Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '10

 
Kategori
Öykü
 

Saat gökyüzüne yaklaşıyor

Saat gökyüzüne yaklaşıyor
 

ayArsız şiir kitabı,Ekim,2007


Kurtuluş Parkı... Havuz kenarı ve havuzda yüzen balıklar... Bir bankta oturuyorum.


Yoksulluk sınırının altında kalan babamın emekli maaşının yetersizliği ve hükümet tarafından emeklilerin hâlâ fazla maaş alıyormuş muamelesi görmeleri yüzünden sinirle yere tükürüyorum. Simsiyah bir tükürük yere düşüyor, düşerken yayılmaya başlıyor: Önce ayaklarımın altındaki yeri karartıyor, ardından karartı yükselmeye başlıyor ve topuklarımı, dizlerimi kaplıyor. Korku ve heyecanla yerimden fırlıyorum. Ama faydasız, karartı da aynı hızla bedenimi kaplıyor. Daha doğrusu bedenim karanlığa gömülüyor. Karanlık yükseliyor, ben alçalıyorum. Yüksek dağ başlarına bakıyorum. Her şey, her taraf karanlığa gömülüyor. Karanlık, günışıklarını ve bulutları yutuyor. Her şey bilinmezliğe bürünüyor. Başlanılan noktaya... Her şeyi başlatan ben değilim, bitiren de ben olmuyorum.


Bunca karanlık. .. Yıllardır içimde ... Bedenim sonsuz bir karanlıkmış meğer. Sonunda kendimi de içine alıp, bir ses, gizemli bir nefes bırakacak. Hiçbir şey de beni ...


Uzaktan kahkahalar duyuluyor. Çok uzağım ... Sancıların oluşumunda icra edilen bir musiki arkamdan geliyor. O ses... Eşlik ediyor musikiye. Başımın etrafında daha da koyulaşarak. .. Ellerimle sesi yakalamak ve susturmak geçiyor içimden. Ellerimi sallıyorum başımın çevresinde. Ellerim iki yana çekilip karanlığa yapışıyor. Kurtulamıyorum ... Bacaklarım iki yana açılıyor sonra. Yukarı çekiliyorum. Asılı kalıyorum karanlık boşluğa. Kıpırdatamadığım kollarım, bacaklarım ... Gırtlarımdan kayıp çıkan, çıkarken ses tellerimi tırmalayan ve karanlığa yapışıp yıldızlaşan lacivert çığlık. .. Gözlerim kuduruyor, sağanak olup saçılıyor yeşile meyyal. Ayaklarımın dibini süslüyor.


Kulaklarımda bir akarsuyun başını dönemeçIere çarpmasından duyduğu acıyla iniltisi asılı kalıyor. O biteviye ses ... Pahalı sevdaların ucuz yaşama işlediği nakışlar. .. Bir genç kızın göz nuruyla bitirdiği vahşet kanaviçesi ... Saçlarımı okşuyor savaş tanrısı. Mitolojiler bedenime yılan gibi sarılıyor. Mitolojilerin ağzı açık, benim kollarım. Acaba yüzüm ne halde şimdi?


Hayali bir dünya kurmalıyım. İmgelerle dolmalı her yanım. Onlarla yaşamalıyım. Nereden başlayacağımı bilsem ... Çocukluğumdan mı, gençliğimden mi yoksa? Ter basıyor. .. Sırılsıklam oluyorum. Ter saçlarımın arasından yüzüme, oradan bedenime, ayaklarıma kadar uzanıyor. Devamlı terlesem; öyle ki, bedenimin tüm suyu çekiIse ve örümcekler tarafından içi boşaltılmış kuru bir kabuk kalmış arı gibi olsam ... Kim bilir. ..


Ayaklarınım altını usturayla kesseydiler. .. Yok, kesmese, derisini yüzseydiler. Terler yaralara hücum etseydi. Belki o acıyla kendime gelirdim. Kendime mi gelirdim? Ben kendimde değil miyim? Ben ... Kendim ... O ses ... O'nun sesi ... Beni çağırıyor. O da benim gibi anlaşılan. Üç adım ötede. O da beni görmüyor. Sesleneyim ... Burada olduğumu anlasın. Belki de korkuyordur.


Olamaz ... Sesim... Sesimi yitirdim. Sesim, gözlerim, kulaklarım ... Ses falan yok sanırım.


Kulaklarım, gözlerim ellerim, ayaklarım ... Her şey ihanet ediyor. Terk ediliyorum ... Azalarım da sahip çıkmıyor bana.


