Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '07

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Sağa çektim , bekliyorum 2. bölüm

Sağa çektim , bekliyorum 2. bölüm
 

İlkokul öğretmeni kopyaya çok kızardı. Bir kez sınavda kopya çeken bir arkadaşını sınıfın ortasında evire çevire dövmüş, hatta bacağını kanatmıştı. Kopya kötüydü, çekmemeliydi. Hiç çekmedi de. Son sınıfta ilkokullar arası bilgi yarışmasına katıldılar. Final yarışmasında öğretmeni yanlarına yanaştı ve "Şöyle bir soru gelecek, cevabı da şu" diye fısıldadı. Duymazdan geldi. Kopya kötü değil miydi? Öğretmen kendilerini deniyordu herhalde. Yarışma sonrasında öğretmen "Beni niye dinlemediniz? Size cevabı söyledim. Ya yarışmayı kaybetseydiniz?" diye bağırınca, kafası iyice karıştı. Bir gün birisi ?Bunlar kamera şakasıydı? diyecek diye bekliyordu. Ama ya değilse?

Bir de kafasındaki çelişkileri tutabilseydi! Anlaşılan, onları kendi kendine ve kendince çözmesi gerekecekti. Yapabilirse?

Susmak çok iyiydi aslında. Zaten ilkokulda öğretmenleri hep "Susun! Çok konuşmayın bakayım!" derdi. Ama lisede öğretmenler "Niye aval aval bakıyorsunuz, derse katılın biraz, sizin gibi koyunlar yüzünden bu millet geri kaldı!" deyince, sessiz ve uslu olma konusunda da çelişkide kaldı.

Büyümeseydi keşke. Hep küçük bir çocuk olarak kalsa ne iyi olurdu. Zaten genellikle odasında tek başına oyuncaklarıyla oynamasına, onlarla konuşmasına, annesi ?Hâlâ çocuk gibisin? diye tepki gösteriyordu.

Ergenliğe girdiğinde garip şeyler yaşamaya başladı. Öteden beri bildiği bedeninde o güne dek bilmediği şeyler oluyordu. Ama kimseye soramadı. Kimse de, ne olup bittiğini ona doğru düzgün anlatmadı. Ayıp deyip sustular. "Kızların şeyi var mı?" sorusunun cevabını bile arkadaşlarıyla başbaşa verip üç ayda öğrenebildi. Yine o dönemde öğrendiğini sandığı bir yığın şeyi düzeltmesi yıllarını alacaktı.

Zaten kızlardan yana başı dertteydi hep. Çıktığı bir kız olmadığı için arkadaşları kendisiyle alay ediyorlardı. Üzülüyordu. Neredeyse sırf bu alaylardan kurtulmak için, hoşlandığı bir kızı gözüne kestirdi. Ders aralarında onunla konuşmaya başladı. Hatta ona âşık oldu bile denilebilirdi. Ama bu kez de âşık olmasıyla alay edildi. İnsanlar neden böyleydi ki?

Bir gün teneffüste hoşlandığı kıza ?Seni seviyorum? demek geldi içinden. Dedi de. Ama kız ağlamaya başladı. Hatta kendisini öğretmene şikayet etti. Tabii ki, dayak yedi öğretmenden. Çok üzülmüştü. Durumu düzeltmek için kızın yanına gitti, özür diledi ve ?Tamam, seni sevmiyorum? dedi. Ama kız buna da ağladı. Yine şikayet edildi, yine dayak yedi, yine anlayamadı neler olup bittiğini. Şu kızlar da garipti doğrusu.

Okul dışındaki kızlara yöneldi ilgisi. Yaşça büyük, tecrübeli abilerle gezmeye başladı. Çok şey öğrenebilirdi onlardan. Öğrendi de. Caddelerde gezip, gelen geçen kızlara laf atmaya başladı. "Üf abi, şu kıza bak, çok güzel." "Hakkaten Hüseyin, ne kız bee? Sana bakıyo oğlum, asıl şuna." "Yok abi şu gelene asılayım. Baksana o daha hoş. Değil mi Ali abi?" Değildi maalesef. ?Daha hoş? deyip laf attığı kız, Ali abisinin kızkardeşiydi. Birkaç küfürle paçayı kurtardı. Sahipsiz kızlara asılmak iyiydi, sahipliler ise bacımız olurdu. Ama sahipsiz dediklerimiz de bizim gibi birilerinin ablası yahut kardeşi değil miydi? Acaba şu an ablasına kim nerede laf atıyordu?

