Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '09

 
Kategori
Öykü
 

Saadet

Saadet
 

Sıkıcı ve yorucu bir günün ardından atölyeden çıkmış, kafasında türlü düşüncelerle o iğreti dolmuş durağına doğru hızlı adımlarla ilerliyordu Saadet.
Hava soğuktu, yağmur ise yağacaktı ama adeta naz yapıyordu.
Bir anda gök yüzünde bir aydınlık belirdi.
Şimşek çakıyordu ama yağmur yoktu.
Kafasını önüne eğmiş ve etrafına dahi bakmıyordu Saadet. Hiç sevmiyordu o durağı. Çalıştığı atölyeyi de sevmiyordu, atölyenin bulunduğu iş hanını da sevmiyordu.
Hepsinden nefret ediyordu. Hele hele o öğle yemeklerini yedikleri lokantaya ne demeliydi?
O pis yemekleri yemek niyetine önlerine getirmiyorlar mıydı, iyice sinir oluyordu.

İşte gelmişti dolmuş durağına.
Başladı beklemeye.
Gelen dolmuşlar sıkış sıkıştı.
Kimisi hiç durmuyordu, kimisi ise yolcu indiriyor ve tekrar ayakta yolcu alıyordu. Kapıları açık olan dolmuşlara insanlar adeta akın ediyordu.
Akşam saatlerinden sırf bu yüzden nefret ediyordu Saadet.
Sabahları aynı rezalet evin biraz yakınındaki dolmuş durağında yaşanıyordu.
Günün belki de en güzel anı, makinenin başından kalkıp o atölyeyi terk etmekti.

Birden irkildi ve kendisini toplayarak gelen dolmuşlara gözünü dikmeye başladı.
Nafileydi.
Kendi kendisine “Sevmiyorum işte, zorla değil ya” diye söylenmeye başladı.
Hava da bir hayli soğuktu ve yağmurda başlamıştı.
“Bekle bakalım şimdi boş gelecek olan bir dolmuşu” diye içinden geçirdi.
Gelen dolmuşların hepside doluydu, insanlar dolmuşların içerisinde balık istifi olmuşlardı.

Üzülüyordu.
Sıkıntısını içine atıyordu.
Sıkıntısından dudaklarını yiyordu.
Birden önünde bir dolmuş durdu ve önünde duran dolmuşa bir hamle yaptı ve kendisine ayakta oldukça da iyi bir pozisyon da yer buldu.
Hemen önündeki genç çocuğa gözü takıldı ve genç çocuk gözlerini kaçırdı Saadet’ten.
Yer vermek istemiyordu.
Saadet içinden “Çok umurumdaydı” diye geçirdi ve etrafını seyretmeye başladı.
Dolmuş Demirciler Çarşısından geçip, Ayrancıya doğru ilerlemeye başladı.
Sıkışmış ve ilerlemeyen bir trafik vardı. Yürümüyordu kahrolası trafik ve dolmuşta ayakta durmak çok sıkıcı geliyordu Saadet’e ve her gün tam da bu yerde tıkanan yola içinden lanet okuyordu.
Ama yapacak bir şey yoktu.
Kendisini toparladı ve etrafını seyre daldı.
Dolmuş o sıkışık trafik içerisinde ağır aksak yürüyordu.

Saadet konfeksiyon atölyesinde çalışan bir işçiydi. Usta makineciydi. Bayrampaşa’nın o iğreti hanlarındaki konfeksiyon atölyelerinde çalışmıştı hep.
Nefret ediyordu yaptığı işten. Sıkılıyordu. Ama çalışmak zorundaydı. Başka çaresi yoktu.
Kardeşi Ali Osman ile yaşlı annesine bakmak zorundaydı.
Esenlerin Atışalanı denen bir yerlerinde oturuyordu ve bu yerde oturmak Saadet’e Çin işkencesi gibi geliyordu.
Sokaklarında yürümek bir dertti. Her yan çamur deryası, her yan gecekondu mezbeleliğine dönmüştü. Çöpler toplanmaz, her yan pislik kokardı bu yerlerde.
Evleri gecekonduydu Saadetlerin. Kiralamışlardı ve ayda 400 TL kira ödüyordu.
“Evde eve benzese” diye içinden geçirdi Saadet.
Her ayın başında ev sahibi geliyor, kirasını alıyor ve dönüp arkasını, çekip gidiyordu.
En çok da bu eve verdiği kiraya içerliyordu.
Bir tane odası vardı ve hep birlikte oturdukları bir de güya salon denen bir odası vardı.
Salon da annesi ile kardeşi yatıyor, kendisi ise o tek oda da yatıyordu.
Belki de hayatta en çok sevdiği yer orasıydı.
Kendisini derme çatma evin, o odasında, daha bir özgür hissediyordu Saadet.
Banyosu ve tuvaleti birdi, kırık, dökük bir de mutfağı vardı.