Şimdi anlıyorum; onu yitirmekle başladı her şey. Aralıklı yoklayan unutkanlık da bu azalmanın bir davetlisiydi. Koşuşan bulutlar, donuk bakan güneş, yıldızların yaklaşıp uzaklaşması, ayın şekil değiştirmesi ... Her şey ... Her şey oyunun bir parçası. ..


Sonrasız anlarla kuşatıldım. Sonra ... Sonra ne zaman olacak? Benim gelecek zamanım olmadı ki hiç ... Hep şimdiki zaman, ellerimi süslüyor. Bir gülüşün anatomisini yapan kuşkuya sığınıyorum.


Akarsu gitarına düzen veriyor. Ben sonsuza sallıyorum bakışlarımı. Kurak bir gecenin sancısını yadsıyan yerdeyim hâlâ. Buhran öğretisinin sertifikasını almam gerekti oysa. Suskunun denekleri olan bizler, yaşamın günahlarından sorumluyuz. Bu ceza onun bedeli mi?


Loş umutlar... Çamur düzen... Asılsız umutların monoton uzantısı. .. Ellerim mum titreği, gözlerimin cehennem kuyusu olduğu an... Cehennem nasıl? ... Sizleri çok özledim ... Bilemezsiniz hiçbir zaman ...


Biliyorum, zarardayım ömür kumarında. Sıradan biri olsaydım, çeşme başında bir tas suyu ile serinlediğim ayışığı gözlü kızlar olsaydı. Yanı başımızda ... Sevdalanıp, uğruna dağları delip, çölleri aşsaydım ...


Anımsamıyorum ... Afyon içen orospuların sarkık bakışları dökülen gökyüzünü ... Kuşatıldım uykusuzluğun sığlıklarıyla. Kenar mahalleIere gömülür gibi gömüldüm bu karanlığa. Seni, kendimi, yaptıklarını düşünmekten yorulmuştum. İyi de oldu hani ... Sesler yılan çıyan gibi geliyor. Suratım yüzyılların trajedilerini biriktirip, bu derinin altına gizlemiş. Her gün bir başka ilaha adak sunuyorlar. Anıların değil, geleceğin saldırısına yenik düştüm. Şimdiki zaman soldu ellerimde. Ve böyle kilitlendim karanlığa.


Bir zamanlar gökyüzünün sokulduğu kollarım, şimdi zifirin sancılarıyla bağlı. Cezaya çarptırıldım ... Ortaçağ zindanları doluştu gözlerime. Oysa maviydi gözlerim. Mavi nasıldı? Mavileri unutmuşum. Bu çehremi kuşatan mavi olmasın? Bilmiyorum ... Anımsamıyorum ...


Birileri bileklerime yapışıp sürüklüyorlar beni. Bir bilinmez sanıyım ben. Kafam, gözüm bu başı sonu olmayan duvara sürtünüyor. Yukarı çekiliyorum. Direniyorum gitmemek için. Boşlukta sallanan, yukarı çekilen biri nasıl direnirse ...


Ürperiyorum. Üşüyorum. Kendimi bırakıyorum şu lanetlenmiş zamanın kara deliğine. Çarşaf gibi ... Pürüzsüz bir karanlık ... Çini mürekkebin bir kâğıt üzerine dökülmesi gibi ...


Her şeyi yadsıyasım geliyor. Oysa yadsıyışlarım beni yadsıyor. Kirpiklerim, kaşlarım karaydı benim, ellerim beyaz. Şimdi ellerimi göremiyorum. Göremiyorum uçurum gecelerim beyaz gelinlik giydiği süremleri. Ve onların ad konmamış gizemli musikisini ... Musiki görülmez duyulurdu, değil mi? Ama her şey öylesine karışık ki, neyin duyulup, neyin görüldüğünü ayıramıyorum.


"Silahlı Kuvvetler Saati" TV' de gösterilirdi. Ben televizyonu kapatırdım. Sevmezdim hiçbir saati. Saatler yorar insanı. Bir bekleyiş gizlidir saatlerde. Bitip tükenmek bilmeyen bekleyişler. .. Kaç bekleyenin bekleneni gelmiştir ki şu dünyada. Dünya; sırtlan bakışların aynaya yansıyışı. ..


Artık yükselmiyorum. Sesler yok. Ellerim, ayaklarım yok. Yok, bedenim de ... Birden bire oluşan şu karanlık duygu ve düşüncelerin karanlık yığınları ...


Süreli yayınların zirvesinde, süresiz yayınları soluyorum şimdi. Ciğerlerim genişliyor, genişlerken de bedenim daralıyor. Dayanılmaz acı ve kuşkularla doluyum.


