Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '13

 
Kategori
Yolculuk
 

Sabah el-keir

Sabah el-keir
 

Çadırın içindeyiz. Etrafı bir gaz lambası aydınlatıyor. Bir perde, çadırı iki ayrı odaya bölmüş. Ortada bir soba ve sobanın etrafına oturmuş insanlar var. O insanlardan biri de benim.

Çöl bedevileriyle beraberim. Yaşamları, çarpıcı bir etki bıraktı bende. Şehirlerin dışında, genel yerleşim yerlerinin etrafında, antik kentin çevresinde ve uçsuz bucaksız uzanan çölün içinde çadırlarda yaşıyorlar. Ben çok ziyaret ettim, çöl bedevilerini. Çok misafirperver insanlar. Akşamüzeri, konuk olduğum bir bedevi çadırında gördüğüm manzara şuydu; gaz lambası, toprağın üzerinde bir çul, yakmak için bir kaç dal parçası ve ufak bir sobanın etrafına sokulmuş gülümseyen insanlar. Ve bunca bozulmuşluğun içinde hala bakir ve eskilerden gelen bir yaşam biçimini sürdürüyorlar. Gönlümden gelen bir sevgiyle, dünyadaki bütün bakir kalmış, bozulmamış insanların önünde saygıyla eğiliyorum.

Çayların ardından Nejud kahve yaptı. İçtik. Adına ‘Mırra’ dendiğini o zaman öğrendim. Çok sert bir kahve ve biraz da acı. Vaktiyle tek bir fincandan herkes, birer yudum alarak içermiş. Bu hem insanların arasındaki dostluk duygularını pekiştirmek hem de bir rivayete göre içinde zehir var mı diye kontrol etmek içinmiş. Kahve, zihnimde bu düşünceleri harekete geçirirken bir çay ikramı ile kendime geldim. İkramlar devam ededursun, dikkatim konuşmalardaydı. Aralarında konuşulanları, Arapçanın kulağıma verdiği etkiyi can kulağı ile dinliyorum. Halid'in her cümlesinin sonuna eklediği bir kelime dikkatimden kaçmıyor. Derken Nejud, çocukları uyutmak üzere diğer bölmeye çekiliyor. İçimden bir ses gitme vaktinin geldiğini fısıldıyor. Bir taraftan da burada uyumanın nasıl bir şey olduğu üzerine düşünmeden edemiyorum. Derken Halid, gülümseyerek başının üstünü gösteriyor.

Uyumak üzere uzanıyoruz. Rüzgâr, ara ara esip çadırın içeri bakan tarafını havalandırıyor. Burnuma mis gibi rüzgârın tertemiz kokusu geliyor. Bir taraftan çıtır çıtır yanan odun sesi, gaz lambasının kısık ateşinde oynayan gölgelerin görüntüleri… Uyuyamıyorum. Öyle güzel ki! Nice sonra dalmışım. Derken bir ağlama sesi ile uyandım. Ufaklıklardan biri kalktı. Göz göze geldik. Sonra yakınıma geldi, baktı, baktı. Ve… Yorganı açıp içine girdi. Bana sarılıp uyuduğunda hissettiğim mutluluğu içime sığdıramadım. O uyanmasın diye öylece hiç kıpırdamadan yattım. Sabah sobanın sesiyle uyandığımda Halid, sobaya odun atıyordu. Gülümseyerek ‘sabah el keir’ dedi, ‘sabah el keir’ dedim. Gün doğmadan önce uyanmak... Denir ki gün doğumu ve gün batımı enerjinin en yüksek olduğu iki andır. Ve eski insanlar bunu bilirler, mutlaka gün doğmadan önce uyanırlardı!

Bir bedevi olarak doğmak, bir Çingene, bir köylü ya da bir kentli olarak doğmak! Ne fark eder ki hepimiz ne de olsa farklı şartlanmalar içindeyiz. Kimin özüne daha yakın olduğunu, kimin hangi gizlere yakın, yaşamın sırlarına, doğanın uyumuna daha yakın olduğunu kim bilebilir!

Ne zaman nereye gideceğime ve ne yapacağıma dair bir bilinmezin içinde olmanın tadıyla oradan ayrılırken benden bir parça da onlarla kaldı. Konuşmadan anlaşabilmek ne demek, nedensiz sevmek ne demek; şimdi biliyorum. İçimde hissettiğim bu şeyin ise bir tarifi yok!

Palymra, Suriye, 2008

 

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..