Çıpayı çekip, motoru çalıştırıp tornistan iki tekne arasından çıkıp, yarım iskele dönüşüyle pruvayı Tavşanlı Ada arka ucuna doğrultup tam gaza geçti, uzaklaştı. Teknenin hızından yüzüne vuran serinliği yok eden sıcak bir esinti çıktı, hava bozbulanık karardı iyice. Yıllardır denizde olduğundan havayı da denizi de bilir, değişikliklerini anlardı. Görmediği bir durum vardı, batı patlayacak herhalde diye düşündü. Batı fırtınası körfezi tam açıklığına, korunaksız yerinden vurduğu için korkardı balıkçılar. Rüzgar birden çok şiddetlendi. Denizin mavi seteni yırtılır gibi oldu. Yakında çapari ve oltadaki tekneler kaçıştılar aceleyle. Tam voli yerine gelmişti iyice patladı fırtına. Bir anda başlayan göz gözü görmez bir sağanak ve batıdan doğru köpüklenip yuvarlanarak gelen deniz olanca hızıyla tekneye çarptı. Tavşanlı çakarı dalgaların altında kayboldu. İri dalgalar olanca hızıyla gelip kıyılara vuruyor, daha sönüklenmeye fırsat bulamadan ikinci dalgayla karşılaşıp havaya köpükten bir sütun olarak yükseliyordu.

  Tam bir daire çizip dalgayı arkadan alıp döndü. Dalga ve yağmur sesinden neredeyse rüzgarın sesi işitilmez olmuştu. Yükselip olanca hızıyla suya vuran pruva bodoslamasının iki yanında yükselen sular ve yağmur altınada iliklerine kadar ıslanmıştı. Yükselip alçaldıça tekne, sahilin köpükler altında silikleşen görüntüsü de yükselip alçalıyordu. İyi bir denizciydi ama ürperdi bir an, ne kadar uzaktayım diye düşündü. Bir endişe karartısı geçti gözlerinden...

  Kadın akşam yemeğini yapmış sofrayı hazırlıyordu. Bir anda çıkan rüzgar balkon kapısını olanca hızıyla arkasına çarptı. Tabak kadının elinden düştü, un ufak olup dağıldı. Yağmur rüzgarla birlikte girdi oturma odasının içine...

 

  Akın YAZICI

18 Nisan 2015/İzmit

 -

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..