Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '07

 
Kategori
Ruh Sağlığı
 

Sağa çektim, bekliyorum.

Sağa çektim, bekliyorum.
 

Şizofreni, zihin bölünmesi anlamına gelen bir hastalıktır. Biyolojik ve genetik faktörlerin yanısıra, özellikle eğitimde tutarsızlık, verilen çelişkili mesajlar yahut belirsiz, anlamsız, korkutucu olaylar ruhsal dünyada bir parçalanmaya yol açabiliyor, bu da sonunda gerçeklerden tamamen kopmayı ve bir hayal dünyasında yaşamayı netice verebiliyordu.

Bu delikanlı o noktaya gelene dek neler yasamıştı kimbilir? "Ben iyiyim doktor ağabey, ben iyiyim, hiçbir şeyim yok. Sağa çektim, bekliyorum."Böyle demişti delikanlı , daha odaya ilk girişinde.Onsekiz yaşındaydı şizofreni hastasıydı. Gözlerinde hayalet görmüşcesine bir korku ile hiçbir şey görmüyormuş gibi boş bir bakış yer değiştiriyordu. Çocuk gibiydi tavırları. Büyümeyi reddetmiş, zamanı geri çevirip küçük bir çocuğun o problemsiz, saf dünyasına dönmüştü sanki.Artık mücadeleyi bırakmış, dış dünyaya kapılarını kapatmış.Kendisine ait bilinmez bir dünyadaydı.Neyi neden yaptığını , ne zaman ne yapacagını kestiremiyordu ailesi.İnsanlardan kaçıyor, bazen kendi kendine birşeyler konuşup gülüyordu.Ama, gariptir, halinden memnun gorunuyordu. Ve yerli yersiz ayni sozu tekrarlayıp duruyordu:"İyiyim ben, iyiyim. Sağa çektim bekliyorum."