Saadet türlü düşünceler içerisindeyken dolmuş Dörtyol’a gelmişti bile.
Dörtyol’da duran dolmuştan Saadet aşağıya indi ve hemen karşıya geçerek o her zaman alış veriş yaptığı tuhafiyeye doğru yürüdü.
O saatte arabaların bitip tükenmeyen sesleri, kornaları ve keşmekeşi daha bir yoğun oluyordu.
Tuhafiyeye doğru yürürken, her zaman önünden geçtiği erkek kuaföründeki o kalfa çocuğa dönüp baktı.
Yakışıklı buluyordu çocuğu ama hepsi o kadardı.
İki yıldır bu kuaförde çalışıyordu çocuk.
Adını bile bilmiyordu çocuğun.
Uzun boylu, fiziği düzgün bir çocuktu ama solgun bir yüzü vardı.
Saadet tuhafiyeye girdi ve dört numara bir çift şişle, yirmi ikilik bir tığ istedi.
Tuhafiyenin sahibi olan orta yaşlı kadın Saadet’e istediklerini verdi ve Saadet hemen yan tarafta bulunan kuruyemişçiye girip iki yüz elli gramlık çekirdek aldıktan sonra hızlı adımlarla tekrar dolmuş durağına geldi ve bekleyen bir dolmuşa binip, boşalmış olan koltuklardan birisine oturdu.
Bir an önce eve gitmeyi o denli çok istiyordu ki.
Yorgundu ve bitkindi.
Üşüme de başlamıştı, içten içe titriyordu.
Kendi kendisine “Her halde hastalanacağım” diye düşündü.

Dolmuş Atışalanı’na gelmişti ve Saadet evlerinin yakınındaki duraktan inip, biraz ilerideki çamurlu yola saparak bir süre yürüdü.
Etrafına bakmıyor ve kafası önde evine doğru ilerliyordu.
“Acaba annem yemek yaptı mı?” diye içinden geçirdi.
“Keşke güzel bir kuru fasulye yapmış olsa” diye düşündü.
Sabah kahvaltısından beri bir şey yememişti.
Öğle yemeklerini yedikleri lokantanın yemekleri bir rezaletti ve çok zorunlu kalmadıkça öğle yemeklerini yemiyordu.
Evlerinin bulunduğu sokakta bir süre yürüdü.
Vakitte hayli geç olmuştu.
Sokaktaki dükkanlar ağır ağır kapanıyordu
“Neden bu evde sokağın sonundaki?” diye içinden geçirdi.
Eve yaklaştığında paçaları çamurdan görünmüyordu.
Evin kapısına yanaştı ve kapıya usulca vurup, ayakkabılarının bağını çözmeye başladı.
Bir an için pantolonunun paçalarına gözü takıldı ve yine usulca “lanet olsun” dedi.
Annesi kapıyı açmıştı ve Saadet kendisini içeriye attı.
Doğruca banyoya gidip, elini, yüzünü yıkadıktan sonra odasına geçti ve pantolonunu çıkarıp yatak ucunda duran eşofmanı giyerek salona geri döndü.
“Oh” diye içinden geçirdi.
Salon nede sıcaktı. Tam orta yerde kurulu olan odun sobası gürül gürül yanıyordu.
Ellerini sobaya tutarak ısıtmaya başladı.
Diğer bir köşede kardeşi Ali Osman ders yapmaya çalışıyordu kendi halinde.
Annesi masayı kurdu ve hep birlikte masaya oturdular.
Mercimek çorbası ve makarna yapmıştı annesi.
“Keşke kuru fasulye olsaydı” diye içinde geçirdi.
Hızla yemeğini yedikten sonra “hastayım anne” dedi Saadet.
Annesi
“Neyin var?” diye sordu.
“Bilmiyorum, herhalde grip oldum, üşüyorum” dedi Saadet.
“O zaman hemen yat sen” diye karşılık verdi annesi.

Saadet yemekten sonra hemen odasına gitti ve yatağına girdi.
Sabaha kadar bir damla uyku girmedi gözüne.
Gecenin ilerleyen saatlerinde ateşi de çıkmıştı ve annesi sabaha kadar başından ayrılmadı Saadet’in.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..