Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '07

 
Kategori
Mizah
 

Saftirik Neriman

Mahkeme salonundakiler gülsün mü ağlasın mı şaşırmışlardı.

Katibe utandığından yüzü kıpkırmızı kesilmiş, başı önde, hakim ne dediyse çarçabuk yazıyordu. Arada bir başını kaldırıp anlatan kızın yüzüne bakıyor, sonra yeniden başını eğiyordu.

Mübaşir konuşulanlar dışarıdan duyulmasın diye kapıyı kapatmış, kendisi içerde kalmıştı. İlgilenmiyormuş gibi yapıp, her şeyi en ince detayına varana kadar dinliyordu.

Güvenliği sağlayan jandarmalar ise gülmemek için dudaklarını ısırıyordu.

Savcı ne diyeceğini şaşırmıştı.

Hakim ise şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı.
Sadece ;

- Anlat kızım. Devam et kızım. Daha başka ne oldu? gibi sözcükler çıkıyordu, dudaklarının arasından.


Kızın yaşı on yediydi. Güzel sayılırdı. Orta boylu, balık eti, saçları omuzlarından dökülmüştü. Gözleri yeşildi. Zaten en dikkat çekici yanı da gözleriydi.

Tipik bir köylü kızıydı ama giydirilip, bakım yapılsa onlarca şehir kızlarına fark atardı.

Tek sorunu kafadan biraz eksikliği vardı. Çocukken geçirdiği bir hastalık nedeniyle, olayları geç kavrıyor, yapılan davranışlara normal karşılık veremiyordu.

Hastalık geçirdiğini bilmeyenler onu ‘saftirik’ biri diye niteliyordu.

Yaşadıkları kasabanın kenar mahallelerinden birinde, gecekonduya benzer bir evleri vardı.

Çok çocuklu bir ailenin kızıydı. Babası bir ay çalışsa üç ay boş gezerdi. Annesi zaman zaman evlere temizliğe gider, tarlada ırgatlık yapar, ya da lokantalarda bulaşık yıkardı.

Babası da bazen işsiz olan oğullarını yanına alır, tarlada çapaya giderdi.

Diğer kardeşleri gibi kendisi de ilkokulu zar zor bitirebilmişti. Evde sürekli para kavgası yaşanırdı.

En büyük ablası ise bir şoföre kaçmıştı. Onun küçüğü olan ağabeyi de bir yıl önce çalışmak için İstanbul’a gitmiş, bir daha haber alamamışlardı.

Bu karambol içinde nasıl büyüdüğü, çocukluktan nasıl çıktığı pek fark edilmeyen Neriman da mahallenin gençlerinin sarkıntılık ettiği kızların başında geliyordu.

Saftirik olduğu için herkesin davranışını iyi niyetle karşılıyor, zarar gelir mi gelmez mi diye düşünemiyordu.

Onun bu halinden yaşlı, genç her erkek yararlanmaya çalışıyordu. Tabi ki bu fırsatı yakalayanlar da vardı.

İşte bu yüzdendir ki Neriman, annesi ve babasıyla birlikte mahkemedeydi.

Davacı, Neriman’ın babasıydı.

Mahalle esnafının kızına tecavüz ettiğini ileri sürüyordu.

Suçlanan 9 kişi arasında muhtar da vardı. Diğerleri hadi neyse de torun sahibi muhtarın böyle bir davranışla suçlanması değil mahallenin, tüm kasabanın konusu olmuştu.

Şikayet dilekçesinin mahkemeye verilmesinden sonra, tek tek yakalanan sanıklar, savcının isteği üzerine tutuklanarak cezaevine konulmuşlardı.

Hiç biri isnat edilen suçu kabul etmiyor, kendilerine iftira atıldığını söylüyorlardı.

O gün sanıklar, tutuklandıklarından sonra ilk kez hakim önüne çıkıyorlardı.

Hepsi Neriman’a ve ailesine öfkeyle bakıyordu.

Mahallenin, fırıncısı, fotoğrafçısı, berberi, bakkalı, manavı, sütçüsü, bisiklet tamircisi, dolmuşçu ve muhtarı, iki sıra halinde saf tutmuşlardı yargıcın önünde.