Su sesi ... Irmak sesi ... Şu yeryüzünün güneşi nerede kaldı? Yoksa göz kırpma denilen şey bu mu? Öyleyse bu ne uzun bir göz kırpış ... Ne dersin karanlık?


Sırtımda iki elin varlığını duyuyorum. İtiyorlar. .. Yüzüstü düşüyorum. Yürek kabarması bu olsa gerek. Adlandıramadığım silik mesajlar. ..


Hayret! Düşleyemiyorum, ama anıları yeni baştan görüyorum. O ses, adlandıramadığım, betimleyemediğim o ses ... Rengini de anlatamıyorum. O renkte bir renk yok. Sese çarpıyorum. "Allahaısmarladık" kırılıp bedenime batıyor. Görmedim böyle bir işkence. Duymadım böyle bir sancı. .. Çığlıklarım ayışığına saldırıyor. Çarpıp parçalıyorlar, parçalanıyorlar.


Düşüşüm sürüyor bu bilinmez dehlizde. Rüzgârda savrulan bir yaprak, bir fotoğraf... Bir çırpıda yalçın bir mutluluğa çarpıyor bedenim. Karanlık bir çift göze çarpıp dağılıyor.... Her parçam zifiri yalnızlık ... Suratım bin yıllık bir kahır anıtı. .. Alaca bir yazının çırpınışını andırıyor düşüncelerim.


Düşüyorum. Hiçbir çukura sığmayan şişkin bir eşek ölüsü gibi duyumsuyorum karanlık boşluğu. Çarptığım anılar yıldızlaşmış gözlerimin önünde. Artık acıları bile unutuyorum. Bir sen kalıyorsun ardıç kuşları gibi. Sıçana saldıran yarasa gibi dikiliyorsun yolumun üstüne. Anlayamadığım, anlamak istemediğim sözler söylüyorsun. Her söz bir kurşun olup saplanıyor yüreğine. Yüreğim paramparça. Parçaları nasıl birleştirmeli bilmem ki ... Parçaları birleştirmek ilk halini verir mi?


Yine sen kurtarıyorsun gözlerimi bu karanlık uçurumdan. Merhem oluyor yaralarıma sözlerin.


Sen hem Azrail'im, hem lokman hekimimsin. İyileşti birden bire her yanım.


Düş(l)üyorum... Mıknatıs gibi çekiyorsun beni. Hızlanıyorum gittikçe. Sana tutunmak istiyorum. Ellerine ... Ellerin ustura ... Onlar birer yılana dönüşüp saldırıyorlar. .. Yeniden sızlıyor her yanım. Yüreğime düştü alacakaranlık sözlerin. Benimse suskunluğum masallara abide. Bir anda tereddütler birer kargı gibi saplanıyor bedenime. Oynak zemini andıran tutumun güz süremi sanki, başıma gözüme iniyor. Her tarafım yara bere. Kendimi kaybediyorum (nerede kazanmıştım ki ... ). Karanlıklar da kararıyor, gözlerim de ... Bu düşüşün ne kadar sürdüğünü bilmiyorum. Bu geçen ya da duran zaman ... Zaman iğreti sırıtıyor, göz kırpıyor alaylı bir eda ile.


Sesler geliyor etraftan. Biri:

-Kendine geliyor, diyor.


Yavaşça gözlerimi açıyorum. Bir çift okyanus dalgalanıyor kuşatılmış karalarla. Beyaz önlüklüler yanı başımda. Kalmak, doğrulmak istiyorum, kalkamıyorum. Her yanım kırık. Sargılar içindeyim. Tanrı'm! Bana ne oldu? Demek düş değildi bu yaşananlar. Bu ne biçim gerçek ...


-Bana ne oldu?


-Kimse bilmiyor. Yanında bir sarhoş varmış. Bankta otururken, birden düştüğünü ve bu hale geldiğini söylemiş.Tabii mantıklı bir açıklama değil bu. Sen hiçbir şey anımsamıyor musun?


Şimdi nasıl yanıtlamalı? Gerçeği söylesen "Deli" derler adama. Bir yalan uydurmalı. Parktaki bankta oturan adam nasıl bu hale gelir? En iyisi hiçbir şey anımsamamak ...

- Anımsamıyorum. Çok yorgunum. Her yanım ağrıyor.

Gözlerimi yumuyorum. Kapı kapanışında çıkan o bildik ses dolduruyor yıpranan kulaklarımı.


Bir ihtilal sonrasının sessizliği ... Saat gökyüzüne yaklaşıyor. Dudaklarımda aynı umutsuz çırpınış:

- Tanrı'm! Seni seviyorum.

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..