İğrendi bu çifte standarttan. Çözemedikçe çözülüyordu.

Çok fazla kızla çıkmak makbuldü arkadaş çevresinde. Popüler bir delikanlının fazla kız arkadaşı olmalıydı. Ama kızların erkeklerle fazla çıkmaları iyi değildi, ?kaşar? damgası yerlerdi. Peki o zaman erkekler kiminle çıkacaktı ki? Meselâ kendisinin kız arkadaşlarıyla gezmesi anne babasının hoşuna gitmişti. Ama ablasının bir erkekle çıkması evdekilerin en büyük korkusu idi. Kendisine bir kız telefon edince ?aslan oğlum? diyen bakışlar gezinirdi üzerinde. Ama ablasını bir erkek ararsa evde kıyamet kopardı.

?Bu tutarsızlıklar beni deli edecek? diyordu içinden. Sonunu hissetmişti sanki.

Kur?ân okumanın ve ondaki emirlere uymanın çok güzel olduğunu öğrenmişti lise yıllarında. Anne babası Kur?ân okumazlardı, ama ?Okumak lazım, iyidir? derlerdi. ?Okumak lazım, iyidir? derler, ama okumazlardı. Normaldi artık bu çelişkiler; pek üstünde durmadı. O okudu, etkilendi. Namaza başladı. Kızlarla mesafeli olması gerektiğini de öğrenmişti. Kız arkadaşlarıyla samimiyetini azalttı. Bira içmez oldu. TV izlemedi, sohbetlere gitti. Bir gün anne babasını fısır fısır konuşurken gördü. O akşam babası onu karşısına alıp konuşmaya başladı. Bir problem olduğunu anlamıştı. Bir problem olmasa babası onunla konuşmazdı çünkü; ancak bir problem varsa konuşurdu. Sonunda babası dilinin altındaki baklayı çıkardı: "Evladım, aşırı gitme. Namazını da kıl, gereğinde bara, pavyona da git. Kur?ân da oku, kızlarla gezip içki de iç. Dengeli yaşa." "Nerede yazıyor bu denge baba?" diye sordu. Babası sinirlenip "İşte burada yazıyor" dedi ve avucunu gösterip yanağına okkalı bir tokat yapıştırdı. Ağlamıyordu artık. Etkileniyormuş gibi yapmaya çalışıyordu. Ama direnci zayıflamıştı. Kur?ân?ı da, namazı da bıraktı.

Evlerinde televizyon hep açık dururdu. Bazen açık-saçık programlar olurdu. Spiker ?Şok, Şok! Şu rezilliğe bakın!? diye ekranı inletirken bir yandan da o rezillikler en ayrıntılı biçimde gösterilirdi. Babası da hem onları seyreder, hem de "Tövbe, tövbe! Başımıza taş yağacak; şunların yaptıklarına bakın" derdi. Hüseyin "Baba, başka kanala geçelim" deyince de, "Biraz bakalım canım, meraktan izliyorum zaten, neler olup bitiyor bilmek lazım" diye cevap verirdi. Babasının bakışlarında merak denilemeyecek garip bir pırıltı olurdu oysa. Hüseyin farkındaydı bunun.

Lise son sınıfta siyasetle ilgilenmek ama aşırı gitmemek gerektiğini öğrendi; nasıl olacaksa? Ve haber programlarını izlemeye, gazetelerdeki köşe yazılarını okumaya başladı. Birçok şey öğrendi; özellikle dış politika konusunda. Batılı olmak lazımdı. Batılılar bizden üstündü. Yok hayır, biz en üstündük. Sadece, biraz geri kalmıştık. Ama en güçlü, en akıllı bizdik. Bu millet adam olmazdı. Biz Batılıları seviyorduk, ama onlar bizi sevmiyordu. Onlar bizi sevmediği için biz de onları sevmiyorduk. Ama onlar gibi olmalıydık yine de. Sevmeliydiler bizi, biz onları sevmesek de.