Çocuklugundan ilk hatırladığı , babasından yediği bir tokattı.Oyundan eve biraz geç gelmiş , evdekiler onu cok merak etmişlerdi. "Geldim işte, sevinin" dercesine masum bir neşeyle yüzüne baktığı babasının öfke dolu bakışları , yediği tokat esnasında gördüğü yıldızlara karışmıştı .. Neye sinirlenmişti babası, bilemedi. çok korktu ve yatağına gidip ağladı. Babasının -asabi- olduğunu, bazen işten gergin geldiğini, o yuzden ufak şeylere sinirlendiğini, -aslında iyi bir insan olduğunu zamanla annesinden öğrenmişti. İyi de, kendisinin ne kabahati vardi ki? Hem babası -Sizin icin çalısıyorum, ablanın ve senin geleceginiz için yoruluyorum -demiyormuydu?Bizim için çalışıp yorulduğu ve sinirleri bozulduğu için bizi dövmesi nasıl işti?Bizden intikam mı alıyordu yoksa? Nedenki? Bazen -aslan oğlum, akıllı oğlum- derdi babası kendisine, bazen de -salak, haylaz! -Ne zaman nasıl tepki alacağını bilemiyor, güvensizlik içini kemiriyordu.Babasına bile güvenemeyecekse, bu dünyada kime güvenebilirdiki? Annesi, babasının aksine, çok şefkatliydi. Bir o kadar da evhamlı. Devamlı peşinde dolaşır, -Hasta olacaksın- der, baska sey demezdi. Bu ağır ilgiden boğulacak gibi oluyordu bazen. Ama seviyordu
kendisini ve dövmüyordu ya; yetebilirdi bu. Bu sevgi uğruna bazen kişiliğini feda etmesi gerekiyordu ama, olsundu.Hep sevildiğini bilmek güven vericiydi zira. Ama hayır;malesef her zaman sevmiyordu annesi onu , Uslu olduğu zamanlarda geçerliydi bu sevgi. Şartlı bir sevgiydi yani. Annesinin hoşlanmadığı birşey yaptığında - seni doğuracağıma taş doğursaydım -sözünü sık duydu. Bir gün dayanamayıp "Acaba benim gerçek anne-babam siz değil misiniz ?" sorusunu sorduğunda annesi öfkeli gözlerle -Saçmalama salak ! - diye bağırdı. Bu cevap acaba ne anlama geliyordu? Bazen annesiyle babası kavga ederlerdi. Daha doğrusu , öyle hissediyordu. İçeriden bağırışlar gelir, yanlarına gidince susarlardı. Birşey yokmuş gibi davranırlardı. Ama evde birkaç gün sessiz bir gerginlik olurdu. İçini dağlardı bu gergin dönemler. Neydi problem, anlayamadı hiç.Neden anlatmazlardı ki ? Problem varsa söylesinler, yoksa güzel güzel sohbet etsinlerdi. Böylesi daha mı iyiydi sanki? Suratsız bir çocuk olmuştu artık... Evlerine bir misafir geldiğinde ise, keyfi biraz yerine gelirdi. Anne baba ne kadar gergin de olsalar misafirin yanında gülümserlerdi çünkü. Yalancıktan da olsa onları öyle mutlu, kibar, konuşkan görmek hoşuna gidiyordu. Hoşuna gidiyordu da, neden biz bize iken böyle davranmıyorlardı ki ? Biz komşulardan daha mı değersizdik ? Saflık derecesindeki patavatsızlığı misafirliklerde başına dert oldu. Anne babasının evde -kel toş- dedikleri komşu evlerine misafir olduğu bir gün ona -kel toş - diye seslenince buz gibi bir hava esmişti. Ablası cimdikledi. Yanlış mı soylemişti adını
yoksa? Adı bu değil miydi ? Niye öyle diyorlardı o zaman ?Gelen giden arttıkça , çelişkilerde artıyordu. "Yine mi o gıcık tipler geliyor? / Aman efendim ne iyi oldu da geldiniz " "O Ayten de cok saçmalıyor canım / haklısın Aytenciğim , naaparsın ?" " Keşke evde yok deseydin oğlum /İnanın çok özlemiştik." Bir kenara çekilmiş sessizce izliyordu çoğunlukla . Bu karmaşık oyunun kuralı acaba neydi?

İlkokula başlayışını , evdeki sıkıntılardan kaçış olarak sevinçle karşılamıştı . Ama siyah önlükler , anlamsız kısıtlamalar olmasa daha iyi olurdu. Hele bazen bayat nutuklar atıp, bazen de asık suratlı öğretmenler olmasa cok da güzel
olabilirdi. Nutuklarda başka konuşuyorlardı , koridorlarda başka ."Gelecek sizin elinizde / Siz haylazsınız!" "Okuyup büyük adam olacaksınız / Adam olmazsınız siz!" "Bu ülkenin umudu sizlerde / Sizi her gün dövmek lazım !." "Atatürk bu ülkeyi sizlere bıraktı / Aptallar!" Anlayamiyordu çoğu şeyi. Atatürk'ü öğretmişlerdi ona önce ve sonra ve hep-beden eğitimi dersinde bile. "En büyük o! Bizi kurtardı.Bir millet yarattı." Ama delikanlı dedesinden "Allah en büyüktür , tek yaratıcı O dur" diye öğrenmişti. Bir gün öğretmenine "Allah mı büyük, Atatürk mü?" diye sordu. öğretmen ters ters baktı ve "Böyle saçma soruları bir daha sorma; fena olur" dedi.
Korktu yine. Korkmaya alışmıştı zaten. Korkutucuydu dünya. Nasıl korunacaktı. ?

 
Toplam blog
: 22
: 866
Kayıt tarihi
: 06.06.07
 
 

Tesadüf eseri bu siteyi buldum, çok da memnun oldum. Sanırım ben daha çok okumak için burdayım, a..