Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sabahı bekleyen insan

Sabahı bekleyen insan
 

http://tokuz.deviantart.com/art/uyku-esit-midir-keyif-52055806


Sabah saat beş. Çalar saat kendisini yırtıyor. Duyuyorum sesi. Duyuyorum ama zihnimden yolladığım uyanma emrine riayet etmiyor hiç bir uzvum. Uyku ağır ama çok ağır bir battaniye gibi üstümü örtmüş ve ben içinden çıkamıyorum. Kundaktaki bir bebek gibiyim. Ellerim kollarım bağlıymış da onları oynatma iradesi bende değilmiş gibi. Saat açlıyor. Alarmın sesi artmasa da ben daha fazla duymaya başlıyorum onu. Uçak kaçacak. Haydi diyorum kendime. Haydi! İtiyorum uykuyu. Ikınıyorum. Uyku karşılık veriyor. Saat çalıyor. Ulan şerefrsiz, dün erken yattığımda neredeydin? Akşam gelmiyorsun, sabah gitmiyorsun. Yedin ömrümü şerefsiz uyku. Göz kapaklarımdaki yüzlerce kilo yük biraz hafifler gibi oluyor. Gözlerimi açabildiğimde saatin gerçekten de çok feci şekilde çaldığını duyuyorum.

"Sus lan sen de" deyip bir tokat çakıyorum saate. Bu saatin dili olsa da yediği dayakları bir anlatsa. Günün en ters olduğum vaktinde, en yapmak istemediğim anlarda beni ayağa kaldırmakla görevli. Zor bir sorumluluk bu. Zor ama başarıyor işte. Bu başarının karşılığı her sabah bir küfür ve bir de tokat oluyor. Yılmıyor şerefsiz, ertesi gün tekrar deniyor. Yahu bir gün de bozul. Bir gün de bana kız da çalma. Bir kere geç kalayım işe hayatımda. İki-üç saat çalayım felekten. Ama hayır. Beyefendi dünyanın tüm horozlarının birleşik iradesine sahip.

Kendimi evden dışarı atmam üç-dört dakika sürüyor. Bu konuda fazlasıyla maharetliyim. Yıllarca geç uyandığımdan oluşan kayıp dakikaları uyandıktan sonra ki şimşek hazırlanma hızıyla telafiye alıştım çünkü.

Sabah beşi beş geçe, karşılarında site sakinini gören güvenlik görevlileri hafiften kendilerine çeki düzen veriyorlar. Benim açımdan kötü bir his. Yani birilerinin beni görünce toparlanma ihtiyacı duymaları. Taksiyi bekliyorum. Bekçilerden bir tanesi beni iplemiyor. Bana sorarsanız doğru yapıyor. Ayağında küçük bir futbol topu var. Topu yokuş yukarı hafifçe vuruyor top yokuşu çıkıyor yedi-sekiz metre kadar, sonrasında yine bekçinin ayağına geliyor. Sonra farkediyorum ki fazlasıyla maharetli ayakları. Sağ dış, sol iç derken, topa istediği ayakla vurup istediği falsoyu verdiriyor ve top yine tam ayağına geliyor..

"Bir pas versene" diyorum. Dönüyor, yerden düm düz geliyor top ve ayağıma yapışıyor. Sanki ayağımda topu çeken bir mıknatıs varmış gibi, öyle geliyor top da buluyor yerini. Ben de bir iki vuruyorum yokuşa doğru ama bekçi kadar başarılı değilim. Sonrasında geri atıyorum topu. "oo" diyor. "Sizde de varmış sağ dış ve sol iç" "Var ama seninkisi gibi kusursuz değil" diyorum. "Ben altı aydır sabaha kadar vuruyorum böyle" diyor. "Yoksa vakit geçmiyor..." "Tespih çekmek gibi mi yani" diyorum. "Yani bir nevi" diyor.

Uzaktan bir yerlerden yaklaşmaktan olan taksinin sesi geliyor. Tam uyanamamışım, biraz kendimi sarhoş gibi hissediyorum. Tam da sarhoşa yakışır şekilde damdan düşme bir soru çakıyorum. "Bekçiler" diyorum, "evleri mi beklerler yoksa sabah olmasını mı?"

Gülüyor, üstüne alınmıyor. Görevini yapmadığı imasında bulunmadığımı, samimi olduğumu farkında. "Bekçiler" diyor, "evlerine gidecekleri vakti beklerler, tıpkı tüm çalışanlar gibi..."

Taksici kibar bir bap yapıyor. "Haydi hayırlı sabahlar diyorum" bekçiye. Çantalarımı alıp taksiye koşuyorum. Yarım saatlik yolda ve dört saatlik uçak yolculuğum boyunca saat çalarken tekme tokat kovduğum, adeta sirttir ettiğim uyku beyi geri çağıracağım ama o asla gelmeyecek. Yine en münasbetsiz anda, eğitimde ya da toplantıda karabasan gibi çökecek üstüme. Belki de o küçük toplardan ben de edinmeliyim bir tane...

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..