Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Nisan '18

 
Kategori
Dünya
 

S. Arabistan Çarşafı-Başörtüsünü Yasaklamaya Doğru mu Gidiyor?

S. Arabistan Çarşafı-Başörtüsünü Yasaklamaya Doğru mu Gidiyor?
 

Sinemada kadın-erkek bir arada film izleyebilecekler


ABD Başkanı Donalt Trump’ın son bir hafta içinde Suriye’den çekilme/çekilmeme konusunda yaptığı açıklamalar kafa karıştırdı.

Trump’ın Suriye’den yakın zamanda çekileceklerine ilişkin medyada 30 Mart 2018 tarihinde yer alan açıklamaları[1] öncelikle ABD yetkililerince doğrulanmadı.

Akabinde bundan yaklaşık 10 gün sonra gelen açıklama daha garipti. Trump, Suriye’den çekilmelerini istemiyorsa Suudi Arabistan’ın bunun parasını vermesi gerektiğini[2] ifade ediyordu.

Açıklamalar genellikle tebessümle geçiştirildi. Trump’ın ne demek istediği üzerinde pek kafa yorulmadı.

ABD askerlerinin S. Arabistan’ın isteği doğrultusunda ve bedeli mukabilinde Suriye’de kalmakta olduğu anlaşılır gibi oldu da, bunun sebeb-i hikmeti üzerinde durulmadı.

Eldeki sınırlı veriler ışığında bu sorunun yanıtını kendi kendimize arama çabasına girdik.

ABD’nin Suriye’de kalma ısrarının IŞİD karşıtı mücadeleyi sonuna kadar sürdürmek olduğu yönünde pek çok açıklaması vardı.

S. Arabistan ve Katar tarafından parası verilerek peydah olunan IŞİD’in, geçen süre zarfında gelinen aşamada bu kez artık yok edilmesinin S. Arabistan’ın yeni tercihi olabileceği ve ABD askerlerine Suriye’de kalmaları karşılığında verildiği Trump tarafından açık edilen paranın bu amaç için sarf ediliyor olma ihtimali, nazarımızda ağırlık kazandı.

IŞİD vahşetinin ve buna kaynaklık eden Vahhabi öğretisinin S. Arabistan yönetimince bertaraf edilmesi gereken en büyük tehlike olarak kabul görmeye başlamış olabileceği düşüncesine vardık.

Bu fikirde S. Arabistan’ın batılı müttefikleriyle ve hatta aynı süreç içinde git gide yakınlaştığı İsrail’le ortaklaştığına da kanaat getirdik.

Ve bu yönde pek çok işaret bulunduğunun Dünya kamuoyunca her an daha fazla idrak edildiğini düşünür olduk.

Peki, neden böyle olabilirdi?

Vardığımız kanaat, kadını yok sayan, Dünya’da git gide daha da yalnızlaşan baskıcı ve otoriter uygulamaların biriktirdiği gerilimin, nüfusunun yarısı kadınlardan ve kadın-erkek hatırlıca bir kısmı da Şiilerden oluşan Ülke toplumunda gelecekte karşı konulamaz bir sosyal patlamaya yol açabileceği gerçeğinin artık daha fazla görmezden gelinmemesi gerektiğinin yönetim kademelerince kabulü şeklinde oldu.

Açılımlar önlem amaçlı olmalıydı. Bizdeki yaygın deyimle, kırmızı kitapçıklarındaki tehdit önceliği değişmiş olmalıydı. Bu gelişme biraz bizde FETÖ tehlikesinin öncelikli tehdit olarak algılanmaya ve Devlet’in bu doğrultuda harekete geçmiş olmasına da benzetilebilinir.

İhvan örgütü bağlamında benzer yaklaşımların Mısır ve Suriye'de kabul görmeye başladığı da gözlenmektedir.

Ve Suudi Arabistan yaşamı pratiğiğnde karşılaşmaya başladığımız radikal değişimin İslam aleminde hiçbir reaksiyon doğurmuyor olması da bir başka dikkat çekici husustur.

Geçen yıl yaklaşık bu zamanlar Donald Trump eşiyle birlikte S. Arabistan’a bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyarette Bayan Trump alışılageldiğinin aksine S. Arabistan toprakları içinde başını kapatmadan, saçlarını örtmeden, bırakın çarşafı, nezaketen başının üzerine eğreti şekilde konmuş bir başörütü kullanma numarasına dahi kaçmadan, Suudi Kral Selman bin Abdülaziz’in huzurunda[3] boy gösterdi.

Ve bayan Trump iki gün sonraki Vatikan ziyaretinde ise başını örtmeyi tercih edebiliyordu.[4]

Bundan yaklaşık bir ay önce İngiltere Başbakanı bayan May’ın tutumu[5] da aynıydı.

Tavır, dünya medyasında geniş yankı buldu ancak herhangi bir tepki doğurmadı.

Bu elbet alışılageldik bir tavır değildi. Bilinmekteydi ki, devlet adamı eşleri ya S. Arabistan’a gitmemeli ya da gidiyorlarsa, başlarını kapatmalıydılar.