Hele Yunanlılar bize iyice düşmandılar. Biz de onlardan nefret ederdik. Hep savaşmış, hep yenmiştik onları. Ama aslında kardeştik. Bazen bizden korktukları söylenirdi. Sinirlendiriyordu bu bizi. Bizden neden korkuyorlardı ki? Fazla sinirlenirsek canlarına okurduk onların. Korkmasınlardı bizden.

Araplar ise zaten oldum olası bizi sevmezlerdi. Biz de onları hiç sevmezdik. Ama onlar bizi neden sevmiyordu ki? Biz onları hep sevmiş, hep iyilik yapmış değil miydik? Oysa onlar bize hep kötülük yapmak istiyorlardı. Bizi sevmeleri lazımdı. Ama bizim onları sevmememiz lazımdı.

Zihni iyice dağılmaya başlamıştı. İçine kapanmaya başladı. Odasından çıkmamaya başladı. Hayallerle avundu. Hayallerinde herşey netti, kontrolü altındaydı. En iyisi buydu galiba. Ama annesi neden ona garip garip bakmaya başlamıştı ki?

Askere gitmeden önce bir işe girip çalışmak istedi. Birkaç yere başvurdu. Torpilliler yüzünden ilk başvurduğu yere alınmadı. Babası öfkelendi. "Bu torpil yüzünden memleket batacak" dedi. Bir hafta sonra ikinci başvurduğu yer için torpil bulunca sevindiler. Başkası lehine olunca kötüydü torpil. Ama, biz yapınca iyi oluyordu.

İşyerinde bir kıza âşık oldu. Tutunacak bir dal arıyordu bu çalkantılar arasında. Her şey bozulmuştu, o kız tertemizdi. Onunla hayatı sihirli bir değnek değmişçesine değişecekti. O da Hüseyin?i sevecekti mutlaka, hatta seviyordu galiba. Zaten geçen gün işyerinde sudan bir sebepten bağırmıştı ona; tıpkı küçükken annesinin yaptığı gibi. Seviyordu kesin, ama tutucu bir aileden geldiği için bunu pek belli etmiyordu. Özellikle sessiz, mazbut bir kız oluşundan hoşlanmıştı onun.

Ama yaz gelince son hayal kırıklığını yaşadı. Sevdiği kız bazen kısacık etekler giyiyordu. Otururken de, görünmesin diye eteğini habire çekiştiriyordu. Niye kısa giyiyordu ki o zaman? Uzun giyse rahat ederdi. Dayanamayıp bunu söyledi bir gün. Kız utançla karışık gülümsedi, ama giyimini değiştirmedi. Sonra bir gün onun yazın plajda bikiniyle dolaşıp erkek arkadaşlarıyla denize girdiğini öğrendi. "Nasıl yani???"

Karşımda oturmuş kendi kendine konuşup gülen bu delikanlı, aslında kendince kurtuluşu seçmişti anlaşılan. Çocukluğundan beri bu hayatı, bu insanları çözememiş, doğru bir pusula, tutarlı bir rehber bulamamış, çifte standartların, yaman çelişkilerin çekiştirmesine daha fazla dayanamamış ve huzuru ancak gerçeği reddederek bulmuştu işte. Bu kuralsız trafik, üstüne gelenler, arkadan sıkıştıranlar, yol isteyenler, küfredenler yüzünden, hayat yolculuğunda sağa çekmişti. Bekliyordu.


SON

 
Toplam blog
: 22
: 866
Kayıt tarihi
: 06.06.07
 
 

Tesadüf eseri bu siteyi buldum, çok da memnun oldum. Sanırım ben daha çok okumak için burdayım, a..