Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '14

 
Kategori
Mizah
 

Sadakatsizlik: "Hep Ev Ekmeği Yiye Yiye Bıktım. Biraz Da Çarşı Ekmeği" Diyenlerle Başlar.

Sadakatsizlik: "Hep Ev Ekmeği Yiye Yiye Bıktım. Biraz Da Çarşı Ekmeği" Diyenlerle Başlar.
 

Yorumsuz


 

 

 

         Asırlardır süregelen “sadakat için” fala bakma, çaput yakma, tütsü koklatma, elbisenin ipliklerini  akar suya atmalardan” herkes nasibini ala ala bu günlere gelindi.

        Hafta sonu nasıl olsa evleniyorum diyerek tertiplediği “bekarlığa veda” partisiyle o gece yemediği haltı bırakmayanları da gördük.

        Geçen gün, bir yerlerde okudum. “Sadakatsizliği doğuran sebep,”  bir hormonun eksikliği imiş. Bu, yeni keşfedilmiş Sprey şeklinde burnuna sıkıyorsun. İsmi: “oksitosin” miş. Böylelikle de en  alımlı ve şehevi kadınlardan erkekler, uzak  duruyormuş.

                                                                       İŞTE BEKARET KEMERİ

          Önce bir gurup erkeğe bu hormondan verilmiş. Diğer guruba verilmemiş. İlklerin yanına şuh ve alımlı kadınları yollamışlar. Bunlar, kadınlardan uzak  durmuşlar,  yanaşmamışlar. Diğerleri ise “Gözünün yağını yiyeyim” diyerek askıntılık yaparak devam etmişler: “ “Yiyeyim yavrum seni, yarım kilo kaşarla” “ Kız, hepsi senin mi? “ demeğe başlamışlar. Bu son lafları ben uydurdum. Kimbilir neler dediler. Veya için için, içlerini yediler.

         Sahi söylüyorum. Böyle bir şey okudum. Dostlar alışverişte olsun diye hem sprey sıkıp hem de “Yan cebime koyuver” diyenler, konumuzun dışındadır. Şu an biz burada, ilmi olarak hiçbir vasfımız olmadığı halde,  “mühim” bir operasyondan bahsediyoruz. Lütfen ciddi olalım.

         Sahi, acaba, bu hormon,  erkekleri ne kadar mesafeli tutuyor? Kaç metre, kaç kilometre? Ölçüldü mü? Bunlardan bahis yoktu.

 

          Demek oluyor ki  “sadakatsizliğin panzehiri” de,  böylelikle bulunmuş oluyor. Bir aktara, bir markete, bir bakkala gidip,  “Bana yarım kiloluk ondan ver” de diyemezsiniz. Bir tıp merkezine gitmek lazım her halde. Bakın, bu kadarına kafam çalışıyor yani.

         Sen tut fırtınalı aşklar yaşa. Tufanlar, bora’lar, hortumlar, kasırgaların arasından sıyrıl, aşkın gücü ile yen, onlarla sarmaş dolaş ol. Bu kadar  birlikte ol. Sonra da gel bir avuç içi kadar hormon ilacına düş sonradan. Aşka verilen onca emek.Yandı gülüm keten helvası. Ondan sonra elini kulağının ardına at, söyle bir gazel: “ Düş ben gibi bir aşka, sadakat neymiş de gör” İşte, görüp göreceği rahmet budur insanoğlunun.

         Ama en iyisini Yavuz Sultan söylemiş. Adamları beğenmiyoruz ama, ağızları iyi laf ediyormuş. “Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan, beni bir gözleri ahu’ya zebun etti felek” Adamın Türkçesi de iyiymiş hani. Virgülleri iyi kullanmış. (Blog’cu olabilirdi) Hele hele bir virgül yüzünden bloğu hiç bekletilmezdi.

       Ne demiş Selim? “Aslan kesilen düşmanlar, benim kahredici kuvvetimin karşısında tirtir titreyip perişan olurlarken, beni bir ahu gözlü güzelin aşkıyle perişan etti felek”

Ah ah ah! Şimdi öyle aşklar kaldı mı ki? Hatırlayın bakalım. Vaktiyle sevdiğinize, sevgilinize neler söylediğinizi. Sultan Selimden geri kalmamışınızdır muhakkak. “Senin aşkın, ay gibi parlak, yıl kadar uzundur sevgilim” diye, dediniz mi, demediniz mi? Sorduğumda kabahat zaten. Sanki, yanınızdaymışım gibi?!  Ört ki, ölem !

         Uzun evliliklerin sonunda taraflar, yeni heyecanlar arıyor olmalı ki, bu sadakat, gündemden hiç düşmüyor. Bir çapkın arkadaşım vardı. Sorduklarında:  “ Hep ev ekmeği yiye yiye bıktım. Biraz da çarşı ekmeği” diyordu rahmetli.

.HEM KILIÇ SALLADILAR, HEM DE BOYUNLARINDA ASILI BEKARET KEMERİ ANAHTARLARINA SIKI SIKI SAHİP ÇIKMAK İÇİN, AYRICA SAVAŞ VERDİLER. EN BÜK KORKULARI ANAAHTARI KAYBETEMEKTİ. VEYA ÇALDIRMAKTI. O DEVİRLERDE ÇİLİNGİR DE YOKTU.

         Tarihten de biliyoruz ki, harbe giden eş, karısına bekaret kemeri takarmış. Anahtarını da paspasın altına değil, zincirle boynuna asarmış.  Kendisi yokken şey etmesin diye.

         Sahi bu kemerin bir de anahtarı olmalı değil mi? Anahtarsız kapı mı olurmuş? O da tek olmalı. Herkeste olursa anahtar,   "kilit yalama olur" nerde kaldı sadakatlı beklemek? Değil mi?

         Sahi, diyelim ki adam harpte öldü veya anahtarını kaybetti. Olur a ! Anahtar da tek. O devirlerde çilingirlik, daha icat da olmamış. O zaman n’olcek? O devirlerde gazete çıksaydı: “ Bekaret Kemerimin anahtarını kaybettim. Hükümsüzdür” diyemezdiniz de

         Adam, diyelimki sağ döndü geldi. Sokak kapısı  kilitli olsa dahi, o, bahçe duvarından atlayıp eve girdiğinde, Esas,  "ana kilit"  ile karşılaşacak. Ama nasıl açacak?  Bütün aletleri denese, bir ordan, bir burdan ne soktuysa, eğriliyor, yamuluyor. bükülü bülüveriyor. Olmuyor olmuyor.   Meret bir türlü de açılmıyor. Yandı  yine  keten helvamız.

         En iyisi mi, o hormon. Tak fişi, bitir işi. Ne zayi ilanına gerek var, ne de , onun bunu  getirip de denediği alete.  “El aleme rezil olmak” da var! Te işte o ka!

         Ört ki, ölem !

 

 

 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..