Bundan yaklaşık iki yıl önce, 2015 Ocak sonlarında gerçekleştirilen Obama ailesi ziyaretinde bayan Obama’nın başörtüsü kullanmamasının yol açtığı tartışmalar[6] henüz unutulmamıştı.

Suudi Arabistan sınırları içinde kadınların başlarını örtmeden bulunabilmelerinin bundan on yıl önce süper güçlerin kadınlarına özgü bir imtiyaz olduğu[7] kabul görmekteydi.

Bu kez yine süper güçlerin kadınlarını benzer pozisyonlarda görüyorduk ancak bir farkla ki, bu kez bir kabullenilme durumunun dikkat çekiciliği de gözlerden kaçmıyordu.

Çünkü artık bu günlerde Suudi Arabistan’da kadınlara bakış açısında radikal değişiklikler göze çarpıyordu.

Suudi Arabistan’lı kadınlar internet teknolojisinin sunduğu olanaklardan yararlanarak taleplerini her geçen gün daha çok gündeme taşımaya başladılar. Ve rüyalarında görseler hayra yoramayacakları bir hızla açılımların mevcut yönetimce birer birer gerçekleştirilmeye başladığına tanık oldular. 2015’ten itibaren hızla kadınların yerel yönetimlerde seçme ve seçilme hakkına kavuşmaları, araç ve motosiklek kullanma haklarına kavuşmaları, stadyumlarda futbol maçları izlemelerine izin verilmesi, 25 yaşından büyük kadınların Ülkeyi yanlarında erkek yakınarı olmadan ziyaret edebilmelerine olanak sağlanması, kara çarşaf ve peçe giyme zorunluluklarının kaldırılması,[8] kadınların erkeklerle bir arada sinemaya gidebilme hakkına kavuşmaları[9], Kâbe İmamı’nın da katıldığı 4 bin kişilik iskambil turnuvası[10], kadınların askerliğe kabulü, kadınlar için maraton organizasyonu.... gibi hamleler baş döndürüyordu.

Suudi Arabistan’da kadın yaşamına dönük yeniliklerin gündeme getirmesi gereken bazı soruların siyasal İslamcı çevrelerde ve bizim ülkemizde islami kesimlerde gündem olmaması da bir başka dikkat çekici husustu.

Öyle ya, kara çarşaf serbestisi ve kadına dönük bugün terk edilmeye başlanan diğer kısıtlayıcı uygulamalardan, ya yeni girilen yoldakilerin ya da terk edilmekte olanlarının dinsel yönüne dair bir açıklamasının olması gerekmez mi? Dünkü uygulama mı, yoksa bugünkü mü İslam dini açısından daha geçerliydi veya geçersizdi… Bu konu sanki böyle bir tartışmayı gerektirmiyormuş gibi bir suskunluk var.

Neden kimse, geçmişteki uygulamanın dinen geçersiz olduğunu ve fakat buna rağmen bu konuda sessiz kalınmış olduğunu veya bugünkü uygulamanın dinen geçersiz olduğunu ve buna rağmen yine sessiz kalındığını, veya bu her iki sorunun tam tersi bakış açısının kaynaklık etmesi gereken bir itirazın veya savununun dillendirilmediğini, ortadaki sessizliğin sebebini… açıklamıyor?

Nerede o her konuda bir sürü fetva veren koca koca din alimleri, kurumları, hocaları, profesörleri, siyasetçileri?

Niçin, ne içeride ve ne de dışarıda, kimse tek kelime açıklama yapma ihtiyacı duymuyor?

Çünkü artık herkes biliyor ki, günümüz dünyasında, çağımızda, bu yüzyılda, bu binyılda, bu türden  kimsenin kimseyi alt edemeyeceği, kimsenin kimseyi kandıramayacağı, boş konuşmalarla, geçersiz vaazlarla başa çıkılamayacak bir başka yaşam gerçeği, karşımızda kaya gibi duruyor.

Akıl ve bilim…

Bugün  her türlü dinsel taassup, artık karşı konulamaz bir şekilde yerini akla ve bilime terk etmektedir. İnsanlığın bugün geldiği aşamada din insanların, kutsal kitaplarının ışığında, akıllarında, vicdanlarında, gönüllerinde kendileri ile Allah arasında müdahale edilemez, dokunulamaz bir yüce duygu ve bilinç olarak yerini almaktadır. Bu idrakte aracı şarlatanlığın, ruhban sınıflarının yeri yoktur.

Yazımızın başlığındaki ironinin gerçekliği elbet yoktur. Ancak gelişmelerin seyri her an çok büyük şaşkınlıklara yol açabilecek başka pek çok sürprize de gebedir.

Ve İslam alemi her geçen gün Atatürk’ün eşsiz öngörüsünün ve dehasının İslam’ı gerçekte nasıl özgür ve egemen kıldığını hayranlıkla, şükranla ve minnetle tekrar tekrar duyumsamakta, özümsemekte ve benimsemektedir. Işıklar içinde uyusun…

Kenan IŞIK



 
Toplam blog
: 432
: 2964
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

Mülkiye mezunuyum. Emekli müfettişim. Ankara'da yaşıyorum. S'oligarşi isimli kitabı yazdım. Kitap..