Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

kevser şekercioğlu akın

http://blog.milliyet.com.tr/kevser

13 Nisan '12

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sade bir pazar sabahı

“Sen de benim kadar gerçekleri biliyorsun” şarkısı var radyoda. Ev Pazar sabahının serininde sıcacık. Eşofmanlı bir adam anlatıyor sahip olduğu hayvanlarını. Olası yapılacaklar sıralanıyor. İki bebek yanyana yatmış gülerek dinliyorlar adamı. Adam konuştukça kollar bacaklar sevinçle hızlı-hızlı oynuyorlar. Az sonra değişebilir görüntü. Anlatılan hiç bir şeyin fayda sağlayamadığı, ağlamalı-zırlamalı görüntülere dönüşebilir resim.

Durmadan yedirmeler, alt değiştirmeler, değiştirilen altların anında yeniden kirlenmesi, derin uyuyacak sanılırken gözlerin enerji dolu olarak on dakika içinde açılmaları hep an meselesi şeklinde gelişiyor. Havuz problemi gibi, bir çeşmeden bilmem kaç ton enerji geliyor, bir delikten de aynı oranda enerji kayboluyor. Uykusuzluksa tamamen apayrı bir tez konusu. Yanımdaki adamın varlığı hayata tutunmamı sağlayan sağlam bir ip.

“Gamsız Hayat”ı söylüyor Candan Erçetin, bunu benim için uygun bulmuştu arkadaşlarım Gülsevim Hanım ve Emine zor zamanlarımı yaşadığım dönemlerde. Hayat mı benimle oynamıştı yoksa ben mi hayatı iplememiştim hala anlayamadım yaşadığım o süreci. Süreçleri tamamlamışım yaşadığım hayat boyunca. Sürelerin hangileri kalmış tombala torbamda bilmiyorum. Daha neler görecek gözlerim ya da gözlerimin görme süreleri karanlığa kaç kala?

Artık içim sadece acılara acımıyor güzelliklerle de kanıyor duygularım ya kaybedersem diye. Halbuki biliyorum hiç bir şeyin bana ait olmadığını. Zamanın içinden geçerken refakat ediyoruz sahip olduğumuzu zannettiklerimize sadece ama bazı insanları ya da ortamları kaybetmek her şeyi bilen benliğimize bile ağır geliyor. Kaybedebilme düşüncesi bile içini ürpertiyor insanın.

Adam, o küçük kolların-bacakların bağlı olduğu bedenlerdeki kafalarla konuştukça ısınıyor yüreğim, aynı o küçük suratlar gibi bakışlarım, parlak ve ne söylerse inanmaya hazır. Ağlıyorum, bu bebekleri de koruyamam kendi kendilerinden diye. Koruyamayacağımı bile bile hem de. Öğretilerin-dinletilerin-nasihatlerin-korkutmaların-bağırmaların-yalvarmaların hiç bir işe yaramadığı sadece kaderin kararlarının geçerli olduğunu bilerek de ağlıyor gözlerim, yaşanacaklar-yaşayacakları güzel olsun diye dönüyor dilim sessizce ağzımın içinde. Dualara dönüşüyor kelimelerim.

Babanız uzun ve sağlıkla yaşasın siz hiç baba eksikliği görmeyin, kocalarınız da babanıza benzesin diyorum babalarını öperek. Umarım gönlümdeki ev sahipliğin bitip kiracılığa dönüşmez görüntün diyorum yüksek sesle.

“Endamın Yeter” diye şarkı söylemeye başlıyor Kıraç, evdeki atmosfere uygun olarak. Birbirimize bakıp gülümsüyoruz. Bu şarkıyı bizim şarkımız olarak belirlemişti ruhumun sahibi, endamıma bakıyorum, sadece en görüp berbat hissediyorum kendimi bu halimle. Saçlarım mandalla rast gele toplanmış, üstümde güzel ama mama lekeli bir tişört, eşofmanım yeni ama öylesine duruyor bedenimde. “Bu adam seni hep sevecek” diyor Kıraç, benim kulaklarım sevdiğim adamın sesine kilitli, sözler onun yüreğinden dökülüyormuş gibi dikkatli dinliyorum ezbere bildiğim halde. Bu şarkının sözlerini hiç unutma tamam mı diyorum. Rosenna’nın Mezarı filminden bir isim geliyor aklıma. Sana muhteşem Françeska da gel dese gitme tamam mı bu süreçte diyorum.

Gülüyor sıcacık bakışlarıyla. (Nisan başları 2011, günlükten bir sayfa)

 

 
Toplam blog
: 374
: 869
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

1965 Akçakoca doğumluyum. Evli ve dört kız annesiyim, küçük bir kızın  anneannesiyim. A.Ü. Halkla..