Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ağustos '09

 
Kategori
Siyaset
 

Sadece Kürtlere değil hepimize barış, demokrasi ve özgürlük...

Sadece Kürtlere değil hepimize barış, demokrasi ve özgürlük...
 

kendi elimizi kesmekten vazgeçelim


Türkiye çelişkiler ve garipliklerle dolu, yaşanması hayli zor fakat bazen akıl almaz derecede heyecanlı ve keyifli bir ülke.

Öyle bir ülke ki dengeler, kavramlar, konumlar baş döndürücü bir biçimde yer değiştirebiliyor.Zaman zaman birbirine tamamen zıt olduğu düşünülen kesimler bir anda kol kola girerek aynı safta yer tutarken, asla ayrılmaz denilen kesimler birden yılların düşmanı gibi karşı saflarda kavgaya tutuştuklarını görebilirsiniz.

Dünün hainleri bir anda bu günün kahramanı olup baş tacı edilirken, dünün kahramanlarının bu gün hain diye darmadağın edildiğini görebilirsiniz.

Türkiye’de bu çelişkilerin bitmesi yakın gelecekte mümkün gözükmüyor.

Çünkü, kabul gören “mihenk taşı” ilkeler değil, güç kavgası ve gücü elinde bulundurma veya kaybetme pozisyonu…

Şimdi Mehmet Yılmaz’ın yazdıklarını birlikte düşünelim:“Dünyanın en hızlı trenlerinden birinin içindeyim. Paris’ten Brüksel’e saatte 300 km hızla gidiyorum. Bir yolcu uçağının yerden havalanma hızında ilerleyen Trenin içinde İngilizce, Fransızca, Japonca, Almanca anonslar yapılıyor. Herkes sakin sakin kahvesini içiyor.İçinde bulunduğumuz durumun « saçmalığının » farkında değil mi kimse ?

Birinci ve ikinci dünya savaşının “savaşan milletleri” dedelerinin cesetlerinin üzerinden tıkır tıkır geçiyorlar, hem de dedesini gaz odalarında yakan, ninesini öldüren, birbirlerine atom bombaları atan şahısların torunları şimdi düşmanla kol kola…

Düşman milletler kendi başlarına bu tren gibi pahalı projeleri gerçekleştiremezlerdi. Zaten ulusal sınırlar Ortadoğu’daki gibi duvarlaşsaydı hızlı trenler bir işe de yaramazdı.

Avrupa’yı bir uçtan diğerine kuşatan demiryolları, petrol ve doğal gaz hatları sadece kâr değil barış da getiriyor.

Oysa yine Avrupalıların dedeleri ki bundan sadece 60 yıl önce aynı coğrafyada yaşamalarına, aynı dine inanmalarına rağmen sırf farklı dilleri konuştukları için birbirlerini öldürmek zorunda bırakılmışlardı.

Şimdi üzeri şehirlerle, tarlalarla örtülü bu topraklara bakıyorum. Kilometrelerce uzayan siperler milyonlarca Alman, Fransız, Belçikalı ve nice Avrupalıya mezar olmuştu..

Tıpkı Çanakkale savaşında olduğu gibi bir kaç metre ilerlemek için bir kaç bin insanın hayatı feda ediliyordu… Bazen bir kaç saat içinde! Neredeyse her metre kareye bir bomba ve binlerce mermi düşmüştü.

Aynı vahşet ikinci dünya savaşında da tekrar etti. Katliamlar, yerle bir edilen şehirler, açlıktan esirleri yiyen Japon askerleri ve Hiroşima-Nagazaki ile doruk noktasına erişen yıkım! “

Avrupalıların birbirleriyle savaşları tarihin en vahşi en kanlı savaşlarıdır.100 yıl savaşları, mezhep savaşları, 1. ve 2. Dünya Savaşları saymakla bitmeyen cinayetleri, zulümleri….

Bütün bu acılar unutulabilir mi?

Hatırlamak için dünya savaşlarına katılan milletlerin bu kini sürdürmesi gerekiyor muydu?