Arka sıralarda ise sanıkların ailesi ile mahalleden meraklılar vardı. Bir köşede de tanıklarla avukatlar...

Gazeteciler hepsinin fotoğrafını çekmişti.

Neriman, artist gibi onlara poz veriyor, arada bir gülümsüyordu. Sanki tiyatro oyunundaydı.

O kadar olayı o yaşamamış, o kadar şey kendi başından geçmemiş gibi bir davranış içindeydi.

Anlattıkça anlatıyor, anlattıkça saflığının cezasını nasıl gördüğünü gözler önüne seriyordu.

Yanı başında duran annesiyle, babasından hiç çekinmiyordu. Hatta arada bir annesine dönüp;

- Ben sana ‘Hepsini anlatırım dediydim, değil mi’ diyerek, intikam alıyormuş gibi davranıyordu...

Bazı kelimeleri, bölgesel şiveye uygun olarak kullanıyor, bu davranışı da onun saflığına saflık katıyordu.

Bir ara susar gibi oldu.

Ağlıyordu. Gözyaşını elinin tersiyle sildi.

Hakim, baba gibi konuştu;

- Anlat kızım anlat, ağlamanın sırası değil. Zaten ağlasan da sızlasan da iş işten geçmiş, dedi.

- Ne anlatayım hakim amca, dedi, kız. Hepsi aynı şeyi yaptı. Biri az, biri çok ama hep aynı şeyleri yaptılar.

Ama en çok da bu fotoğrafçı olacak adam yaptı. Hem de canımı acıtarak.

- Nasıl yaptı peki? Anlat da ona göre cezasını verelim. Hem anlatmazsan adamın suçlu mu, suçsuz mu olduğunu nereden bileceğiz?

- Nasıl suçlu olmaz hakim amca? Onun yüzünden bir hafta rahat oturamadım.

- Oturamadın mı?

- Oturamadım tabi. Her yanına gidişimde beni arka odaya geçiriyor ve aynı şeyi yapıyordu.

- Peki sen istemiyordun da, neden gidiyordun? Hem bir değil, iki değil, tam sekiz defa gitmişsin.

- Ben kendi isteğimle mi gittim sanki. Yaşım on beşi geçtiği için nüfus cüzdanıma fotoğraf yapıştıracaktık, fotoğraf çektirmiştim. Sekiz tane fotoğrafı tek tek verdi. Her gittiğimde birini veriyordu.

‘Neden tek tek veriyorsun?’ diye sorduğumda da, ‘Güzel çıkasın diye birer birer basıyorum, zaman alıyor’ diyordu.

En son gittiğimde de, ‘İki gün sonra gel fişini vereyim’ dediydi de, gitmedim. Hem ben fişi ne yapacağım ki, değil mi.

- Peki, bu berber de yaptı mı?

- Yaptı tabi. Yapmaz olur mu?

- O ne zaman yaptı?

- Komşunun oğlunun düğünü vardı. Saçımı yaptırmak için gitmiştim, işte o zaman.

- Fotoğrafçıdan önce mi, sonra mı yaptı?

- Sonra yaptı.

- Ya ötekiler?

- Hangisini soruyorsun hakim amca? Fırıncıyı mı, muhtar dedeyi mi. Yoksa ötekileri mi?

- Fırıncıdan başla hepsini teker teker anlat.

Yargıç karşısında safta duran esnaftan fotoğrafçıyla berber sırayı savmıştı. Neriman fırıncıya gözlerini dikip, anlatmaya başladı;

- Annem ‘ekmek al gel’, dediydi. Gittim. Fırıncı arka tarafta, büyük kazanda hamur yoğuruyordu. Beni yanına çağırdı. Konuşurken, benden yardım istedi, ellerimi hamura sokup, yumruklamamı söyledi.

Ben ellerimi hamura sokunca, o arka tarafıma geçip, eteğimi kaldırdı. Ellerim hamurluydu karşı koyamadım.

- Kaç defa yaptı?

- Her ekmek almaya gittiğimde yaptı.

- Devamlı sen mi ekmek alıyordun eve?

- Hayır, annem beni cuma günleri gönderiyordu. Diğer günler kendisi gidiyordu.

- Neden?

