Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Kasım '06

 
Kategori
Felsefe
 

Sadece benciller hayatta kalır ve hayat bencilleşir

Sadece benciller hayatta kalır ve hayat bencilleşir
 

İstanbul’un, insanı en ilkel güdüleriyle davranmaya zorlayan bir yönü de var. Sadece Boğaziçi şıngırtısından, Beyoğlu kozmopolitizminden, Beyazıt mistisizminden ibaret bir şehir değil ne yazık ki... Burada ezilmemek ve hayatta kalabilmek için her an sivri ve keskin dişlerinizi çıkarıp karşınızdakinden daha yırtıcı bir kurt olduğunuzu göstermek zorundasınızdır. Aksi halde her akşam vücudunuzda pençe yaralarıyla dönersiniz evinize; belki dönemezsiniz bile... Özellikle de trafikte... Bu yüzden araba almıyorum ve kullanmıyorum.

Otobüs her akşam iş çıkışı saatinde olduğu gibi tıklım tıklım. Ayaktaki yolcular birbirini ite kaka ayak basacak ya da tutunacak bir yer arıyor. Araç duraklara yanaştığı zaman aşağıda bekleyenler bir kaleyi fethetmeye çalışan kuşatma ordusunun koçbaşı gibi kapılara saldırıyor. Sanki şehirde bir ölüm bulutu dolaşıyor da o otobüs kaçıp kurtulmak için binecekleri son vasıta… Aşağıdakilerin yukarıdakileri sıkıştırmasıyla içerdeki basınç her durakta biraz daha artıyor.

İstanbul’da İETT otobüslerine binenler bilir. Karşılıklı yüz yüze oturulan ikişerli koltuklar vardır. O koltuklardan birinde cam kenarında oturuyorum. Yanımda ve karşımda hepsi benden daha genç, yirmili yaşlarda üç yolcu daha oturuyor. Sağlam görünüyorlar, yani hasta ya da engelli gibi bir halleri yok. Otuzlu yaşlarda, yaşça benden küçük ama onlardan ise büyük, yorgun görünümlü bir kadın hemen yanımızda ayakta duruyor. Daha doğrusu durmaya, bir yerlere tutunmaya, etrafındakiler sıkıştırdıkça ezilip büzülerek temaslardan sakınmaya çalışıyor. Ne kadar zor durumda olduğu her halinden belli.

Bir süre yanımda ve karşımda oturan gençlerden birinin kalkıp yer vermesini bekliyorum. Gözlerinin içine bakıyorum hatta. Ama hiçbirinin oralı olduğu ve olacağı yok. Yer vermek bir yana, özellikle kadının hemen yakınındaki ve içlerindeki en genç olanı, evinde televizyon koltuğunda yayılır gibi bir edayla yaslanıyor arkasına. Kulağında da ucu telefonuna takılı kulaklığı; kimbilir hangi hisli parçayı dinliyor. Sevginin yüceliğinden, iyilikten söz eden bir parça belki de. Kimsenin yer vermeyi aklından bile geçirmediğine emin olunca, aralarında en yaşça en büyüğü ve kadına en uzak noktada oturanı ben olmama rağmen kalkıp koltuğumu ona bırakıyorum. Çünkü öyle bir durumda onunla göz göze gelip de başımı başka yana çevirmem mümkün değil. Belli belirsiz gülümser bir bakışla teşekkür ediyor otururken.

Ben de yorgunum ama çok şükür bacaklarım beni ineceğim durağa ve daha ötesine götürecek kadar güçlü. Hasta değilim buna da şükür. Yaptığım öyle büyük bir fedakârlık da sayılmaz. Topu topu yarım saat yol gideceğiz. Çivili yatak olsa bile dayanırım.

Ayağa kalktıktan sonra kadına yer vermeyen o kulaklıklı gence bakıp düşüncelere dalıyorum. Niçin yer vermedi? Aklından geçirdi de vaz mı geçti? Ayakta dururken harcayacağım enerji bana lazım diye mi düşündü? Ona her zaman önce ve sadece kendini düşünmeyi mi öğrettiler, öğütlediler? Yoksa bu derecede bencillik, en küçük bir fedâkarlıktan dahi kaçınma farkında bile olmadan yaptığı bir şey mi? Kadının yardım isteyen bakışlarına ben niye dayanamadım da o hiç umursamadı? Aslında benim diğergamlığım da sınırsız değil. “Ya o, ya ben” türünden daha zorlu bir seçimle karşı karşıya kalsam büyük ihtimalle ben de bencilce davranacağım.

Korkarım, bencille o kadar bencil olamayan arasındaki mücadelede kazanan hep bencillik olacak. Mesela bir savaş olsa da onunla aynı siperde yan yana savaşmak durumunda kalsak ben kendimle beraber onu da kurtarmayı hatta kendimi feda etmeyi düşünürken o sadece kendini kurtarmanın derdine düşecek. Onun kurtulması için benim ölmem gerekiyorsa bunda hiç tereddüt etmeyecek.

Açıkdenizde bir gemi kazasına uğrayıp gemimiz battıktan sonra ikimiz bir cankurtaran botunda açlıkla yüz yüze gelsek, o hayatta kalabilmek için gerekirse benim etimi yemeyi göze alacak. Ben ise böyle bir şey yapmaktansa açlıktan ölmeyi tercih edeceğim.

Canciğer iki arkadaş olsak da kalabalık bir grupla ölümüne bir kavgaya tutuşsak, ben onu kurtarmak için ölesiye dayak yemeyi göze alacağım, ama beni bırakıp kaçacak.

Ortak bir tabaktaki ilk ve son lokmayı hep o yemek isteyecek ve çoğu zaman da yapacak bunu… Bir ekmeği üleşirken hep büyük parçayı nasıl edip de kendine düşüreceğini düşünecek.

Böylece onun genleri çoğalmayı sürdürecek ama benimki ya tesadüfen yaşayabilecek ya da yok olup gidecek. Yani o hep hayatta kalan olacak. Ancak onun genleri de bir yere kadar sürdürebilecek varlığını. Kendinden daha bencil birine rastlayıncaya kadar…

Böyle böyle gittikçe bencilleşecek tüm hayat.

“Dünya üzerinde yalnızca biz insanlar, bencil genlerin zorbalığına karşı başkaldırabiliyoruz” mu demişti, “Gen Bencildir”in yazarı Richard Dawkins?!..

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..