Süleyman Nazif (1870-1927) Batarya ile Ateş adlı kitabında şöyle diyor:“Benim dinim kinimdir… Irkına, vatanına, tarihine ihanet etmiş olan insanların ve milletlerin hiçbirini unutma Türkoğlu! Unutma ve affetme!”<ı>

Tamam unutmayacağız ama “Kin tutma” fiili “yâd etmek-hatırlamak” anlamına gelmiyor ki…

En kindarımız olan şahıs en vatanseverimiz mi oluyor yani?

Bir katili affetmek de öldürülen yakınımızı unutmak, cinayete ortak olmak katil karşısında yenilmek, katilin zaferini ve haklılığını tescil etmek anlamına gelmiyor.

Gerçekten de Avrupa halkları ve Japonya onca yıkım ve on milyonlarca ölümden sonra daha “kansız” mücadele yollarını ve birlikte çalışmanın, üretmenin kolaylığını keşfettiler.

Şurası bir gerçek ki pekala bir Avrupalı, bir Japon bir Türk kadar savaşçı olabilir.

Ama artık kaybedecek çok şeyleri var, savaşın barıştan daha ucuz ve karlı olduğunu, savaşın sefalet ve yıkım barışın zenginlik ve refah yarattığını sağcı, solcu, kapitalist, sosyalist, Hıristiyan, Budist, ateist herkes anlamış, siyasî renk fark etmiyor.

Ya Türkiye’deki terör?

Koşullar farklı olsa da, devlet antidemokratik uygulamaları ile PKK terörü iç içe geçse de bu bela yıllardır bir “savaş makinesi” gibi işliyor.

Savaş makinesi malum “Bir ucundan insan koyuyoruz, diğer ucundan tabutlar çıkıyor.”

Savaşın esas ürünü “Tabut içindeki evlatlarımız” ama yan ürün olarak da “kin ve nefret” elde ediyorsunuz.

Türkiye’yi seven herkesin bu makineyi durdurmak için gayret göstermesi gerekmez mi?

Ama Türkiye’de isterKürt Açılımı” denilsin ister “Demokratik Açılım” deyin devletimizin her alanda evrensel insan hak ve özgürlüklerine saygılı, demokratik bir hukuk devleti olması için yapısal değişiklik açılımı amacıyla ilerleyen barış çabaları birilerini rahatsız ediyor.

“Eyvah! Barış ve demokrasi gelirse AKP’nin ve/veya DTP’nin oyları artabilir! Gelecek seçimlerde milletvekili seçilmezsem yandım!” diyorlar.

Onlar istiyorlar ki Türkler ve Kürtler sırf bu yüzden, sırf etnik farklar yüzünden birbirlerini öldürsün. İstiyorlar ki yine mezarlar kazılsın, tabutlar çakılsın, kefenler dikilsin. O siyasetçiler de meydanlarda nutuk atsın: “Şehitlerimizin kanlarıııı! Analarımızın göz yaşlarıııı…”

O siyasetçiler çatışmalardan, kavgalardan besleniyorlar. Türk kanı, Kürt kanı, fark etmiyor. Başka türlü siyaset yapmayı bilemiyorlar çünkü.

Türkiye evrensel ölçülerde bir demokratik hukuk devleti olursa istismar edecek neyimiz kalacak ki?

O zaman bu kadar çok parti bu kadar çok genel başkan ortalıkta kalamayacak ki?

O zaman “İrtica hortluyor” diye, “Din elden gidiyor” diye, “Vatan bölünüyor”, “Ülke satılıyor” diye kaç tane oy alınabilinecek ki?

Sonra, savaş ekonomisinden zengin olanlar var barışa karşı çıkıyorlar..

Barışı istemeyenlerin hepimizin elini kolunu bağlayan gerekçeleri var:”Açılım vatanımızı böler..Bayrak da din de elden gider!Şehitler ne olacak, Katilleri af mı edeceğiz?”

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda işgal günlerinin bütün işbirlikçilerini, elinde çiçek işgalcileri karşılayanları, işgalcilere yol gösterip birlikte cinayetler tecavüzler yağmalamalar yapanları, cepheden kaçanları, eşkıyaları, hırsızları bütün suçlular zaten çoğu yurtdışına kaçmış olan ve birkaç tane de idam mahkumu 150 kişi hariç –ki onlarda 15 yıl sonra affedildiler ve yaşayanların çoğu Türkiye’ye geri döndü- herkesi affetmedik mi?