- Bilmiyorum. Bana, fırına giderken, ‘fırıncının hamurunu da yoğur. Ekmek parasını ödeşelim’ diyordu. Ben de fırıncının hamurunu yumruklayıp, sertleştiriyordum.

- Ekmek parası vermiyor muydun?

- Hamur yoğurmasına yardım ettiğim için istemiyordu.

Hakim başını hafif hafif salladı. Fırıncıya kaşlarını çatıp, dik dik baktı. Fırıncı başını önüne eğdi. Hakim, kızın annesine de sert bir bakış attıktan sonra fırıncıya sordu;

- Doğru mu kızın anlattıkları. Ekmek parası almıyor muydun?

- Yoksul oldukları için istemiyordum hakim bey. Annesi ‘Paramız olunca veririz’ demişti. Zaten hamur yoğurma işini de kendisi isteyerek yapıyordu. Bana da ses çıkarmayınca...

Sözünü yarım kesmişti. Yani alan razı veren razı demek istiyordu.

Bu sırada kız araya girdi;

- Nasıl ses çıkarayım ki hakim amca. Kollarım dirseklerime kadar hamurun içindeydi. Neredeyse kocaman kazana düşecek gibi oluyordum.

Hakim;

- Tamam kızım tamam, dedi, azarlar gibi. Anlayacağın herkes bir yolunu bulmuş. Sen bir de muhtarı anlat. O da mı aynı şeyi yaptı?

- O da aynısını yaptı hakim amca.

- Nasıl yani? Bu deden yaşındaki adam da mı aynı davrandı?

- Evet hem yaptı, hem vermedi.

- Neyi vermedi?

- İkamet mi nedir, işte o kağıttan vermedi.

- Onu almak için mi gittin yanına.

- Evet. Vereceğim deyip, arka odaya çağırdı beni. Sonra kucağına oturttu.

Bu sırada muhtar girdi araya. Yaşı yetmişe merdiven dayamıştı. Salavat getirip, konuştu.

- Tövbe de kızım, tövbe de! Yalan söylüyorsun, çarpılacaksın şimdi. Benim gibi torun sahibi, yaşlı başlı insana iftira atmaya utanmıyor musun?

- Neden yalan söylüyormuşum? Yalan falan değil. Sen değil miydin, beni arka odaya götürüp, perdeleri kapatıp, kucağına oturtan? Hem de kaç defa yaptın. Göğüslerimi de sıktın.

Muhtar, devamlı, ‘tövbe’ çekip, duruyordu.

Hakim, muhtarın tövbe çekişine öfkelendi;

- Kes şu tövbe çekmeyi muhtar! Kız yalan mı söylüyor burada şimdi?

- Yalan söylüyor hakim bey. Ben bu yaşta, bu kızı nasıl yaparım? Tövbe estağfurullah!...

Kız araya girdi;

- O zaman öyle demiyordun ama. ‘Seni görünce dimdik oluyorum’ diyen sen değil miydin sanki?

- Muhtar, başını eğdi, tövbelere devam ediyordu.

Hakim, kızı daha fazla konuşturmadı. Anlattıkları hep aynıydı.

Mahalle esnafı kızın saflığından yararlanıp, ters ilişkide bulunmuştu. Ortada kızlık bozma falan da yoktu. Ve hepsi kızın isteyerek kendileriyle birlikte olduğunu söylüyordu.

Hakim son kez kıza sordu.

- Söyle bakalım şimdi, bu adamlardan davacı mısın? Davacı olursan hepsini hapse atacağım. Ama iyi düşün.

Neriman hiç düşünmeden cevap verdi;

- Yok hakim amca yok. Ben davacı falan değilim. Hem neden davacı olacak mışım ki? Hepsi çok iyi adamlar. Zaten bunlar hep annemin başının altından çıktı. Asıl siz onu atın hapse.

- Yani bu adamlardan davacı değil misin?

- ‘Değilim’, dedim ya hakim amca.

- Peki öyleyse, günah benden gitti.

Hakim katibeye dönüp,

‘Yaz kızım’ diyerek, kararını verdi.

- Tutuklu sanıkların....

 
Toplam blog
: 121
: 1472
Kayıt tarihi
: 23.08.07
 
 

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü mezunuyum. 28 yıllık g..