Türkiye demokratikleşmeyerek baskıcı ve temel insan hak ve özgürlüklerini güvenlik gerekçeleri ile tanımayan, tam anlamıyla bir hukuk devleti olmadan yoluna devam edebilir mi?

Barış mı “bölünme” ile sonuçlanır yoksa mevcut savaş ortamının devamı mı?

Barışı isteyenler mi bir Kürt Devletinin yolunu açıyor yoksa barışa karşı çıkanlar mı?

Türkiye’nin 81 ilinde aynı oranda barış , huzur, asayiş ve güven ortamını sağlamaya çalışmak mı ihanet yoksa bu çabayı hedefleyenlere karşı halkı kışkırtmak, engel koymak mı ihanet?

Farklı dilleri, dinleri, felsefeleri benimseyen, değişik insani özelliklere sahip olan bireylerin ve insan topluluklarının hak ve özgürlük sahibi özneler olarak, farklılıklarını çatışma sebebi ve birbirini yok etme gerekçesi olarak kullanmadan “barış” içinde “bir arada” yaşatabilmenin yolunu yöntemini araştırmak Türkiye dışında başka hangi ülkede “ihanet” olarak tanımlanır?

Barışı istememek acaba “Nasıl olsa Güneydoğu üretmiyor, ülke gelirlerine katkısı yok, aksine batı bölgesinin gelirleri oraya aktarılarak o bölgeye bakıyoruz, ülkeye yük öyleyse ayrılıp gitsinler” düşüncesinden dolayı mıdır?

Barış için uğraşanlar üreten, birlikte yaşayan, sisteme entegre olmuş bir Güneydoğu oluşturabilmek kaygısı mıdır?

Üstelik “barış” ve “huzur”a sadece Güneydoğunun ihtiyacı yok ki…

Türkiye’de devletin vatandaşlarına karşı yaklaşımındaki kusurlardan ve yanlışlardan sadece Kürtler zarar görüp, incinip mağdur olmadı ki…

Çarpık laiklik anlayışı yüzünden ülkemizde Müslümanlar az mı incindi, az mı mağdur edildiler ve hala inanç özgürlüğü ihlalleri devam etmiyor mu sanıyorsunuz?

Diyarbakır Cezaevinde Kürtlere işkence yapıldı da aynı ünlerde Mamak Cezaevinde veya Balıkesir Cezaevinde Türkler, Çerkesler, Lazlar… bir eli yağda bir eli balda mı yaşadılar?

Ülkemizin 7 Bölgemizdeki 81 ilin tamamında barışa, huzura, demokrasiye, hukuk devletine, evrensel insan hak ve özgürlüklerine ihtiyacımız var…

Güneydoğu’daki savaşın devamını isteyince diğer bütün bölgelerimizdeki vatandaşlarımızın barış ve huzur ortamında, adil ve demokrat bir hukuk devletinde yaşama hakkına da karşı çıkmış olunmuyor mu?

Bir toplumda “barış” ve “huzur”un hakim olabilmesi için her kime karşı olursa olsun bütün hak ve özgürlük ihlallerinin ortadan kaldırılması gerekir.

Sözü özü şudur:Ülkesinin içinde bütün vatandaşlar için gerekli olan barışa karşı çıkan haindir…

İnsanları anadilinden dolayı mağdur etmek, itip, dışlamak sadece onlara karşı değil bütün insanlığa yapılan bir kötülüktür.Hatta Allah’a isyandır; çünkü dilleri yaratan ve kullarına “Sizi tanışıp anlaşasınız diye farklı farklı yarattım” diyen Allah’tır.

Türkiye’mizin kurucusu Atatürk “Yurtta Barış Cihanda Barış” diyerek Türkiye’nin hedef ve misyonunu ortaya koymuştur.

Sadece Kürtlere değil her bir vatandaşımıza adalet, hukuk, demokrasi, hak ve özgürlük gerekli ve zorunludur..

Türkiye bölünmeden, büyüyerek ve zenginleşerek varlığına devam etmek istiyorsa “Kürt” ve “İslam” problemini çözmek, iç barışını sağlamak ve her vatandaşına karşı adil olmak zorundadır.

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..